Faruk KILIMAN
Dostum! Neden Bana Sahip Çıkmadın?
Zifiri karanlık tüm hüznü ile geceden daha koyu bir karanlığın içine saplanmış olan Kadir’i kaplamış ve yalnızlığına eşlik ediyordu. Saatin tik tak sesleri Kadir’in iç dünyasına birer balyoz gibi iniyordu.
Kadir’in bakışları geceye bir mızrak gibi saplanmış, donmuştu adeta. İç aleminde okyanusları yerinden kaldıran gelgitler, ağaçları yerinden sökecek fırtınalar yaşanıyordu…
Yumruklarını isyan edercesine sıkıp duruyordu. Ansızın masaya balyoz gibi bir yumruk indirdi ve; yeteer, yeteer!!!
Feryadı ile gecenin yalnızlığını bir neşter gibi yırtıverdi.
Patlamış bir volkan gibiydi; gürlüyor, inliyor, sızlıyor, haykırıyor ve hıçkırarak hüngür hüngür ağlıyordu. Saat tüm seslerini toplamış, yerini Kadir’in hıçkırıklarına bırakmıştı. Yüzünü bir sarmaşık gibi saran uzun saçları ve sakalı gözyaşlarına bulanmıştı.
Hem bir çocuk gibi hıçkırıyor hem de kendi kendine; “Kadir! Sen nasıl bu hallere düştün? Sen bu olamazsın? Sen bunları yapamazsın? Bu yol senin yolun değil, olamaz, olmamalı… Erteledikçe daha da batıyorsun! Artık dayanılacak gibi değil, hemen bir çözüm bulmalısın. Yalnız bunca isyana ve kirlenmişliğe rağmen hangi yüzle Allah a yalvaracaksın. Gerçi artık inandığın Allah ile ilgili de aklında bin bir şüphe oluşmuş durumda! Geçmişte okunan Kur’an-ı Kerim sana iyi geliyordu. Eğer bu esaretten kurtulmak istiyorsan her şeye rağmen oradan başlamalısın.” şeklinde kendi kendine konuşup duruyordu…
Kadir Kur’an-ı Kerim dinledikçe aklına daha önce beraber aynı ortamı paylaştığı bir arkadaşı gelir. Sabah arkadaşlarıyla ona haber salar. Haberi alan kişi, büyük bir endişeye kapılır. Çünkü bazı sebeplerden dolayı uzun zamandır görüşemiyorlardı. Bir şekilde kendisiyle iletişim kurup, bir sıkıntı olup olmadığını, sorar. Yalnız Kadir, sadece akşam bir yerlerde buluşmaları gerektiğini söyler. Arkadaşının endişesi ise bir kat daha artar. Akşam olduğunda arkadaşı fırtına gibi yollara koyulur.
Buluşma yerine yaklaştıkça, kalp atışları adımlarıyla yarışır hale gelir. Kadir’i görünce tanıdığı eski Kadir ile yeni Kadir arasında bir bağ kurmaya çalıştı. Çünkü ikisi arasında dağlar kadar fark vardı.
Kadir’in saçları uzamış ve dağınık bir şekilde gözlerinin üzerine dökülüvermişti. Gözler sanki çalıların ardından etrafı süzer gibi ürkekti. Göz altları morarmış ve şişmişti. Dağınık sakalı acının hüzünlü fotoğrafını tamamlayan son parça gibiydi. Küçük bir duraksamadan sonra birbirlerine sımsıkı sarıldılar. Kadir suyla ferahlamışçasına, çölde kaybolan bir yavru anasına kavuşmuşçasına arkadaşını sımsıkı sarmıştı. Çünkü Kadir’in yüreği yanıyordu, çünkü kadir yetimliği hücrelerine kadar yaşıyordu!
Birbirlerini sorduktan sonra, Kadir acı bir şekilde gülümseyerek; “Dostum! Neden bana sahip çıkmadın? Ben içkiye …” dedi. Arkadaşı bu cümleler üzerine beyninden vurulmuştu, adeta. Kadir’den susmasını istemişti. Mesele ciddiydi ve ayaküstü konuşulacak gibi değildi. Bir eve geçip orda baştan aşağı konuşmaya karar verdiler.
Eve geçince Kadir; hem terk ettiği namazları, ateistliğe doğru yol alışını, kafasında oluşan şüpheleri, bulaştığı alkolü, kötü yolları ve bu karanlık yoldan kurtulmak için çare olarak arkadaşının aklına gelişini anlatıyordu.
Kadir gözyaşları içinde anlatıyor, arkadaşı da gözyaşları içinde hem Kadir’e hem de onu sahipsiz bırakışına ağlıyordu. Arkadaşını en çok yaralayan cümle ise; “Dostum! Neden bana sahip çıkmadın?” sorusu olmuştu. Yaşanan bu olay mutlu sonla bitse de geriye alınacak birçok ibretlik ders bırakmıştı.
Şimdi sorumluluk sahibi herkesin bir kez daha düşünmesi gerekir. Etrafta sizden Kadir gibi bir dokunuş, içleri ısıtan bir çift göz, ellerinden tutulmasını bekleyen bir el bekleyen nice Kadirler varsa! İşte şimdi geç olmadan arkadaş, komşu, kardeş, akraba ve vatandaş Kadirlere ulaşmamızın tam zamanıdır!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.