'Devlet ve PKK akil adamlar listesi oluşturuyor'
Bugün, üzerine daha yoğunlaştığımız bir müzakere sürecini ele almaya çalışacağız. Devlet PKK ile masaya oturulmaz noktasından Öcalan’la direkt müzakerelere başlamış görünüyor. Kamuoyunun geneli “Eğer ölümler bitecekse müzakereler sürsün” kanaati içinde. B
Sizce Öcalan, sorunun çözümünde gerçek bir muhatap mı? Etki alanı nedir?
Öcalan’ın sorunun çözümünde şuan doğru yararlanılırsa kolaylaştırıcı bir pozisyonda bulunuyor. Bu pozisyonun en büyük sebeplerinden bir tanesi örgüt üzerindeki hakimiyetidir ki, bu hakimiyet esas olarak PKK içerisindeki farklı düşüncede olan insanların üzerinde ittifak ettikleri bir isim olmasından kaynaklanıyor. Öcalan ismi ve ona yüklenen “önderlik” sıfatı PKK içerisinde örgütün dağılmaması noktasından da kaynaklanıyor ki, KCK sözleşmesinde Öcalan’ın rolünü çok net görebiliyoruz. Sözleşmenin 11. maddesine göre Öcalan temel konularda tartışmasız en son karar mercii. Kendisinin atadığı Yürütme Konseyi’nin bütün kararlarının onay için gittiği son adres. Yani Öcalan PKK için yasama, yürütme ve yargı organlarını elinde bulunduran mutlak iktidar demek. Öcalan’ın bu konumu İran’daki “Velayet-i Fakih” kurumunu andırıyor. Öcalan’ın etki alanı bütün PKK’dır…
Kandil’dekiler Öcalan’ın söyleyeceklerini yerine getirir mi?
Kandil görünürde Öcalan’ın söylediklerini yerine getirir. Kandil içerisindeki bazı gruplar Öcalan’a direkt cephe almazlar, ama alttan alta süreci baltalamak için ellerinden geleni yaparlar. Çünkü, öteden beri “Öcalan zaten Türk devleti elinde esirdir ve sağlıklı karar veremez” cümleleri çok dillendirildi. Bu saatten sonra Öcalan da Kandil’i direkt karşısına alan kararlar almaz, Kandil de Öcalan’ı by pas etmez. Eğer yabancı servisler Kandil üzerindeki gruplar üzerinde egemen olmazsa Kandil Öcalan’ı dinler. Ama birileri Kandil içerisinde bazı kesimleri PKK’ya rağmen sürece karşı doğrultursa bu PKK içerisinde bir çatışmayı da beraberinde getirir.
Yeni süreç Kürtçü hareket içinde bir bölünmeye sebep olur mu?
Dünyanın bütün pratikleri bize şunu gösteriyor: Bu tür silâhsızlandırma çalışmalarında bazı gruplar mutlak suretle bu işe karşı çıkarlar ve ayrı bir yol tutarlar. PKK’da daha önce Vejin Grubu olsun, Osman Öcalan, Nizamettin Taş gibi isimlerin ayrılması olsun zaten bu bölünme dönem dönem yaşandı, ama ana gövdeye çok büyük zarar veremedi. Bu süreçte PKK içerisindeki İran-Suriye grubunun kısa vadede olmasa da uzun vadede ayrı bir yola girmesi muhtemeldir. Belki bunları örgüt içerisindeki Alevî kanat da takip eder ki, bana göre bu kısa sürede olmaz. Belki ilerleyen zamanlarda işin rengi net ortaya çıkınca daha da belli olur.
Gerek PKK içerisinde, gerekse de PKK dışındaki Kürt hareketlerinde bugün alttan alta dillendirilen “Bağımsız Kürdistan” fikri etrafında yeni oluşumların ortaya çıkması muhtemeldir ki, bunun engellenmesinin temel yolu Türkiye Cumhuriyeti’nin yeniden inşa edilmesi, kurulması ve Birinci Meclisteki gibi herkesin kendini kendi kimliği ifade etmesidir.
Kürtçü siyaset için daralan bir çember var mı?
Kürt siyasetinin geleceğini seküler Kürtlerle dindar Kürtler belirleyecek. Seküler Kürtlerin en büyük temsilcisi olarak PKK karşımıza çıktı, ama ne yazık ki dindar Kürtler içerisinden çok güçlü bir hareket çıkmadı. Dindar Kürtler büyük oranda Millî Görüş geleneğine, Özal ve Erdoğan’a yoğun bir kredi açtılar. Ancak son geldiğimiz noktada bu sıkışmışlığın farkına varan PKK ve BDP kendi içlerinde daha dindar bir politikaya doğru kaydılar. Örneğin Hakkâri Belediye Başkanı’nın “Kur’ân’da Fitne” isimli bir kitabı bulunuyor. Bu tip insanlar daha görünür oldular. Son geldiğimiz noktada Hüda-Par’ın kurulması-Azadi İnisiyatif’in etkinliği daralan siyasî hareketi biraz daha genişletmeye çalışıyor.
Mustazafların parti kurması Kürtçü harekette ne gibi etkiler ortaya çıkardı?
Mustazaflar Hareketi kapatıldıktan sonra bu hareketin mensupları bir siyasi oluşum ortaya çıkardılar ve Hüda-Par’ı kurdular. Hüda-Par’ın da, Mustazaflar’ın da ağırlıklı tabanı eski Hizbullah Cemaati mensuplarından oluşuyor. Hüda-Par’ın parti programına baktığımızda İslâmî ve Kürdî ağırlığı olduğunu görüyoruz. Bu hareket bölgede BDP’ye karşı ağırlıklı olarak konumlanmış gibi gözükse de AK Parti’den ciddî anlamda oy alabilir ve BDP’ye gitmiş olan emanet oyları da partiye kanalize edebilir. Burada esas olarak dindar Kürtler içerisinde kucaklayıcı olup olamayacağıdır ki, bence bu noktada hâlâ kendilerine şüphe ile yaklaşılıyor. Hüda-Par’ın kurulması ile birlikte biz Kürt siyasetinde daha dindar temaların ağırlıkta olduğunu ve bu noktada da BDP’nin de katı seküler yapısını yavaş yavaş terk ettiğini göreceğiz.
Bir diğer taraftan özellikle Diaspora’daki Kürt hareketleri de artık dindar Kürtlere ve dindarlığa olan bakış açılarını değiştirmek durumunda kalacaklardır. Bu değişim Hüda-Par’ın çizgisinden ziyade Kürtler arasında siyasî dindarlığında günden güne artmasından kaynaklanıyor. Bir diğer taraftan şu unutulmamalıdır. Meselâ hem Hüda-Par’da, hem Azadi inisiyatifinde, hem de BDP’de Üstad Said Nursî’ye sahiplenme olduğunu görürsünüz. Onun Kürdî kısmına vurgu yapan söylemler olsa da bu tip değerlerin sorunun çözümünde nasıl ortak payda olduğu görülüyor.
Yeni süreçte BDP’nin Öcalan’dan daha sert açıklamalar yaptığı söyleniyor. Bunun sebebi nedir?
Öcalan bu yeni süreçte daha yapıcı ve daha gerçekçi bir yerde duruyor. Öcalan bu süreçte çözümü sağlayamazsa kendi karizmatik kişiliğinin de erozyona uğrayacağını ve Ortadoğu denkleminde bu şekilde PKK’ya yer olmadığını biliyor. Kaldı ki, bu mesele her iki kişiden birinin oyunu alan AK Parti ve yüzde 95’e yakın temsil kabiliyeti olan bir meclisle bu süreçte çözülemezse bundan sonra çözümü daha da zorlaşır. Dikkat edin Türkiye toplumunu geren açıklamalardan bir çoğunu şu an Öcalan’dan duymuyoruz. Bu nedenle sert mesajlar Öcalan’dan ziyade PKK içerisindeki farklı komutanlardan gelebilir ki, bu da zaten anlaşılır ve normal bir durum olarak karşımıza çıkar.
Merdiven stratejisi uygulanacağı söyleniyor. Sizce iki tarafın da derin güçleri tarafından bir provokasyon yapılırsa süreç çöker mi? Provokosyon olacağı kesin. Bunun sınırı ne olacak?
Ben iki ay önce Filipinler Moro’da silâhsızlandırma çalışmalarını bizatihi yerinde inceledim. Dünyada incelediğim bir çok yerde bu süreçlerle alâkalı olmazsa olmaz kuralların başında güven geliyor, yani tarafların birbirine güven duyması ki, bu ne yazık ki hâlâ devlet ve PKK arasında sağlanmış değil. Bunu bilen güçler süreci bu noktadan provoke etmek için ellerinden geleni yapacaklardır. Güney Afrika’da barış görüşmeleri devam ederken Mandela’nın evlâtlığı öldürüldü.
Paris’te Sakine Cansız ve iki kişinin öldürülmesi ile birlikte bu süreç başlatılmış oldu. Sakine Cansız MİT ile görüşmeleri gerçekleştiren isimlerin başında geliyordu Avrupa’da ve bu cinayet çok profesyonel, zamanlaması iyi hesaplanmış ve iyi hedef seçilerek yapıldı. Bir taraftan PKK içerisindeki ilk kurucu kadroda yer alması, Öcalan’a olan itaatı ve kadın hareketindeki varlığını iyi bilenler onu ve arkadaşını öldürerek güven bunalımını sağlamaya başladılar. Bana göre Cansız cinayeti ne PKK’nın iç hesaplaşması ne de derin devletin işidir. Bu cinayet tamamıyla yabancı servislerin işidir ve süreci baltalamaya yöneliktir. Kim işleyebilir sorusunun cevabı bence bu süreçten kim veya hangi ülkeler zararlı çıkar noktasından bakmakla sorunun cevabı bulunur.
İran-Irak-Suriye-Almanya-Amerika politikalarının açılıma etkisi nedir?
Esas sorunlardan bir tanesi burasıdır. Amerika süreçle ilgili olumlu yönde desteklediğinin açıklamasını yaptı. Ama, Irak, İran, Suriye ve Almanya bu noktada bir açıklamada bulunmadı ki bana göre bu ülkeleri iyi takip etmek gerekiyor. Suriye ve Maliki’nin bu açılımı ve bu müzakereleri desteklemediğini buna göre politika geliştirdiğini biliyoruz. İran sessiz olduğu için görüşlerini tam olarak öğrenemiyoruz, ama bu süreçten çok da hoşlandıklarına inanmıyorum. Bu nedenle bu süreç içerisinde PKK içerisinde yukarıdaki ülkelere yakın olan yöneticilerin açıklamalarına ve konumlarına iyi bakmak gerekiyor. Süreci bu anlamda oradan okumalıyız. Örneğin, Cemil Bayık, Mustafa Karasu, Duran Kalkan, Ali Haydar Kaytan, Nurettin Sofi ne Bahoz Erdal’ın açıklamalarını Karayılan’ın dışında iyi takip etmek gerekiyor.
Devlet, bütün provokosyonlara rağmen özgürlükler konusunda adım atabilir mi?
Burada bir şeyin karıştırılmaması gerekiyor. Bir taraftan her iki tarafın elinde silâhlar susmuş değil. Diğer taraftan da yürütülen müzakereler ile silâhın susturulması hedefleniyor. Özgürlüklerin önünde silâhlar engel olduğu için öncelikle onun susması gerekiyor. Hükümet bütün bunlardan bağımsız olarak anayasa değişikliğini es geçmemeli ve bu süreçte bu hızlandırılmalı. Türkiye’nin öteden beri en büyük kaybı bu oldu. Sürekli olarak silâhlı eylem ve provokasyonlar özgürlükleri engelledi. Diyelim ki PKK silâh bırakmaktan vazgeçti, peki hükümetin özgürlüklerden vazgeçmesi mümkün olur mu? Bana göre olmaz ve olmamalıdır.
Son dönemde tartışılan müzakere sürecinde milliyetçiliğin engelleyici etkisinin nasıl olacağını düşünüyorsunuz? Milliyetçilik duvarı aşılabilecek mi?
Türkiye’de insanlar eski Türkiye’nin söylem ve davranışlarından büyük oranda uzaklaştılar. Türkiye’de milliyetçiliğin tanımı da yavaş yavaş değişti. Türkiye’de gerçek milliyetçiler silâhın susmasına, kardeşliğin pekişmesine, özgürlüklerin gelişmesine itiraz etmezler. İtiraz edenler her şeyi siyaseten görenlerdir. Bakmayın burada Bahçeli her ne kadar sert söylemlerde bulunsa da tavrı bence yapıcıdır ve böyle devam ederse önemlidir. Ülkücüler sokaklardan çekilmiştir bu bile geldiğimiz noktada çok önemlidir.
Bu tür süreçler ya güven bunalımı ile ya da gerginlikler üzerinden baltalanır ki, buna prim vermeyeceğini Türkiye halkı Oslo görüşmelerindeki tavrında ortaya koymuştur. Eğer siyaset yapıcılar ve kanaat önderleri ve medyamız bu süreçte insanı incitmeyen bir dil kullanırsa Allah’ın izniyle bu işin üzerinden geleceğiz.
Bundan sonra bizi nasıl bir süreç bekliyor?
BDP heyeti İmralı’ya gitmeden üç gün önce bu heyetin İmralı’ya gideceğini yazmıştım. Öncelikli meselenin çatışmasızlık olduğunu, daha ortak bir yol haritası oluşturulacağını, PKK’nın sınır dışına çekilmesi gerektiğini ısrarla belirtiyorum. Bu bakımdan Sakine Cansız cinayeti sonrasında Öcalan’ın vereceği mesaj çok önemli. Bu nedenle o mesaj sürecin bundan sonraki yol haritasının ne tür engellemelerle karşılaşacağını da ortaya koyar. Önümüzdeki haftalarda büyük bir ihtimalle devlet ve PKK, “akil adamlar listesi”ni Irak’ta belirleyecek. Bununla birlikte Sakine Cansız vb suikastler için de dikkatli olmak gerekiyor. Toplumun üzerinde ittifak ettiği isimlerin de bu süreçte korunması gerekiyor ki, süreçle ilgili hem güvensizlik sağlanmasın hem de korku oluşturulmasın. Her şey yolunda giderse PKK’nın Mayıs ayında sınır dışına çekilmesini bekliyorum. Bu süreç hem kısa sürede sonuçlanacak bir süreç değil, bu nedenle yıllarca sürecek bir süreçten bahsediyoruz. Hep beraber sabırlı olmayı öğrenirsek bu süreci ufak kazalarla atlatacağız. (H.Hüseyin Kemal/Yeni Asya)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.