Dr. Abdulkadir TURAN
Dünya dengeleri ve Müslümanların birliği
Müslümanların kısmi de olsa birliği, İslam dünyasında herkesin dileyip de hiçbir siyasi gücün yeteri kadar dillendiremediği bir husustur.
Bu husus, Müslüman birey ve halkların her gün gündeminde olsa bile Müslüman siyasi yapılar tarafından gündeme getirilmesi neredeyse “fitne” ve “art niyet” olarak görülmektedir.
En mukaddes değerler, en çok suiistimal edilen değerlerdir. Müslümanların birliği de mukaddes olduğundan suiistimal edilmiştir. Ancak problem, sadece bu suiistimal edilme gerçekliği değildir.
Müslümanlar, dünya dengeleri içinde birlikteliklerinin nereye oturacağına tam ikna olmuş değiller. Bununla birlikte Müslümanlar, birliktelikleri ile ilgili girişimlerin İslam dünyasının kaldıramayacağı bir saldırı ile karşı karşıya kalmasından da endişe ediyorlar.
HERKES BİRLEŞTİ BİZ NEDEN BİRLEŞEMİYORUZ?
Dünyada Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Avrupa Birliği (AB), Çin, Hindistan ve Rusya olmak üzere beş büyük güç vardır. Bu beş büyük güçten ABD ve AB, birlikte hareket ediyor, Hindistan da onların yanında duruyor. Rusya ve Çin ise Şanghay Birliği adı altında bazı arayışlar içine giriyor. Bu denklem içinde İslam dünyası, bir yalnızlık ve sıkışmışlık içinde kalıyor. Müslümanların birliğini gündeme getirmeyi zorlaştıran, bu güçlerin tamamının İslam'a karşı birleşmede herhangi bir zorluk yaşamamalarıdır. Bu gerçeklik, İslam dünyasında birlikten söz edenleri ürkütüyor, çekingenleştiriyor. Bununla beraber, birlikten söz eden Müslüman liderler, bu güçlerin kendi ülkelerindeki uzantılarının, birlikten söz etmeleri durumunda aleyhlerinde harekete geçirilmesinden ve kendilerini devirmesinden endişe duyuyorlar.
Böyle bir birliğin kısmen de sağlanması durumunda bile İslam dünyası dışarıdan ve içeriden bu kadar sarılmışken, bu birliğin yaşayabileceği Müslüman kitleler nezdinde de kuşkulu bir hâl alıyor.
Bu endişe ve kuşkular ne yazık ki yersiz değildir. Yakın dönemde İslam Konferansı Teşkilatı'nın kurulmasına 1960'larda bile öncülük edenin sonu malum. D-8 projesinin mimarının iktidarının akıbeti de herkesçe biliniyor. Birkaç yıl önce Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün arasında kurulmaya çalışılan gümrük birliğinin nasıl bir paniğe ve neticeye yol açtığı da ortada.
Bu pahalı bedel karşısında, hâlihazırda, birliği gündeme getirmeyi siyasi bir güçten beklemek çok da anlamlı görünmüyor. Bu mukaddes vazife, içinde bulunduğumuz yalnızlık ve sıkışmışlık sürecinde siyasi güçlere ait olmaktan çıkıyor.
“NASIL BİR İSLAMİ BİRLİK?” SORUSU CEVAP ARIYOR
Müslümanlar sivil yapılar bağlamında, özellikle Miladi 20. yüzyılda birlik düşüncesini dile getirdiler, hararetle savundular. Ama birliğin esaslarını oluşturmaya dönük herhangi bir girişimde bulunmadılar. Konuyla ilgili her şey, ilgili ayet ve hadislerin hatırlatılması ya da bu hususu, geçmişte işlemiş âlimlerin tavsiyelerinin tekrarlanması ile sınırlı kaldı. Dolayısıyla konu ana hatları dışında işlenmedi. Uygun bir ifade olur mu bilemem, ama herhalde konu “müteşabih” kaldı, denir. Buradaki müteşabih durum, birliğin farziyeti ile alakalı değil, birliğin ayrıntıları ile alakalıdır. Farziyet açıktır ve herkes tarafından kesin olarak kabul edilmektedir. Ama bu farzın nasıl yerine getirileceği, günün gerçekliği içinde konuşulmamıştır. Ayet ve hadislerin nasıl bir Müslüman birliği ön gördüğü işlenmemiştir.
Müslümanlar birliğinden kasıt nedir, bu birliğin tarafları kimdir, bu birlik hangi esaslar üzerinde ikame ve idame edilmelidir? Soruları, ulema ve düşünürler dünyasında açıkta duruyor.
Bu konuda dile getirilen görüşlerin neredeyse tamamı, Fransız İhtilali'nin getirdiği milliyetçi, ulusalcı kokular taşıyor. Dolayısıyla görüşün izah edildiği hedef kitlesi İslam âlemi değil, bir ulus oluveriyor. “Biz İslam âlemini birleştirsek kavim olarak çok kârlı çıkarız” şeklinde özetlenebilecek bu görüşler Müslüman kavimlerin etnik büyüklük dağılımı ve bu kavimsel yarışmanın yol açacağı çekişme karşısında pek de inandırıcı bir yere oturmuyor. Bu tür görüşler, yerelde bir siyasi cephe oluştursa da İslam dünyası genelinde, birlik fikrine zarar veriyor. Son yıllarda birlik fikriyatının “vahdet” söylemiyle mezhepsel bir zemine çekilmesi ise durumu daha da berbatlaştırmaktan başka bir iş görmüyor.
MÜSLÜMANLAR İSLAM BİRLİĞİNİN LEHLERİNE OLDUĞUNU KAVRAMALI
Müslümanların birliği, bugün için etnik ya da mezhepsel bir problem değildir. İslam dünyasında bu yönde bazı çekişmeler söz konusu ise de salt bu sebeple Müslümanların tümünü tehdit edecek boyutta bir kavga yaşanmamaktadır. Dünya Müslümanları, birliğin bugünkü dünya dengelerinde hem yerel hem küresel anlamda lehlerine olacağına inanırlarsa, İslam âleminde hep detay kalmış bu tür çekişmeleri aşacaklardır.
İslam dünyasında birliği açıkça konuşan, bunun esaslarını önyargısız ve tarafsız değerlendiren gelişmiş bir düşünsel girişime gereksinim vardır. Dil problemini aşan, uçların yol açtığı verimsiz tartışmaların dışında kalan, etnik ve mezhepsel kayırma kokusundan arınmış bir düşünsel girişimdir ihtiyaç duyduğumuz.
Konuyu ana hatları ile değil, ayrıntıları ile müzakere eden, bu müzakereyi dış veya iç etkenlerle engellemeye çalışacak siyasi yapılar karşısında bedel ödemekten kaçınmayan ama birlik olmamayı hep yerel siyasi güçlere yükleyip onları daha da yıpratma derdinde olmayan bir girişimdir kast edilen.
HERKES ‘BİRLİK'TEN NE ANLADIĞINI AÇIKÇA BEYAN ETMELİDİR
Siyasi yapıları eleştirmek ve yıpratmak cezp edicidir. Ama “küreselleşme” projesiyle Müslümanların büyük güçlerin vatandaşlarına dönüştürülmeye çalışıldığı bir süreçte siyasi yapılara yüklenmek pek de maslahata uygun görünmemektedir. Kaldı ki Müslümanların birlik problemi, dün için bir siyasi idare problemi olsa da bugün için, o boyutu çoktan aşacak kadar derinleşmiştir. Siyasi boyut yerel anlamda bugün için halledilse de konunun esasları belirlenmediği ve toplumlar bu esaslar hakkında bilinçlendirilmediği sürece iş görür neticelere ulaşmak mümkün görünmemektedir.
Konuları hep ana hatları ile konuşmak, esasen bir kaçış yöntemidir. Müslümanlar birlik gibi hayatî bir konuda artık ana hatları konuşma sınırında kalmaktan çıkmalılar. Birlikten ne anlıyorlar, bunu açıkça beyan etmeliler. Bununla birlikte bu beyanın yeni bir çekişmeye kapı açmamasının da önlemini alacak adımlar atmalılar.
Bu, ilmî bir girişimdir. Böyle bir ilmî girişim, herhâlde farz-ı kifâyenin sınırları içindedir. Hiçbirimiz bunu yapmadığında, hepimiz sorumlu oluruz.
Söylemlerimiz, ana hat sınırında kalma, dolayısıyla inandırıcı olmama; tek dilde ifade edilme dolayısıyla Müslüman çoğunluğa ulaşmama; etnik ve mezhepsel kayırmalar barındırma, dolayısıyla art niyetli görünme; bütün sorumluluğu siyasilere yükleme, dolayısıyla kolaycılığa sığınma endişesi oluşturma engellerine takılıyor.
Bugün için bu engelleri aşmak kesinlikle mümkündür. Yeter ki bu işe niyetlenenler İslam dünyasının baş belası haline gelen eleştirilmekten korkma endişesinden kendilerini arındırsınlar…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.