Davetçiyi Bekleyen Tehlike: Atalet (Tembellik)

Davetçiyi Bekleyen Tehlike: Atalet (Tembellik)

İyi bilinmelidir ki, İslam davasına hizmette ve bu davayı yaymada dava erleri için en büyük tehlikelerden biri, atalet (tembellik) hastalığına müptela olmalarıdır.

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a sonsuz hamdler,

O’nun elçisi Muhammed Mustafa (sav)’ya, pak ehline, sahabelerine ve bütün takipçilerine salât ve selam olsun.

Cenabı Allah’ın Âdemoğluna yüklemiş olduğu yük, çok yüce ve ağır bir yüktür. Bu yükü omuzlayacak olan Allah âşıklarının çok donanımlı bir azık edinmeleri ve bu meşakkatli yolda çok metin adımlar atmaları zaruridir. Çünkü yüklenen dava Allah’ın davası olduğundan, bu davanın önünde şeytan ve taifesi nice engeller oluşturmak isteyeceklerdir. İslam davasının önderi Resulullah (s.a.v.)’ın öğretisi ile adımlarını atan Allah âşıkları önlerine çıkan nice engelleri ve sıkıntıları aşmak için yakini bir imanın verdiği coşku ile kendilerini daima takviye etmelidirler.

Şunu unutmamak gerekir ki, Resulullah (s.a.v.)’ın yakın arkadaşları olan sahabelerin bile muhtaç oldukları bu takviye unsurları asla ihmal edilmemelidir. İşte bu takviye unsurlarından biri de; sürekli sa’y ve gayret içinde bulunma halidir. Davaya hizmeti kendisine vazgeçilmez bir görev bilen Allah âşıklarının bu hizmeti; çalışmadan, didinmeden, zahmet çekmeden, atıl bir durumda kalmakla sürdürmek mümkün değildir. Yine bilinmelidir ki, İslam davasına hizmette ve bu davayı yaymada dava erleri için en büyük tehlikelerden biri, atalet (tembellik) hastalığına müptela olmalarıdır. Bu hastalık kalıcı olumsuzluklara neden olduğu için Allah Resulu bazı dualarında ısrarla tembellik ve ataletten Allah’a sığınmıştır. İşte bu tembellik sıkıntılarını aşmak için tembelliğe neden olan faktörleri ve bu olumsuzlukları giderebilme çarelerini bilmek ve anlamak gerekiyor. Bu konuda Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin “Zindan-ı atalete (tembellik zindanına) düştüğümüzün sebebi nedir?”(Münazarat) sorusuna cevap niteliğinde yapmış olduğu açıklamalar çok yararlı ifadeler içermektedir. Bu izahatlar çerçevesinde atalete götüren nedenlerle bu nedenlerden kurtuluş çarelerini ifade edelim:

1-)Dava uğrunda yapılan çalışmalar ve faaliyetler diğer uğraşlara göre daha çok şevk ve gayret ile devam eder. Bu düşünce ışığıyla mücadeleye atılan dava erlerinin önüne “Ümitsizlik” düşmanı çıkar. Ümitsizlik fikri kişiye bulaştı mı, şevk ve gayretini kırar, moralini bozar. Bu hastalığın neticesi olarak kişi pasifleşir ve iş göremez, enerjisiz, gayretsiz bir hale gelir ve davayı sahiplenmekten vazgeçer. Hedefe ulaşmayı imkânsız görmeye veya engelleri aşamayacağına inanmaya başlar. Neticede bünyesinde var olan cevherini kaybeder, iş göremez, değerini yitirmiş bir hale düşer.

Ümitsizlik sıkıntısını aşmak için “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin” (Zümer: 53) ölçüsünü prensip edinip, neticeyi belirleme düşüncesini Allah’a havale ederek var olan gayretini ve enerjisini dava için harcamak gerekmektedir. Zira Allah’a yakini bir biçimde inanan bir davetçi bütün varlığını ve imkânını yüce Allah’ın rızası uğrunda harcamakla mükellef olduğunu bilir ve dava uğrunda yılmadan bıkmadan fedakârlık gösterir. Çünkü Allah için yapılan hiç bir amel karşılıksız kalmayacaktır.

2-)Kâinatın Rabbinden gelen tevhid davası çok yüce bir dava olup, bu davanın sahası da çok geniştir. Bu nedenle İslam davası herkese yetecek derecede bir hizmet imkânını ve alanını sunar. Bu dava uğrunda hizmet edecek dava erleri, hizmet alanını zorla ele geçirip, üstünlük elde etme yarışına yöneldiklerinde davaya zarar vermeye başlarlar. Bu hizmette “benim grubum diğer gurupları geride bırakıp onların da hizmet alanını ele geçirmeli” düşüncesiyle hareket etmek; hizmetteki ihlâs ve samimiyeti zedeler ve makam, mevki, kemiyet yarışını başlatır ki bu durum hedeften sapmalara neden olur. İhlâssız elde edilen neticeler daimi ve kalıcı olamayacağından başarısızlığa zemin hazırlar. Bu durum da neticede dava erlerinin azmini kırar ve pasif kalmasına ve tembel olmasına yol açar.

Makam, mevki ve üstünlük hırsıyla hareket etme sıkıntısını aşmak için; hizmet, halisane Allah için yapılmalıdır. Davetçinin görevi, davası uğrunda emrolunduğu gibi hizmet etmektir. Bu hizmetten elde edilecek başarı ve mükâfat ihlâs ile yapılan amel neticesinde verilecektir. Yine şunu bilmek gerekir ki yapılan çalışma, hizmet ve taati gören Rabb’ül Âlemin elbette bu yapılanların karşılığını va’d ettiği gibi dava erlerine verecektir. Madem ki mertebe, başarı ve mükâfatı Allah verecektir, bu durumda dünya ehli gibi üstünlük yarışına girmenin ne anlamı vardır? Hizmetin karşılığı Allah tarafından verileceğini bilen bir davetçi, şevk ve gayretini azaltmaz ve bu dava uğrunda her türlü fedakârlıkta bulunur.

3-)Allah’ın davası büyük bir davadır. Bu dava Allah’ın beyan ettiği sünnetullah ölçüsüyle sürdürülmelidir. Fakat davetçi dava uğrunda hizmetini sürdürürken şeytan ve nefisten gelen “acelecilik” düşüncesine kapılırsa, aşması gereken basamakları kat etmeden derhal neticeye ulaşma hevesine kapılır. Bu düşünceyle hareket eden kişi beklediği süre içinde neticeye ulaşmayınca şevk ve gayretini kaybeder ve neticede çalışma ve hizmet etme hevesini kaybettiğinden atıl bir duruma düşer iş göremez bir hal alır.

Davayı ömür boyu sürdürmeyi engelleyen “acelecilik” sıkıntısını aşmak için “Sabredin, sebat edin, hazırlıklı ve uyanık olun” prensibi ölçü alınmalıdır. Acelecilik şeytandandır. Sabır ve sebat ile sağlam adımlarla yürümek, davayı daha kalıcı hale getireceği gibi sağlam temeller üzerine hizmet alanını tesis edecektir. Acelecilik, geçici başarılar için söz konusu olabilir, ama daimi ve kalıcı başarılar ancak sabır ile mümkün olabilmektedir.
4-)İslam davası tek başına sürdürülemez. Yalnız başına hizmet etmeye çalışmak, birçok aksaklığa neden olacaktır. İslam’a hizmeti sürdürürken şahsi ve ferdi düşünmek, kişiyi saplantılara ve başarısızlıklara sürükleyecektir. Bu düşünce aynı zamanda bencil ve gurur gibi hastalıklara sebebiyet vereceğinden, hizmetteki kardeşler arasındaki samimiyet ve dayanışmayı zedeleyecektir. Kardeşlerden alması gereken destek ve yardımı almadan yapılan hizmet, olumlu ve başarılı neticeler getiremeyeceğinden kişinin azmi kırılır ve davaya hizmeti terk etme tutumu ortaya çıkar. Neticede kişi iş göremez bir hale gelir.

Şahsi ve ferdi hareket etme sıkıntısını aşmak için “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydası dokunandır” ve “Allah’ın yardım eli cemaatle beraberdir” düşünceleri prensib edinilmelidir. Ferdi tavır ve konuşmalardan kurtulmak için, istişare ölçüsüyle hareket edilmeli ve hizmet yolunda kişisel görüşler geri planda tutulmalıdır. Zira danışarak, istişare ederek alınan kararlar davanın yararına olacaktır.

Kainatın Rabbi Yüce Allah’a sonsuz hamdler, O’nun Resulü Muhammad Mustafa (s.a.v.)’ya ve Ehl-i Beytine sayısız salat ve selamlar olsun.

Günümüzün şer güçlerinin, İslâm davetçileri ve İslâma kendini adamış hizmet erlerine yönelik çok sinsi planları vardır.

Bu amaçla İslâm davetçilerini pasifleştirmek ve atıl bir duruma düşürmek için özellikle basın-medya yoluyla çok yoğun olumsuz propagandalar yürütülmektedir. Şeytan taifesinin bu çabası daha çok davetçilerin mücadele azimlerini kırmak ve hizmetlerini azaltmaya yöneliktir.

İslam davetçilerinin, şeytan ehlinin bu uğraşları karşısında daha bir uyanık ve dikkatli olmaları vazgeçilmez bir zaruret olmuştur. Sürdürülen bu oyun ve tuzaklar karşısında; fedakarlık, azim ve gayretten geri adım atılmamalı ve hizmet için her imkan kullanılmalıdır. Zira Allah’ın huzuruna alnı ak biçimde çıkmanın yolu da budur.

Bir önceki sayımızda “atalete düşmemizin sebeplerinden” birkaçını beyan etmiştik. Şimdi kaldığımız yerden devam edelim...

5)Şeytan, İslam davası uğrunda kendini hizmete adamış davetçiyi yoldan saptırmak ve hizmetten alıkoymak için; yoldan çıkmış olanları, dava için hizmet etmeyen, tembel tembel duranları, sa’y ve gayretini göstermeyenleri örnek göstermeye çalışır. Atıl durumda olanlardan etkilenen kişide şu kanaat oluşur; “Madem onlar çalışmıyor, fedakarlıkta bulunmuyor ve zahmetlere katlanmıyorlarsa ben niye kendimi yorayım? Bu iş bana mı kalmış?” Bu düşünce kişiye bulaştı mı, işlemeyen demirin pas tutması gibi, tembellik kabuğu vücudun bütün yapısını kapsar ve hizmet aşkı körelir.

Başkalarının tembelliğinden etkilenmemek için; “Tevekkül edenler başkasına değil, sadece Allah’a tevekkül etsinler.” (İbrahim: 87) kalesine sığınılmalıdır. Davaya hizmet, şahıslar veya dünyalık beklentiler üzerine tesis edilmemeli. Hizmet şahıslar üzerine tesis edilirse, amacından sapar. Çünkü şahıslar fani varlıklardır. Allah’ın davası ise baki ve daimidir. Hizmet, Allah için olmalıdır. Allah, kendisi için yapılanları asla boşa çıkarmaz, kendisine dayananları yalnız bırakmaz ve kendisine güvenenlerin ümidini kırmaz. Hizmeti terkedenler, bize örnek olamazlar. Bizim örnek alacağımız şahsiyetler, peygamberler ile onların fedakâr takipçileridir.

6)Mümin kişi, iman bağıyla çok sağlam bir kaleye yapışmış olur. Bu yapısını koruduğu müddetçe çok büyük başarılar elde edebilir. Yeterki içinde iman ile gelen cevherini fark edebilsin. Fakat şeytan değişik kuruntularla davetçiyi aciz ve güvensiz hale getirmeye çalışır: “Senin bu işi yapabilecek yeteneğin yok, bu hizmeti kaldıramazsın. Bu hizmeti yapabilecek başkaları dururken niye kendini harap ediyorsun? Bırak da hizmeti onlar yapsın” gibisinden telkinler ile işi başkasına havale etme düşüncesini yaymaya çalışır. Bu kanaat davetçide yerleşirse, içindeki cevheri karanlığa gömmüş, kabiliyetlerini köreltmiş olur ve gayretini kaybeder.

Hizmeti başkasına havale etme düşüncesinden kurtulmak için; “Siz doğru yolda olunca dalalete düşen kimse size zarar veremez.” (Maide:105) prensibi ölçüt alınmalıdır. Davetçi kendisini hidayete ulaştıran Allah’a sonsuz hamdler etmeli ve O’nun dosdoğru yolunda emin adımlarla yürümelidir. Başarıyı veren Allah’dır. “Gevşemeyin, üzülmeyin. Eğer inanmışsanız en üstün olan sizlersiniz.” (Al-i İmran:139)

Madem iman insanı yeryüzünün halifesi konumuna getiriyor, bu durumda bu iman cevheri ile her davetçi, etrafını aydınlatmakla ve bataklıkları kurutmakla mükelleftir. Bu aşkla hizmet edenler, başkasının suskunluğu, pasifliği ve uyuşukluğunu kendilerine ölçüt almazlar. Hizmet yolunda hayatları boyunca sa’y ve gayretlerini devam ettirirler.

7) İslam davetçisi, davetini yaymak ve bu yüce davaya hizmet etmekle mükelleftir. Başarıyı elde etmek ise Allah’ın takdiri iledir. Hizmet yolunda hedefe ulaşmak ve neticeyi elde etme hırsı, kişiyi Allah’ın vazifesine müdahale etme düşüncesine götürür. Kişi bu düşünceye kapılırsa, üstesinden gelemeyeceği görevi omuzlamak gibi ağır bir işe bulaşır ki, bu durum kişiyi içinden çıkılmaz saplantılara sürükler: “Yaptığım hizmetin neticesini ben belirlerim, hedefe mutlaka ulaşmalıyım” gibi vehimlere kapılan kişi isteklerine de ulaşamayacağına göre hedeften sapar ve hizmeti bırakma zafiyeti göstermeye başlar. “Madem neticeyi ben belirleyemiyorum, arzuladığım sonuçlara ulaşamıyorum; bu durumda çalışmanın, hizmet etmenin ne anlamı var?” gibisinden yanlış kanaatlere kapılır, sa’y ve gayretini bırakır.

Allah’ın vazifesine müdahele etme hastalığından kurtulmak için “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (Maide:105), “Azim ve gayretini gösterdikten sonra, Allah’a tevekkül et” prensipleri ölçüt alınmalıdır. Davetçi; severek, gönül rızası ile vazifesini ifa etmeli ve bu konuda elinden gelen gayreti göstermelidir. Başarıya ulaşmak veya neticeyi elde etmek ise Allah’ın takdiri iledir. Çünkü davetçinin görevi, sorumluluk bilinciyle hizmet etmektir. Başarmak ya da başarmamak, hizmetin karşılığını belirlemek; Allah’ın takdirine bağlıdır. Davetçinin görevi, aksatmadan hizmeti sürdürmek ve bu konuda tüm imkanlarını seferber etmektir.

8) İslam davasına hizmet; ömür boyu ve süreklidir. Bu hizmet uzun seneler devam edince, şeytan ve taifesi kişiye yanaşır ve: “Bu işin sonu gelmez, bu yükü kaldıracak takata sahip değilsin, çok yoruluyorsun, kendini harap ediyorsun. İstirahata ihtiyacın var, rahatlık yüzü görmüyorsun. Hep böyle çile ve zahmetleri mi çekeceksin? Bünyen bunu kaldıramaz” kuruntularını yayar. Eğer davetçi bu vehimlere kulak verir ve önemserse, kendi rahatını düşünmeye başlar ve yorucu işlerden elini çeker. Neticede bencil ve menfaatçi bir tutum takınır ve hizmet aşkını kaybeder.

Bütün sıkıntıların anası ve bütün rezilliklerin kaynağı olan “Rahatına Düşkünlük” hastalığından kurtulmak için: “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” prensibi ölçüt alınmalıdır. Şu unutulmamalı ki, Allah için yapılan ameller asla karşılıksız kalmayacaktır. Her çaba ve fedakarlığın karşılığı mutlaka verilecektir. Dünyalık basit ücretler karşılığında her gün, 8-10 saatini tüketen bir şahsın, bedeli “cennet” olan bir hizmette daha fazla gayretli olması gerekmez mi? Bedel ve ücret büyüdükçe çaba ve gayretin o derece artması en layık olanıdır.

Çok iyi bilinmeli ki; fani dünyalıkları elde etme, rahatlık vasıtası olamaz. Bütün varlığını ve sermayesini Allah’tan alan bir davetçi için en mükemmel rahatlık ve  mutluluk; Allah’a kulluk ve itaatte öncü olmak, O’nun rızasını kazanabilmek ve cehennem ateşinden azad olup cennet nimetlerini hak edebilmektir. Bundan dolayı hizmet ehli için İslam davası uğrunda sıkıntı çekmek; külfet ve eziyet değil, belki de manevi bir lezzet kaynağıdır. Çünkü çekilen sıkıntılar Allah’ın rızasına götüren basamaklardır. Bu basamaklar aşıldıkça, gönül hoşnutluğu o derece artacak ve kainatın Rabbine bir adım daha yaklaşılmış olacaktır.

“Sizin için meşakkatte büyük bir rahatlık vardır. Fıtratı coşkulu olan insanın rahatı, çalışma ve mücadele etmektedir.” (Münazarat)

Bütün bu izahatlar neticesinde, asrımızın en büyük hastalıklarından olan “tembellik” kabuğunu kırmanın, her davetçi için ertelenemez bir aciliyet arzettiği çok iyi anlaşılmıştır. Bu durumda hizmete kendini adamış her bir davetçinin, ömür sermayesinin her bir anını sa’y, gayret ve mücadele ruhuyla geçirmesi vazgeçilmez bir zaruriyet olmuştur.

Zaman boş boş oturma zamanı değildir...

Zaman hizmetten el-etek çekme zamanı değildir...

Zaman gaflette olma zamanı değildir…

Zaman pasiflik ve tembellik zamanı değildir...

Zaman ölümcül uykuya dalma zamanı değildir..

…..

Zaman sa’y ve gayret zamanıdır...

Zaman fedakarlık zamanıdır...

Zaman uykudan uyanma zamanıdır...

Zaman elbirliği ile hizmete atılma zamanıdır…

Zaman Allah’a verilen ahdi yerine getirme zamanıdır...

Zaman Muhammed Mustafa’ya ümmet olma zamanıdır…

Allah’ın selam ve rahmeti hepinizin üzerinde olsun.

İnzar Dergisi

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.