Said El KURDİ
Dün ETÖ… Bugün FETÖ… Yarın???
Sabık devrin darbe müdavimlerinin çırpınışlarını ibretle izliyoruz.
“Tek parti” dönemine, bu dönemden miras kalan sığ ideolojik kalıntılara yaslanan kesimlerin kendilerini “temize çıkarmak” için Fetullah Terör Örgütü'nü nasıl da deterjan niyetine kullandıklarını şaşkınlıkla izliyoruz.
1960 darbesinden tutun da en son 27 Nisan e-muhtırasına kadar her darbenin, her muhtıranın altından çıkan malum kesim, FETO üzerinden oluşan konjonktürel durumdan istifade ederek “darbe karşıtı” zemine konumlanmaya çabalamaktadır. Ergenekon davalarının sulandırılmasını iyi bir makyaj malzemesi olarak kullanarak “iyi adam” rolünü canlandırmaktadırlar.
Ortam karışık, kafalar daha da karışık. Darbe girişimi bağlamında henüz cevap bulamamış soruların çokluğu, ortaya atılan her iddiaya gerçeklik payı veriyor. Bu durum, ister istemez komplo teorilerine kapı aralıyor. FETÖ'nün kumpasçı/darbeci konumunu irdelemek, aynı zamanda birçok kesim için “arınma” malzemesi olarak işlev görmektedir.
Tam da bu noktada sabık devrin darbe müdavimleri devreye giriyor. İnsan karakterinin karaborsaya düştüğü bu karmaşık ortamda, en fazla kar edecek tüccar mantığıyla hareket ediyorlar. Darbelerin kötülüklerini anlatıyorlar; vatan, millet edebiyatı yapıyorlar. NATO'dan girip Pensilvanya'dan çıkıyorlar. Kumpastan girip FETÖ fırsatçılığının sahillerine ulaşıyorlar. FETÖ eksenli teşhisi mucit edasıyla ortaya döküyorlar. Ve bunu “Laik/Kemalist maharet” addediyorlar.
Oysa bu kesimin unuttuğu bir şey var.
Sokaktaki ümmi bile FETÖ'ye artık gereken teşhisi koyabiliyor. FETÖ-ABD işbirliğine dayanan bilumum kumpas ve darbe girişimini görüp mahkum edebiliyor. Hatta sokaktaki ümmi, darbeleri gereğince mahkum ederken konumlarını darbe kültürüne borçlu olan bu kesimden daha tutarlı bulunuyor. Çünkü sokaktaki ümminin geçmişinde 27 Mayıslar yok, 12 Eylüller yok, 28 Şubatlar hiç yok.
Kısacası darbecilikleri geçmiş uygulamalarıyla tescilli olan bu malum kesim, şu anda darbe girişimi üzerinden FETÖ'ye dadanarak tasfiye edildikleri noktalara birer “Tapınak şövalyesi” edasıyla geri dönmeyi arzuluyorlar.
Oysa;
Türkiye bir NATO ülkesi. NATO ise Türkiye için bir pranga işlevi görüyor. Türkiye, bu illet çemberinde kalmayı sürdürdüğü müddetçe belalardan kurtulmaz, darbe tehditleriyle baş etmez, edemez. Darbe geleneğinin Laik/Kemalistlerle anılır olması ve tüm darbelerin Laik/Kemalist kesimlerin eseri olması, aslında salt içerdeki dinamiklerle açıklanamaz. Amerika'dan icazet alıp NATO denen lanetli teşkilata akredite olmak, aynı zamanda gerektiğinde Türkiye'yi hizaya sokmak için işi darbe yapmaya kadar vardıran bir olgu içerir.
Dolayısıyla devletin kritik noktalarına hâkim olmak, aynı zamanda NATO akreditasyonuyla ilişkili bir durumdur. Ergenekoncular olarak ifadesini bulan sabık devrin darbe müdavimlerinin bugün temizlenme ritüeli olarak kullandığı FETÖ ile olan mücadelelerinin altında yatan asıl neden de işte budur.
Daha düne kadar CİA'nın “Bizim çocuklar” diye nitelediği sabık devrin darbecilerinin bugün CİA evlatlığı olan üvey kardeşleri FETÖ'ye diş bilemelerinin tek nedeni, ABD/NATO nezdinde yeniden kabul görme çabalarından başka bir şey değildir. Çünkü kendileri de çok iyi test edip gördükleri gibi o noktalara gelmek ancak akreditasyonla ilgili bir durumdur ve şu anda FETÖ üzerinden yürüttükleri “arınma” çabalarının tümü bu amaca matuftur.
O halde Türkiye artık bir karar vermeli. Ne oluyor da ABD/NATO akreditasyonunu kapan asker bürokrasisinin içindeki kesimler bir anda “özgürlük” söylemlerinden darbeci eylemlere savrulabiliyorlar?
Kemalist kesim akredite iken müzmin darbeci idi; “Özgürlük” hasretiyle yanıp tutuşan FETÖ akreditasyonu kapınca bir anda darbeci oluverdi.
Artık öyle bir gelenek oluşmuş ki, askeri bürokrasinin kilit noktalarına yerleşen gruplar, bir şekilde mutasyon geçirerek “Kurt Adam”a dönüşen film karakterleri gibi bir anda darbe heveslisi kesiliyorlar. Burada darbe heveslisi kesilen gruplar her yönüyle eleştirilebilir. Pahalıya patlasa da tasfiye yoluna da gidilebilir. Ancak bu durumun kalıcı bir çözüm üretemediği de ortadadır.
Geleneksel darbeciler şöyle veya böyle Ergenekon vs operasyonlarıyla tasfiye edilince artık darbe geleneğinin de geride kaldığı kanaatleri oluşmaya başlandı. Fakat FETÖ'nün son kalkışması, meselenin sadece darbecilik hastalığına yakalananlarla sınırlı olmadığı, bu sorunun köklerinin çok daha derin mahfillere uzandığı gerçeğini ortaya koydu.
Açıkça belirtmek gerekirse darbecilik bariz bir hastalıktır ve bu hastalık, Türkiye'nin entegre olduğu uluslararası sistemden mikrop kapmaktadır. Askeri bürokrasiye hâkim olmak ancak ABD/NATO nezdinde akredite olmakla mümkündür, NATO ise gerektiğinde darbe yapmak üzere “döl yatağı” pozisyonunu icra etmektedir.
Bu durum tartışılmaz bir gerçekliktir. Türkiye, darbelerle bir daha yüzleşmek istemiyorsa, maşalardan ziyade darbeler için “döl yatağı” işlevini gören uluslararası teşkilatlarla ilişki biçimini gözden geçirmelidir.
Aksi halde dün ETÖ vardı, bugün FETÖ! Yarın bir başkasının sürpriz yapmayacağının hiçbir garantisi yoktur.
Çünkü üyesi bulunduğunuz NATO, sizi hizada tutmak için akvaryumda balık yetiştirir gibi kendi bünyesinde darbeci yetiştirmektedir.
NATO üyesi kaldığınız müddetçe;
Ya bölgesel ve uluslararası ilişkilerinizde “hizada” kalırsınız, Ya da darbecilerin soğuk nefesini ensenizde hissedersiniz! Bu üyelik biçimiyle başka da bir şansınız bulunmamaktadır.
Dün ETÖ'yü doğuran teşkilat, bugün FETÖ'yü doğurdu. Yarın bir başka evlat doğurmayacağının hiçbir garantisi yok.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.