Davetçiler aynı hakikate davet ederler
Bütün peygamberler, bir tek hakikate davet ederler. Davet ettikleri bu hakikat ise Allah’ın davası, Onun nurlu risaletidir.
Bütün peygamberler, bir tek hakikate davet ederler. Davet ettikleri bu hakikat ise Allah’ın davası, Onun nurlu risaletidir. Bu elçiler insanlık tarihini kuşatan zamanın farklı dilimlerinde gelmişlerdi; farklı mekanlarda ve birbirinden habersiz çok ayrı şartlar dahilinde davetlerini yapmışlardır. Onların izlerinin bulunmadığı zaman, ayaklarının basmadığı mekan neredeyse yoktur. Hindistan, Çin, Irak, İran, Mısır, Afrika ve Avrupa’ya, kısacası dünyanın her yerine Allah’ın gerçek peygamberleri gelmişler ve risalet vazifelerini bütün zorluklara rağmen büyük fedakarlıklar sergileyerek yapmışlardır. İster Babil toprakları olsun, ister Sodom, ister Medyen, Hicr veya Nil vadisi, İster Hazreti İsa(as)’dan 40 yy. önce, ister 20 yy, 10 yy önce olsun. İster bağımsız ve özgür bir millet olsun, ister köle ve perişan bir ümmet olsun ister gelişmenin en alt seviyesinde olsun, ister medeni ve siyasi kalkınma ve refahın en üst düzeyinde bulunsun, her yerde, her devirde ve her ulusta Allah’ın elçileri hep aynı tavsiye ve telkinlerde bulunmuşlardır. Kur’an-ı Kerim bu davetçilerin ortak çağrısına geniş yer vermiştir.
“Biz senden evvel hiçbir peygamber göndermedik ki, Ona: şu muhakkak ki, benden başka ilah yoktur, öyle ise bana ibadet edin” vahyeder olmayalım.” ( Enbiya Sûresi / 25)
“And olsun ki biz her ümmete; “Allah’a kulluk edin, tağut(a tapmak)’tan kaçının diye (tebliğat yapması için) bir peygamber göndermişizdir…” ( Nahl Sûresi / 36)
“Âd (kavmin)e de kardeşleri Hud’u (gönderdik). Dedi ki, “Ey kavmim! Allah’a ibadet edin, sizin için ondan başka hiçbir ilah yoktur hiç(Allah’tan) sakınmaz mısınız?” (A’raf Sûresi / 65)
İşin özü davetçilerin ortak sözü şu idi: “Ey milletim! Allah’a kulluk ediniz. Ondan başka ilahınız yoktur.”
Davetçilerin daveti aynı hakikate, kafirlerinki ise bölük pörçük putlaradır:
İyice incelediğimiz zaman bir önceki davetçinin yaşadığı tecrübi usuller, yol, yöntem ve kazanımlar bir sonraki davetçinin istifadesine sunulduğuna şahit olacağız. Davetçiler kafilesinin son üyesi efendimiz Muhammed(sav)’in hayatı ve mücadelesinin ana hatlarının üzerinde de bu nurlu izlere-okuyup- şahit olmaktayız. İlk davetçi olan Adem babamızla başlayan bu tevhid hareketi bir amud-i nurani gibi zaman okyanısunun zifiri menfezlerinden geçerek son davetçiye kadar böyle kesintisiz gelmiştir. Yer yüzü hiçbir zaman Allah’a davet eden davetçilerin faaliyetlerinden hali kalmamıştır. Bazen zayıf, bazen yok gibi görünmüşse de esas olarak bu davet hep yapılagelmitir. Ve bu davet yukarıdaki ayetlerde de geçtiği üzere hep bir cümleye, yani “Allah’tan başka ilah yoktur” cümlesine yapılmıştır. Bu, insanlığın ve insanlık tarihinin şahitlik ettiği en ender ve en fevkalade hadiselerden biridir. Birbirinden ayrı zamanlarda,. Birbirinden uzak / yakın farklı coğrafyalarda, birbirinden ayrı milletlere, birbirinden ayrı lisanlarda… gelmiş olmalarına rağmen bu böyle olmuştur. Bu nurani ve istikrarlı davet çizgisine benzer, bir başka örnek bulunmamaktadır. Bu incelik dahi, bir başına aklı başında bir insanı, eğer mütehayyir bir pozisyonda ise, onu oradan alıp hidayetin nurani iklimlerine götürmeye kafi bir delil niteliğini havidir. Ama öte yandan, bu nurani cephenin dışında kalan insan aklının nakıs, nakıs olduğu kadar da verimsiz olan batıl düşünce cepheleri ise böyle ulvi bir nimete hiçbir zaman ulaşmamıştır. Ulaşamaz da.
Dünyanın bugünkü durumu da bu inceliği açıklamaya müsaid bir tablo çizmektedir. Şöyle ki, günümüz dünyasına hakim veya hakim olmaya çalışan insan aklının ürünü sayısızca düşünce akımı veya bu düşünceler doğrulutusunda oluşmuş düzenler vardır. Ve fakat bunlardan hiç birinin çağırdığı şeyde ‘bir’ olma ahlakı yoktur. Aralarında birlik yoktur. Beraberlik yoktur. Dıştan bakan bunları bir sanır, halbuki böyle değiller. Bu onlarda oturmuş bir özellik, şekil olması bir inanıştır. Zira bu özellikleri savunageldikleri batıl düşüncelerinden ve akılsızlıklarından ileri gelmektedir. Rabbimizin onlardaki bu özlelliği açıklayan ayetlerinden biri haşir suresindeki şu ayet-i kerimedir;
“…(Sen) Onları toplu sanırsın, halbuki kalpleri dağınıktır! Bu, şüphesiz onların (haklarında neyin hayır olduğuna) akıl erdirmeyen bir topluluk olmaları yüzündendir.” (Haşr Surêsi / 14)
Ayet-i kerimenin tefsiri ile ilgili olarak şehit Seyyid Kutub’un şu sözlerini okumadan geçmek eksiklik olur. Şöyle diyor Şehit Seyyid:
“Mesela; ehl-i Kitap kafirlerinin kendi aralarında dayanışma içine girdikleri, birbirlerini tutarak bir güç oluşturduklarını görmek, aynı şekilde münafıkların da bazen bir ordu halinde yerleştikleri görülebilmektedir. Ne var ki Rabbimizden gelen gerçek haber onların aslında gerçekten böyle olmadıklarını bildirmektedir. Bu dış görünüşten ibaret aldatıcı bir manzaradır. Zaman zaman bu aldatıcı perdenin aralandığı da görülmektedir. Bir tek cephede aynı orduda bulunmalarına rağmen, çıkar çatışması yüzünden arzu ve isteklerin farklılığından ve yönelişlerinin çarpışmasından kaynaklanan iç düşmanlıklarının onların ne hale getirdiği görülebilmektedir…”
Bir başka şehit alim ise onların bu tabiatını aynı kap üzerinde kavga eden köpeklerin tab’ına benzetmektedir. Bir arada bulunuşları tamamen çıkar ve menfaata dayalıdır. Menfaatları uyuşmadığı zaman kuduz köpekler gibi birbirlerine saldırılar ki bunu en bariz örneğini geride bıraktığımız yüzyılın başlarında ve ortalarında müşahade ettik. Onlar bu tabiatlarını hep beraberlerinde taşırlar. Çünkü akılsız oldukları halde bu akılsızlıklarından neş’et eden düşünce ve fikirlerin akıntısı içinde yüzmeye devam etmektedirler. Yaşadığımız hal bunun örnekleriyle doludur.
Ama buna karşın bugün, dünyanın dört bir yanında davet ve mücadele içinde bulunan Müslümanların tümü tek bir şeye çağırırlar. İnsanları tek bir hakikate davet ederler. Zaman, mekan, vatan, ülke, ırk… farklılıklarına rağmen nesiller boyu yapılan davetin aynısına bugün de davet ederler. “Allah’a itaat ediniz, ondan başka ilahınız yoktur.” Bu mesajda değişiklik hiç olmadı. Bu mesajda değişiklik hiç olmayacak…
İşte ilk davetçi olan Hz. Adem(as) babamızla başlayan bu yüce davet, Hz. Nuh(as) ile pekişerek devam etmiştir. Nesiller boyunca devam edip gelmiştir. Aşağıdaki ayet-i kerime bu hakikatı açıklamaktadır.
“(Ey Resulüm!) Şüphe yok ki biz, Nuh’a ve Ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da da vahy ettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettik. Davud’a ise Zebur’u verdik.” (Nisa Surêsi / 163)
O halde Allah Resul(sav)’ünün risaletle görevlendirilmesi olayı, geçmişi insanlığa hatırlatma, daha önce üzerinde iken sonradan her nasılsa üzerinden kaydığı doğru yola yeniden çekme, ıslah etme ve dolayısıyla yeniden bir ihya olayıdır. Yani tamamen bir tekrardır bu. Onun için Kur’an-ı Kerim’deki peygamber kıssalarının davet ve davetçi üzerindeki yönlerdiriciliği çok esaslı ve faaldır. Yusuf Suresinin Mekke dönemi hüzün yılı atmosferinde nazil olmuş olması bu açıdan dikkate değerdir. Benzer şekilde diğer kıssalardan her birinin de bu manada Allah Resul(sav)’ünün davet atmosferine rahatlatıcı, yol gösterici, teselli edici, ümit verici, müjde verici, zafer muştulayıcı, yöntem, taktik, strateji belirleyici… tesirleri bulunmaktadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.