Mehmet Ali GÖNÜL
Dünden Bugüne Müziğimiz!
Bir ara uçakla memlekete giderken, yeni terhis olmuş bir gençle tanıştım. Telefonumdan kemanı ağlatan ve aynı zamanda kemana hissiyat fısıldatan Farid Farjad’ı dinliyordum. Dinlemek isteyince ona verdim. Bir müddet sonra kulaklığı çıkarmış, bulutlara bakıyordu. Dalmış gibiydi. Nasıl buldun dedim. “Eğer askerde bunu dinleseydim intihar ederdim. Çok hüzünlü…” dedi.
Bir an durdum. Müziğin halet-i ruhiyemiz üzerindeki etkisini düşündüm. Halbuki ben dinlerken -Allah’a sığınırım- aklıma bu tür düşünceler gelmemişti. Bilakis farklı duygularla dinler, geçmişi zihnimde yad ederim.
Aynı şekilde zaman zaman Kitaro’yu dinlerken sanki gökyüzünde uçarak doğayı seyrediyormuş gibi duygu seline kapılıyor insan. Beethoven’in 9. Senfoni’si gibi klasik müzikte baş yapıt olmuş eserler ile Itri gibi isimler; insanlığın ortak değeri, hissiyatı, ritmi ve notasıdır.
Buna paralel olarak doksanlı yılların müziği, tıpkı inancımız gibi coşkun ve kabına sığmaz bir nitelikte idi. Sözlerinin, bestesinin ve müziğinin gücü, mücadelesinin ruhundan gelirdi. Batıda “Şehit Tahtında Rabbe Gülümser”ken doğuda “Kan, Şehadete Çağrı Yapan Mesajdır Bize” sesleri yükseliyordu. Bir yerde marşlar “Şehitler Kervanı” ile beraber yazılırken diğer tarafta “Bir Güneş Doğuyor” ve bu ruhun gençleri “Kalksam ve dirilsem” ezgileri söylüyordu.
Önlerinde aydınlık bir gelecek düşleyen nesil olarak tek yürek ve tek tip bir özgünlükle yola devam ettik. Aynı şekilde giyinen, aynı müziği dinleyen, aynı stili evine ve hayatına yansıtan, aynı kitapları okuyan bir nesil… Değişen dünya şartlarında değişen müzik ve anlayışlara savrulduk. 90’ların direnişi gibi, müziği de nostaljik olarak yad ettik…
İlk sekte, 28 Şubat’tan başladı İslam kokan her şeye zulümde olduğu gibi. Sindirdikçe sindirdi zulmün postalı ve zamanın ruhu.
Sonrasında hasretle yoğrulan bir ajansımız/ÖZLEM AJANS doğuverdi. Sesine aşina olunanların yüzleri de görünür oldu. Sıkıntılar sürecindeki imtihan döneminde özlem ve hasret kokan sesler, notalar yavaş yavaş yükseliverdi.
Gür sesler, tatlı tonda yumuşak ritimler, nostalji kokan notalar ve “İlahi Nağmeler” yükselince; başlar yükselmeye, yüzler gülümsemeye, kulaklar odaklanmaya başladı. CD, DVD alışverişlerine yetişemeyen hasretler, artık telefonlardan özlem gideriyordu.
Fakat ÖZLEM AJANS’ı unutur gibi olduk sanki. Youtube kanalına veya sosyal medya hesaplarına bir türlü bakmaz olduk. Halbuki ilk göz ağrısı unutulur mu?
Acaba doyum noktasına mı ulaştık, yoksa kendi değerimiz ve kültürümüzü küçük görmeye mi başladık?
Eskiyi yad ederken yeninin bize ait olduğunu, sahiplenilmesi gerektiğini unutan bi-vefa ehli mi olduk?
Değer sahibi olmak mümkün de bağlı kalmak mı zor geliyor acaba?
90’ların kollektif ruhunun günümüzün bireysel ruhuna dönüşmediği konusunda hemfikirsek bu ruhu; kendi ruhumuzla barıştırmalı, sahiplenmeli, idealimizin sesi ve tınısı olduğunu unutmamalıyız. Bu uğurda bedeli ağır bir sürecin meyvesinin en güzel yönü, müzikte İslami tınının da var olduğunu piyasaya kabul ettirmekti.
İnsanlara helal ve isyan kokmayan bir usul ve metotla, yürek davamızın yeni nesle ve yeni arayışlara alternatif olduğudur. İnancımızın sesini, ritim ve nota sesiyle insanlığa ulaştıran ÖZLEM AJANS’ın emeğini takdir ederek desteğimizi hak ettiğini düşünüyorum. İster nostalji deyin ister gerçekler deyin, “Dünden Bugüne Özlem Ajans” adlı bir çalışmanın hatırlattıklarını yazamadan edemedim.
Sidney Finkelstein, “Müzik Neyi Anlatır?” adlı eserinde müziğin toplumsal ortamdan bağımsız ele alınamayacağını dile getirmişti. Haklılık payı olduğunu zaman teyit etti galiba. Ne zamandı ama!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.