Abdullah ASLAN
Dava hepimizin Azmettirenleri de ihmalkâr davrananları da unut(tur)mayac
6-8 Ekim 2014 tarihinde Kobani bahanesiyle Diyarbakır'da gerçekleştirilen vahşetin ilk duruşması, Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü. İlk mahkeme olması hasebiyle ceza kararını beklemek zaten mümkün değildi. Ancak bu süreçte mahkemenin titiz davranıp maddi delillerin peşine düşmesi çok önemli. Mahkemenin bu hassasiyetinin olup olmadığını zaman gösterecek. Çünkü katillerin gerçekten kimler olduğu, ortaya konacak delillerle belli olacak.
Yasin ve arkadaşlarının şehadetleri esnasında ihmalkâr davrananların, topladıkları delillerin de ne kadar işe yarayacağı ayrı bir husus. Çevredeki mobese görüntüleri alındı mı ve nasıl bir hassasiyetle alındı? Delillerin toplanmasında ne kadar itina gösterildi? Bütün bunlar, adil karar vermek isteyen bir mahkemenin işini kolaylaştıracak ve doğru sonuca daha hızlı götürecektir.
Hatırladığım kadarıyla olayı gerçekleştirenlere dönük delillerin toplanması ve katillerin bulunması hususu, yine dava avukatlarının ısrarlı baskıları sonucu gerçekleşmişti. Yoksa Yüksekova'da katledilen dernek yöneticisi Ubeydullah Durna'nın olayı gibi, bu davanın da tozlu raflara alınması işten bile değildi. Oysaki bir mağduriyet ve katliamın hesabının sorulması için -adalet ve hukuk varsa eğer- hiç kimsenin tepkisine veya dahline ihtiyaç bırakılmadan ta baştan sona olay takip edilmeli ve adalet yerini bulmalıdır. Mağdur olup gidenlerin bizim kendi aramızda tesis edeceğimiz adalete hakikatte bir ihtiyaçları yoktur, biz geride kalanların buna ihtiyacı vardır.
Adaletle verilmeyen her bir kararın hepimize zararı vardır. Salınan her bir katilin, başka mağdurları olacak demektir. İçeri alınmayı hak etmeyen ama alınan her bir mağdurun, olumsuz toplumsal etkileri hepimizi kötü etkilemekle beraber zulüm etiketini alnımızda taşımamıza sebebiyet vermektedir.
Ve aslında buradaki tavrımıza göre öbür tarafta hep beraber muhakeme edileceğiz. İşin önemli tarafı da bu. Gerçek mahkeme öbür tarafta olacak. O zaman asıl dava sahipleri de hazır bulunacak ve katillerini bir bir teşhis ederek kimimizi mahcup, kimimizi takdir edeceklerdir. Cübbeleriyle katillerin tarafını tutan avukatlardan tutun da hâkimlere kadar, iki kırık cam kadar değer atfetmeyerek yayınlarında yer vermeyen basın sahiplerinden tutun da satır aralarında bile olsa bu vahşeti eleştirmeyen yazar-çizerlere kadar hepsi kendi payına düşen hesabı verecektir.
O civanların şehadeti gerçekten unutulacak veya karşısında durulacak bir olay değildir. Gözü dönmüşlerden korunmak için sığındıkları evler bir bir kontrol edilmiş ve evin içinde silah, balta ve palalarla dünyanın en vahşi işkence yöntemleri ve vahşi yaratıkların barbarlığıyla şehid edilmişlerdi.
Bunu görmeyen gözler kör olsun… Bunu anlamayan hukuk, akıl, iz'an olmaz olsun… Psikopat çetelerin estirdiği bu terör eylemi, bütün herkeste haklı tepki oluşturmalı ve yapanla yaptıranların yanına bu cinayetleri kâr bırakmamalı.
Şehid Hasan Gökgöz'ün babası Mehmet amcanın dediği gibi ‘Cinayet işleyenleri dışarı salarsanız, başka cinayetler yaparlar ve bu işin sonu gelmez' İşte bunun karşısında durmak için hukukçusuyla, basınıyla, vatandaşıyla herkese ama herkese iş düşüyor.
Şehid gençlerin davasının görüldüğü zaman diliminde bile bir kısım basının özellikle kör sağır davranması ‘özgün ve tarafsız haber' ilkesiyle nasıl açıklanabilir? Maalesef özellikle İslamî hassasiyetli çevrelerin mağduriyetine hep fransız kaldı yerli diye sandığımız kimi basın-yayın organları.
Davaya sahip çıkan STK'ların özellikle ‘azmettirenler de yargılanmalı' vurgusu çok önemliydi. Bir kısım basının sağır sultan kesilmesi toplumsal refleksi olumsuz etkiliyor. Gerçekten azmettirenlerle alakalı önemli bir mesafenin henüz alınmamış olması sizce de ilginç değil mi? Azmettirenle azmedilenin aynı sanık sandalyelerini paylaşmaları, toplumun selameti açısından önemliydi. ‘Azmettirenlerin nüfuzu var, hukuk onlara işlemiyor' diyorsanız o zaman azmedilenlerin de bize, ‘bize haksızlık ediyorsunuz' deme hakları doğuyor, söylemiş olalım.
Hatırlarsanız geçen yıl S.Demirtaş ve F.Yüksekdağ başkanlığında toplanan HDP MYK'si Kobani için ‘acil eylem çağrısı' yapmış, bunun üzerine olaylar patlak vermişti. HDP'den gelen isyan çağrısında, “Kobani'de yaşanan katliam girişimine karşı 7'den 70'e bütün halklarımızı sokağa, alan tutmaya ve harekete geçmeye çağırıyoruz… Bundan böyle her yer Kobani'dir. Kobani'deki kuşatma ve vahşi saldırganlık son bulana kadar süresiz direnişe çağırıyoruz…” ifadeleri kullanılıyordu. İnsanlar tam üç gün muhasara altına alındı. Bu arada vahşi cinayet haberleri de geliyordu. ‘Silahtan ve şiddetten nemalananın Allah belasını versin' diyen Demirtaş'tan, olayların durulması için hiçbir çağrı gelmiyordu. Hatta birkaç gün sonra ‘serhıldan çağrıları'nın arkasında olduklarını ifade ediyordu. Dönemin HDP D.Bakır il Başkanı Z.Zümrüt de, İslâmi hassasiyeti olan dernekleri hedef göstererek ‘D.Bakır'da 400 IŞİD derneğinin olduğunu' söylüyordu. Allah için bunların çağrıları üzerine sokakta yaşananların görüntülerini değerlendirip anlamak için illa hâkim-savcı olmaya gerek var mı? Batman'da HÜDA PAR binasına yapılan saldırı görüntülerini hâkim savcılar izlemiyor mu? Bunu niye sorgulayan yok? Anlamak güç!
Bunlar azmettiriyor; uyuşturucuyla kendinden geçirilmiş, hırsızlıkla mideleri doldurulmuş sokak çeteleri de sağa sola saldırıyordu. Üç gün üç gece adeta talan ve cinayet müsaadesi verilmişti. Halkın can ve mal güvenliği yok ediliyordu. Güvenlikten sorumlular da sadece seyrediyordu. Mahkeme olunacaksa bütün bunlar beraber görülmeli, yoksa adaletin yerini bulması hikâyeden ibaret olur, bu böyle bilinmeli.
Bunların hesabı sorulmayacaksa davayı kapatın gitsin. Duruşmanın delil durumuna bakıldığı zaman da, duruşma salonuna getirilen birkaç kişinin, davanın üzeri kapatılsın diye, etraftan getirilen ayrı birkaç kişi olmadığını kim nasıl kanıtlayabilir? Bu konuda kolluk kuvvetleri görevlerini yapmamışlarsa bunun da ayrıca sorgulanması lazım. Çünkü bu olayın asıl failleri her kimse onların bu vahşiyane eylemlerini delillendirmek yine kolluk kuvvetlerinin görevi.
Sonuç olarak; bu dava hepimizin, bizim lakayt kalma gibi bir durumumuz olamaz. Ne zulmedelim ne de zulme uğramayı kabul edelim. Rabbim, hepimizi yanlış yapmaktan sakındırsın, hakkı hak bilip hakkın ve haklının yanında yer almayı nasip ve müyesser eylesin. Âmin!
6-8 Ekim katliamı 1. Yıldönümü dolayısıyla başta Turan Yavaş, Yasin Börü, Hasan Gökgöz, Hüseyin Dakak, Riyad Güneş ve Cumali Güneş olmak üzere yeniden bütün şehidlerin şehadetlerini tebrik eder, İslâm Ümmeti'nin uyanışına vesile olmasını Yüce Allah'tan dilerim!
Selam ve dua ile…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.