Dedesi A.Muttalib'in dilinden Sevgili Peygamberimizin Hayatı
Sevgili Çocuklar! Oğlumun acısını unutmaya çalışırken, aradan bir müddet geçmişti. Bir gün, yaşadığımız bu Mekke şehrinin güneyinde bulunan Yemen şehrinin Valisi olan Ebrehe adlı bir adamın, ordusuyla üzerimize geldiğini duydum.
Sevgili Çocuklar! Oğlumun acısını unutmaya çalışırken, aradan bir müddet geçmişti. Bir gün, yaşadığımız bu Mekke şehrinin güneyinde bulunan Yemen şehrinin Valisi olan Ebrehe adlı bir adamın, ordusuyla üzerimize geldiğini duydum. Meğer Kâ’be’mizi yıkmaya geliyormuş. Kâ’be, şehrimiz Mekke’de bulunan, “Beytullah” (Allah’ın evi) diye bilinen kutsal bir evdir. İnsanlar her yıl, her taraftan Kâ’be’yi ziyarete gelir, “hacı” olup dönerler. Biz Mekke’liler, Kâ’be’nin şehrimizde olmasından dolayı hep gurur duymuşuzdur.
Durup dururken Ebrehe’nin Kâ’be’yi yıkma isteğine anlam veremiyordum. Meğer bir gün Ebrehe, Yemen’deki insanların grup grup şehirden ayrıldıklarını görmüş. Vakit hac zamanıymış… Ebrehe, bu insanların nereye gittiklerini sorunca, Allah’ın evi olan Kâ’be’yi ziyaret için yola çıktıklarını öğrenmiş. İçindeki haset ve kıskançlık duyguları kabarmış. “Normal taşlardan yapılmış olan Kâ’be’de bu insanlar ne buluyorlar?” diye düşünüyor; “Ne özelliği var Kâ’be’nin?” diyormuş.
Kıskançlık duygularıyla dolan Ebrehe, Kâ’be’ye karşılık, adı “Kulleys” olan çok büyük bir ibadet evi yapmış. İçini ve dışını altın, gümüş ve değerli taşlarla süslemiş. Burayı bitirdikten sonra, insanları burayı ziyaret etmeleri için zorlamış. Kimsenin artık Kâ’be’yi ziyaret etmesine de izin vermemiş. Fakat tüm baskı ve zorlamalara rağmen, kimse Kulleys denen bu süslü yeri ziyaret etmiyormuş. Ayrıca insanlar, Ebrehe’ye bundan dolayı çok kızmışlar. Çünkü Kâ’be, Allah’ın evi olduğu için kutsal ve önemliydi. Ebrehe’nin yaptırdığı Kulleys ise, hiçbir kutsallığa ve değere sahip değildi.
Bu sebeple Nevfel adında bir adam, Ebrehe’ye kızıp onun yaptırdığı bu süslü yeri kirletmiş. Bunu bir bahane olarak kabul eden Ebrehe’nin, ordusuyla Kâ’be’mizi yıkmak için Mekke’ye doğru geldiğini duydum. Söylenildiğine göre ordusunun önünde adı Mahmud olan çok büyük kocaman bir fil varmış. Onun arkasında da 13 tane fil daha varmış. Önlerine gelen her şeyi yakıp yıkıyorlarmış.
Bu şekilde Ebrehe, ordusuyla Mekke’nin yakınlarına kadar geldi. Mekkelilerin otlaklarda olan tüm hayvanlarına el koydu. Hatta benim iki yüz devemi de alıp götürdü. Bunun üzerine, ben de Ebrehe’yle görüşmeye gittim. El koyduğu develerimi ondan almalıydım.
Ebrehe’nin, beni gördüğünde benden etkilendiğini gördüm. Çünkü ben, Mekke’de hatırı sayılır biriyim. Kendi kabilem olan Kureyş kabilesinin de başkanıyım. Ebrehe bana hürmet gösterdi, ikramda bulundu. Beraberce oturduk. Bana:
—İsteğin nedir? Diye sordu. Ben de:
—İsteğim, el koyduğunuz 200 devemi bana geri vermenizdir, dediğimde Ebrehe önce şaşırdı, sonra da öfkelendi. Ama bunu göstermemeye çalışarak;
—Seni ilk gördüğümde hoşuma gitmiştin. Kâ’be’yi yıkmamam için ricaya geldiğini zannetmiştim. Fakat görüyorum ki, sen sadece develerini istiyorsun. Kâ’be’yi yıkmamam için istekte bulunmadın, dedi. Ona:
—Ben sadece develerin sahibiyim. Onları isterim. Elbette Kâ’be’nin de sahibi vardır. Onu, O koruyacaktır, dedim.
—Kâbe’yi yıkmaktan kimse beni menedemez, diyerek kızdı. Ona karşı koyacak gücümüz olmadığı için:
—Orası beni ilgilendirmez. İşte sen, işte Kâ’be, dedim ve tekrar develerimi istedim.
Sonunda Ebrehe, develerimi geri verdi. Ben de Ebrehe’nin Kâ’be’ye bir şey yapmaması için develerimin hepsini kurbanlık olarak adadım.
Halk, çok korkuyordu. Onlara “Korkmayınız! Bu Kâ’be’nin sahibi vardır. Onu koruyacaktır!” dedim. Halka güven aşıladım. Ebrehe’nin askerlerinin zararlarından korunmaları için dağlara çıkmalarını söyledim. Sonra Kâ’be’nin kapısının önüne geldim. Kapının halkasına tutundum, Yüce Allah’a yalvardım: “Ey Allahım! Bir kulun dahi kendi evini korur. Sen de hürmeti ve saygınlığı tehlikeye uğramış olan bu evini koru. Onların güçleri, Sen’in gücüne asla üstün gelemeyecektir…” dedim.
Ertesi sabah Ebrehe, ordusuyla Mekke’ye yürüdü. Mekke’ye yakın bir yerde ordusunun başındaki Mahmud adlı kocaman fil, aniden durdu. Hepimiz dağlardan bakıyor, olanları seyrediyorduk. Ne yaptılarsa Allah’ın azabından korkup çöken Mahmud’u, yerden kaldıramadılar. Filin yönünü Mekke’nin tersi olan yöne doğru çevirdiklerinde fil kalkıp hızla uzaklaşıyordu. Mekke’ye doğru çevirdiklerinde ise bir adım dahi atmıyordu. Sanki yere saplanıp kalıyordu. Çünkü Allah’ın kutsal evine saldırılmayacağını, saldıranın da cezalandırılacağını Mahmud anlamıştı. Bir fil bile bunu anlamışken, Ebrehe anlamamakta ısrar ediyordu.
Onlar bu haldeyken, aniden binlerce kuş sesleri duyduk. Aman Allahım! Ne müthiş bir manzaraydı! Sanki yer-gök kuşlarla dolmuştu. Bu kuşlar (Ebabil Kuşları) kırlangıçlara benziyorlardı. Kuşlardan her biri; ikisi ayaklarında, biri de gagalarında olmak üzere üç adet ufak taş taşıyordu. Bu taşları Ebrehe’nin ordusu üzerine bırakıyorlardı. Bir anda her taraf ana-baba gününe döndü. Çünkü taşlar kime isabet ediyorsa hemen ölüyordu. Ordusu darmadağın olan Ebrehe de yaralandı. Ordusunu ve askerlerini bırakıp kaçtı. Daha sonraları duyduğuma göre, Ebrehe Yemen’e vardıktan sonra ölmüş. Böylece Yüce Allah küçük kuşlardan meydana gelen askerleriyle, Ebrehe’nin o gösterişli askerlerini öldürdü ve evi olan Kâ’be’ye zarar vermelerini engelledi.
Ben ve Mekke halkı, dağlardan tüm bu olanları hayret ve ibretle izliyorduk. Kuşlar gittikten sonra dağlardan indik. Ebrehe’nin askerlerinin derileri dökülmüştü. Meğer kuşların taşıdığı taşlar kime isabet etmişse, derisi dökülerek ölmüştü. Yüce Allah onları böylece cezalandırdı. Kendi evi olan Kâ’be’yi de korumuş oldu.
Çocuklar! Bu olaydan yıllar önce, kaybolan bugünkü Zemzem Kuyusu’nun yerini, rüyamda Allah bana göstermişti. Ben de onu bulup ortaya çıkarmıştım. Daha önce Mekke halkı her ne kadar bana saygı gösteriyorduysa da, bu olaydan sonra Mekke halkı, beni daha çok sevdi; daha çok saygı gösterdi. Çünkü Yüce Allah, Kâ’be’nin kapısının halkasına tutunarak yaptığım duayı kabul etmişti. Fakat ben, Yüce Allah’ın Ebrehe’yi cezalandırıp evini korumasına daha çok sevinmiştim. Daha önce adadığım kurbanlık develerimin hepsini kurban olarak kestim. Mekke’nin fakir ve yoksulları günlerce yiyip neşelendiler. Bu olay da “Fil Vakası” diye halkın arasında meşhur oldu.
Cahiliye (Bilgisizlik) Devri
Sevgili çocuklar! Yaşadığım bu zamanda insanlarımız hem Allah’a inanıyor, hem de adı Lat, Menat, Uzza, Hubel olan çeşitli putlara tapıyorlar. Putlar; hürmet ettiğimiz, kâhinler ve sihirbazlar danışıp sözlerini dinlediğimiz, fal okları ise başvurduğumuz sıradan şeylerdir. Ayrıca insanlarımızın hoş olmayan çok kötü birtakım adetleri de var: Kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeleri gibi. “Neden bunu yapıyorlar?” Dediğinizi duyar gibiyim. Çünkü kız çocuklarından utanıyorlar. Bu kötü adet içimize ne zaman yerleşmiş, nasıl kabul görmüş; doğrusu ben de hatırlamıyorum. Fakat düşünüyorum da bu, olsa olsa içimizdeki akılsızların ve Allah’tan korkmayanların işidir. Ama ömrümün şu son günlerinde genellikle tüm Araplarda kötülüğün hızla arttığını görüyorum. Bu gidişattan endişe etmemek mümkün değil!
Çünkü haksızlık ve zulüm her tarafı sarmış. İyilik adına ne varsa yeryüzünden silinmiş. İnsanların birbirlerini öldürmeleri çoğalmış… Güçlü olanların zayıfları ezdiğini, kabilelerini basıp kadın ve çocuklarını esir aldıklarını çokça duyuyorum. Hırsızlık ve fuhuş çoğalmış ve gittikçe artıyor. İçki ve kumar ise halkımızı birbirine düşürmüş. Yani insanlarımız ahlâktan ve faziletten gittikçe uzaklaşıyorlar.
Ayrıca duyduğuma göre şu anda dünyanın diğer ülkeleri de bizim gibi bozulmuş; ahlâktan, faziletten ve doğru yoldan uzaklaşmışlar. Gerek Rum (Bizans) ve İran, gerek dünyanın diğer ülkeleri olsun, oralara giden ticaret kervanlarımızdan duyduğuma göre, dünya tamamen ahlâktan ve faziletten uzaklaşmış, adeta bir “cahiliye devri” yaşıyor. İnsanların böylesine cahilce bir hayat yaşadıkları başka bir devir ne duydum, ne de gördüm. İçki, fuhuş, hırsızlık ve kız çocuklarını diri diri toprağa gömmenin doğru şeyler olduğuna inanmadığım için, sevgili çocuklar; asla içki içmedim, fuhuştan nefret ettim, hırsızlık yapanı cezalandırdım. Kız çocuklarını diri diri gömenlere de elimden geldiğince engel oldum. Fakirleri ve yoksulları her zaman doyurdum. Çünkü ben, bu dünyanın dışında başka bir dünyanın olduğuna inanıyorum. Orada iyilik edenler mükâfat, kötülük yapanlar da ceza görecekler.
Bu sebepledir ki Allah’ın evi olan Kâ’be’yi ziyaret edip, hacı olmak için gelen tüm insanlara Zemzem suyu ikram eder, ziyafetler veririm. Hatta Ramazan ayında da yalnız başıma Hira Mağarası’na gider, çokça düşünür, Allah’a dua ile meşgul olurum. Bunu ilk defa adet edinen benim. Bu nedenle zaman zaman duyuyorum ki, halkımız bana atam İbrahim Peygamber’e nispeten, “İkinci İbrahim” diyormuş.
Oğullarıma da sürekli ahlâklı ve faziletli olmalarını tavsiye ediyorum. Size de bunu tavsiye etmekten mutluluk duyarım. Çünkü insan doğru sözlü, iyi huylu, cesaretli, adaletli, cömert, iyiliksever, şerefli ve saygın olduğu müddetçe ahlâklı ve faziletlidir. Böylesi insanları herkes sever, sayar, saygı gösterir. Bu zamanda bu özellikleri taşıyan insanlar az bulunur.
Fakat laf aramızda Sevgili Torunum Muhammed’in bu özelliklerin hepsini, hatta daha fazlasını taşıyacağına, şanı büyük bir insan olacağına inanıyorum. Çünkü birçok kâhin, sihirbaz, kral ve Yahudi ile Hıristiyan din adamı, bunu bana çokça söylediler. Bu sebeple Torunumun büyük bir insan olacağını her zaman, her yerde söylemişimdir.
İnzar Dergisi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.