Davette Sevgi ve Dua

Davette Sevgi ve Dua

Davetçiler, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber’in varisleri olup bulundukları topluma, hatta tüm insanlığa rahmet olması gereken kişilerdir.

Davetçiler, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber’in varisleri olup bulundukları topluma, hatta tüm insanlığa rahmet olması gereken kişilerdir. Bu yüzden davetçi, Allah’ın bütün kullarına şefkatle yaklaşan bir kalp taşımalı, insanlara olan kin ve adavetini, gayz ve öfkesini yenebilen, insanlığın hep hayrını isteyen bir ruha sahip olmalıdır.[1] Allah Resulü (sav)’nün kendisi ile insanların halini anlattığı misalde olduğu gibi davetçinin de ateşe atlamaya çalışan ve ona doğru koşan insanları var gücüyle engellemesi gerekmektedir. Kuşkusuz böyle bir çaba ancak o insanlara duyulan sevgi ve şefkatin sonucunda olur.

Sevgi ve şefkat katı kalpleri yumuşatır, kin ve adaveti giderir, nefretin yerine muhabbeti yerleştirir. Ayrıca insanları birbirine yaklaştıran ve bağlayan da bu duygulardır. Yine sevgi ve şefkat insanların kalbine giden en kısa yol olduğu gibi onlarla kurulacak içten, samimi ve sıcak bir diyalog için de gerekli hatta zorunludur. Zaten samimi ve sıcak bir ilişki olmadan bazı şeyleri anlatabilmek daha doğrusu muhatabın anlama ve faydalanma isteği ile dinlemesi de çok zordur.

Bir insan kendisi için üzülen ve kendisine dostluk ve muhabbetle yaklaşan kişiye aynı duyguyla yaklaşacak, davetine kuvvetle meyledecektir. Aksi takdirde en ufak olumsuzluğu görülen insanları hemen karşıya alıp cephe almak, kendi dışındakilere kin ve düşmanlıkla yaklaşmak ise insanları tümden uzaklaştırır. Çünkü kalpteki duygular ne kadar saklanmaya çalışılsa da bu duygular bir şekilde sözlere, tavırlara, simaya dolayısıyla muhataba yansır. Onun için de kalpte kin ve buğzla gidip bir insanı hayra davet ettiğinde, o insanın sendeki duyguları hissettiği halde sana icabet etmesi beklenemez. Ancak gerçekten iyiliğini istediğini ve onun için üzüldüğünü bilen bir şahıs bu çabadan etkilenecek ve davete icabet edecektir.

Diğer taraftan kin ve adavet, davetçinin şahsı sebebiyle insanların İslam’dan uzaklaşmasına da yol açabilir. Çünkü davetçilerin düşmanlığına uğrayan insanlar, davetçinin şahsında İslam’a düşman olup karşı tarafa İslam düşmanlarının safına koşacaklardır. Buna sebep olmak da büyük bir vebaldir.

İnsanların dertleriyle dertlenmek, özellikle de İslami duyarsızlık ve gafletleri için üzülmek ve onlara sürekli duada bulunmak da bir davetçiden beklenen davranışlardandır. Allah Resulü (sav), tüm çabasına rağmen insanların iman etmediğini görünce tarifsiz acılar yaşıyordu. Kur’an-ı Kerim’de Efendimiz (sav)’in bu tavrı şöyle ifade ediliyor:

“Şimdi onlar bu söze (Kur'an'a) inanmayacak olurlarsa sen, onların peşi sıra esef ederek kendini kahredeceksin (öyle mi)?”[2]

Şuara suresinde aynı mana tekrar şöyle dile getirilmiş:

“Onlar mümin olmayacaklar diye neredeyse kendini kahredeceksin (öyle mi?)”[3]

İman etmeyenlerin durumu için bu kadar üzülen Allah Resulü (sav)’nün müminlere olan düşkünlüğü ise elbette ki çok daha fazladır. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiş:

“Andolsun size, içinizden, sıkıntıya düşmeniz O'nun gücüne giden, size pek düşkün, müminlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir.”[4]

Kimi zaman davet edilen insanların davetçilere sıkıntı ve eziyet vermeleri de mümkündür. Ancak bu da davetçinin tavrını değiştirmemelidir. Çünkü Mekke müşrikleri Allah Resulü (sav)’ne olmadık eziyetlerde bulundukları halde kendisi sürekli kurtuluşları için dua ve niyazda bulunmuştur. Ebu Zerr (ra)’in bildirdiğine göre, Resul−ü Ekrem Efendimiz (sav) bir gece namaz kılıp ‘Eğer onları azablandırırsan, şüphesiz onlar Senin kullarındır, eğer onları bağışlarsan, şüphesiz aziz olan, hâkim olan Sen’sin Sen[5] ayetini sabaha kadar okumuştur. Rükûda da bu ayeti okuyordu, secdede de bu ayeti okuyordu…”[6]

Allah Resulü (sav)’nün terbiyesinde yetişen ashab−ı kiram da insanlara aynı şekilde yaklaşmış, hatta Hz. Ebubekir (ra)’in başka kimseye yer kalmasın diye tek başına tüm cehennemi kaplama temennisinde bulunduğu şeklinde sözler rivayet edilmiştir. Asrımızda da Üstad Bediüzzaman’ın “Bu milletin kurtuluşu için sadece dünyamı değil, ahiretimi de feda etmeye razıyım” temennisi de aynı yaklaşımın sonucudur.

Davet edilen insanlara muhabbet ve merhametle yaklaşmak onların isyan, gaflet ve günahlarına buğz etmeye engel değildir. Bizzat o davranışlara buğz edileceği gibi bunları yapan şahsı ise bu halden kurtarmaya çalışarak ona merhamet ve şefkat gösterilmelidir. Çünkü gerçekten kin ve adavet, davet açısından asla kazandırıcı ve neticeye götürücü değildir.

Davette muhabbet ve şefkat kadar etkili bir başka husus da duadır. Allah Resulü (sav), inanmayanların imana gelmesi, mü’minlerin sırat-ı müstakimden ayrılmaması ve günahkârların affedilmesi için hep dua ve niyazda bulunmuştur. En zorlu anlardan biri olan Taif dönüşünde uğradığı tüm kötü muamelelere rağmen Dağlar Meleği’nin “İstersen iki dağı birbirine geçireyim de, bu kavmi helak edeyim” teklifini kabul etmeyerek Taifliler için yine Rabbine yalvardı ve hidayetleri için dua etti.[7] Aynı şekilde Uhud savaşı sırasında da kendisi mübarek yüzünden yaralandığı halde sahabelerin düşman aleyhine beddua etmesini teklif etmeleri üzerine O, iki elini kaldırdı ve:

“Ya Rabbi! Sen benim milletimi doğru yola getir. Zira onlar (ne yaptıklarını) bilmiyorlar” şeklinde duada bulundu.[8]

Hz. Peygamber’in aynı tavrına Taif kuşatmasında da şahit oluyoruz. Kendisine, Müslümanlara oklarıyla zayiat verdiren Sakif hakkında beddua talebinde bulundukları zaman bu talebi reddedip Sakif’e Cenab-ı Hakk’ın hidayet vermesi ve onları Müslüman olarak getirmesi için duada bulunmuştur. Nitekim bir süre sonra da Taifliler iman etmişlerdir.[9]

Elbette davetçi bir insandır ve kimi zaman artık sabredemeyecek noktaya gelebilir. Ancak bu durumda bile dile sahip olmak ve beddua yerine hidayet ve ıslah için dua etmek daha doğru ve faydalıdır. Tufeyl b. Amr’ı (ra) buna benzer bir durumda görüyoruz. Tufeyl, daha hicretten önce Mekke’de İslam’a girmiş ve kendi memleketine gidip İslam’ı tebliğ etmeye başlamıştı. Ebu Hureyre, Ebu Musa el-Eş’ari ve Devs kabilesindeki diğer Müslümanlar, hep onun gayret ve çalışmaları sonucu Müslüman olmuşlardı. Ancak pek tabiidir ki kavminden bazıları hala putperestti. Arkadaşlarıyla beraber Resulullah (sav)’a geldiğinde kavminden şikâyetçiydi. Hz. Peygamber (sav)’e: “Ey Allah’ın Resulü, Devs kabilesi isyan edip başkaldırdı. Onlara beddua et” dediler. Bunun üzerine; “Eyvah, Devs kabilesi şimdi helak oldu” denildi. Ama Rahmet Peygamberi’nin duası: “Allah’ım Devs kabilesine hidayet ver ve onları (Müslüman) olarak getir” şeklinde idi.[10] Tufeyl’e de “rıfkla (yumuşaklıkla) davetine devam” emri veriyordu. O, kavmine döndüğü zaman gayreti, şüphesiz Resulullah (sav)’ın duası bereketiyle fevkalade netice vermişti.

Aynı şekilde günümüz davetçilerinin de davet ettiği insanlar için sürekli dua ve yakarış halinde bulunması, bedduadan ise kaçınması gerekmektedir. Her ne kadar hem Hz. Peygamber (sav)’in hem de Hz. Nuh (as) gibi bazı peygamberlerin beddua ettikleri vaki ise de Allah-u Teala ile olan irtibat sebebiyle kavimlerin artık iman etmeyeceğini haber aldıktan sonra beddua etmiş olmaları mümkündür. Nitekim Hz. Nuh (as)’a böyle bir bilginin verildiğini Kuran-ı Kerim’den öğreniyoruz:

“Nuh’a şüphesiz şöyle vahyolundu; Kavminden gerçekten iman etmiş olanlardan başka kimse asla iman etmeyecek; öyle ise onların yapmakta olduklarından dolayı üzülme!”[11]

Başka bir yönüyle de Hz. Nuh gibi 950 yıl boyunca gece-gündüz, gizli-açık, fert fert herkese daveti ulaştırdıktan sonra Hz. Nuh ile belki bir kıyas yapılabilir.[12] Yoksa henüz aile fertlerine bile hakkıyla daveti ulaştırmamış kişilerin kalkıp toplumdaki insanları itham ederek bedduada bulunması kabul edilebilecek bir şey değildir. Ayrıca şahısların iman etmesi bir tarafa, zürriyetlerinden iman edecek insanların çıkma ihtimalini bile Hz. Peygamber’in göz ardı etmediğini görüyoruz. Gavs-ı Azam gibi büyük zatların da belirttiği gibi en selametli yol; dili, mahlukat hakkında bedduadan muhafaza etmektir.[13]

Bu çerçevede bazı hususları vurgulamak faydalı olacaktır.

-İnsanlar için esas olan akıbettir. Akıbet ise meçhuldür. Bugün çok iyi gördüğümüz bir insanın -Allah muhafaza- sonu kötü olabilir. Aynı şekilde bugün kötü olan birinin sonu hayırlı olabilir. Bu sebeple de tevazu, tüm Müslümanların özellikle de davetçi Müslümanların değişmez vasfı olmalıdır. Her ne kadar bu gün amelî olarak veya İslamî duyarlılık açısından bazı insanlardan daha iyi bir noktada kendimizi görüyorsak da akıbetin belirsizliğinden dolayı kimin daha iyi olacağını ancak Allah-u Teala bilir, biz bilemeyiz. Bu sebeple de kendimizi toplumumuzdaki insanlardan üstün görmeye hakkımız yoktur. Ayrıca bazen Allah-u Teala’nın rahmeti küçük gibi görünen bir hayırda, gazabı da küçük gibi görünen bir günahtadır. Allah muhafaza, bilmeyerek böyle bir günah işleyip gazaba uğramamız veya kötü gördüğümüz şahsın böyle bir sevapla merhamet olunması mümkündür. Hz. Ömer (ra) gibi büyük sahabelerin geçmişleri de insanların ne büyük dönüşüm yapabileceğini göstermesi açısından önemlidir. Bu sebeple de davetçinin, velev ki şuan durumları İslami açıdan kötü bile olsa insanlara şefkat ve muhabbetle yaklaşması gerekmektedir. Kin ve düşmanlık ise davette kesinlikle sonuç alıcı bir yöntem değildir.

Kıble ehli bir Müslüman hakkında şirk, küfür veya nifak içinde olduğuna dair şehadette bulunmamak hem davetçiler için hem de tüm Müslümanlar için en selametli yoldur. Aksi takdirde Allah-u Teala’nın ilmine müdahale etmiş oluruz ki Allah-u Teala’nın ilminde kimin ne durumda olduğunu bilemeyiz.[14] Hadis-i Şerifte: “Bir kimse birisine fasık veya kâfir ithamında bulunur da bu kimse böyle değilse ithamı kendisine döner”[15] diye buyruluyor. Sonucunda bu kadar büyük tehlike olan bir ithamda bulunmamak ihtiyata en uygun olandır. Ayrıca bu davranış Müslümanlara gösterilmesi gereken şefkat ve merhametin de gereğidir.

Müslüman’ın ister ailevi yaşantısında olsun ister de günlük yaşantısında olsun diline lanet, küfür ve bedduayı almaması ona yakışan davranıştır. Hadis-i Şerifte; “Kim Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa hayır söylesin yahut sussun”[16] diye buyruluyor. Herkes gücü oranında bu hadisin gereklerini yerine getirip günah olmazsa bile faydasız boş konuşmalardan yüz çevirmelidir. Ancak bunun en azından bir ilk adımı olarak yalan, gıybet, koğuculuk gibi büyük günahlarla beraber lanet, küfür ve bedduadan da kaçınmalı, ayrıca zorunlu olmadıkça ister doğru, ister yalan, ister kasten, ister de unutarak olsun Allah (cc) adına yemin etmekten de sakınmak gerekir. Özellikle dili buna alıştırmamak lazım. Alışan dili de alıkoymak gerekir.

Kızgınlık hallerinde kızgınlığın bir izharı olarak “Allah seni affetsin”, “Allah iyiliğini versin” gibi sözler hem kızgınlık için bir rahatlama vesilesi hem de dua olduklarından oldukça güzeldirler.

Son olarak konumuzu Hz. Ali’nin vali olarak atadığı bir şahsa söylediği şu sözlerle noktalıyoruz:

“İnsanlara canavarın sürüye bakması gibi bakma. Onlara karşı kalbinde sevgi, merhamet ve iyilik duyguları besle. Çünkü istisnasız bütün insanlar ya dinde kardeşin ya da yaratılışta eşindir. İnsanlar hata edebilir, başlarına iş gelebilir. Düşenin elinden tut, kendin için Allah'ın affını istiyorsan, sen de insanları affet, onları hoş gör ve bağışla. Allah'a asla karşı gelme. Affından dolayı asla pişmanlık duyma. Verdiğin cezadan dolayı da sevinme.”[17]

Davamızın sonu Allah'a (cc) hamdetmektir.

İnzar Dergisi

[1] Ramazan el-Buti, Hakeza fe’l Ned’u, Sh: 35/ Dr Ahmet Önkal, Resulullah (sav)’ın İslam’a Davet Metodu, Sh: 207

[2] Kehf: 6

[3] Şuara: 3

[4] Tevbe: 128

[5] Maide: 118

[6] Dr Ahmet Önkal, Resulullah (sav)’ın İslam’a Davet Metodu, Sh: 207

[7] Doç. Dr. Ömer Çelik, Usve-i Hasene, C:1, Sh: 215-216

[8] M. Hamidullah, İslam Peygamber, C: 1, Sh: 96

[9] Bidaye, IV, 350,352

[10] Buhari, Cihad ve Siyer, 98; Müslim, Selam: 10

[11] Hud: 36

[12] Ankebut: 14; Nuh: 59

[13] Abdulkadir Geylani, Füthûl Gayb, Sh: 174

[14] Abdulkadir Geylanî, Fütuh’ul Gayb, Shf: 174

[15] Buhari, Edeb 44. Müslim, İman 111

[16] Buhari, Edeb 31. Müslim, İman 75. Muvatta, Sıfat’ün-Nebi 22

[17] Muhiddin Seydi Çelebî, Buhari’de Yönetim Esasları Shf:1

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.