Dünya Hayatını Ahiret Hayatına Tercih Edenler
Hayır! Doğrusu siz, çarçabuk geçeni (dünya hayatı ve nimetlerini seviyor) ahireti ise bırakıyorsunuz.
“Hayır! Doğrusu siz, çarçabuk geçeni (dünya hayatı ve nimetlerini seviyor) ahireti ise bırakıyorsunuz.” (Kıyamet S: 20-21)
İnsanoğlu aceleci ve sabırsız olduğundan, kıymetsiz ve değersiz de olsa çarçabuk elde edilen şeylere daha bir rağbet eder. Ancak uzun vadeli ve ileriye dönük yatırımlara -büyük kâr ve kazanç elde edecek dahi olsa- fazla itibar etmez. Yani; “az olsun; fakat peşin olsun” mantığıyla hareket eder.
Kuşkusuz dünya hayatı ve dünya hayatında elde edilen menfaatler, hem sınırlı hem de geçicidir. Hayatın idamesi için bir geçimlilikten başka bir şey de ifade etmez. Buna rağmen insanın, ahiretten ziyade dünyaya rağbet ettiği, dünya süsünün gözlerini bürüdüğü ise bir gerçektir. Oysa ahiret hayatı sonsuz/ölümsüz ve dünya hayatıyla kıyaslanmayacak derecede kıymetli ve kazançlıdır. Buna rağmen hemencecik eline geçmediği ve istifade etmediği için, insanoğlunun kahır ekseriyetinin ahiret ve ahiretle ilgili işlerle uğraşmadığı ve önemsemediği acı bir gerçektir; ama unutulmamalıdır ki er veya geç her insan mutlaka dünyadan göçüp gidecektir. Dünyalık olarak elde ettiği bütün kazançlarını geride bırakacaktır. Dünyaya geldiği hal üzeri –bir tek kefen farkıyla- darül bekâya yürüyüp gidecektir. Yaşadığı süre zarfında eğer ahirete takaddüm ettiği bir şey varsa bütün kazancı o olacaktır. Eğer yoksa eli boş ve günahlarının taşıyıcısı olarak kara toprağın bağrına avdet edecektir. Bu hakikatler bütün insanlar tarafından bilinmekte ve gün be gün müşahede edilmektedir. Hatta yeryüzüne hükmettiğini iddia edenlerin dahi, ölüm olgusu karşısında çaresiz ve teslimiyetten başka bir irade sergileyemedikleri de ortada olan bir gerçektir.
Diğer tarafta hayatın yalnız dünya hayatı olmadığı, asıl ve gerçek hayatın, dünya hayatının bitiminden sonra başlayacağı, dünya hayatının sadece bir imtihan alanı olduğu, kişinin dünyada işlemiş olduğu her şeyden sorumlu tutulacağı, işlenen hayrın mükâfâtı, şerrin ise mücazatı olacağı gerçeği de ilk insandan itibaren kesintisiz olarak vahyin diliyle insanlara bildirilip beyan edilmiştir. Yani ahiret hayatının varlığı ve insan hayatının cennet veya cehennem ile ebedileşeceği hakikati, bütün peygamberler tarafından insanlara bildirilmiştir. Şu anki muharref dinler bile ahiret gerçeğini kabul etmekte ve bu konu dinlerinin önemli bir bölümünü kapsamaktadır. Bütün bunlarla beraber bugün İslam gibi bir din vardır ve bu İslamın varlığı ve geçerliliği kıyamete değin devam edecektir. İslam dininin önemli bir bölümünün ahiret hayatıyla ilgili olduğu ortadadır. Kısacası yeryüzünde yaşayan insanların hemen hemen hepsinin, ahiretten taraf az veya çok bilgi sahibi olduğunu söylemek hiç de abartılı değildir. Rabbim bir şekilde onları haberdar edecek ki, onların Allah(cc)’a karşı ileri sürecek bir hüccet ve delilleri olmasın...
Bütün bu gerçekler ve hakikatler gün gibi ortada iken, insan bir türlü dalmış olduğu dünya sevdasından bir sefercik olsun başını kaldırıp ahirete taraf bakışlarını tevcih etme anlayış ve basiretini gösteremiyor. Müslümanların büyük bir kısmı da dahil, insanların bütünüyle kendilerini dünyaya hapsettikleri, dünyanın aşkına meftun oldukları ve gözlerini ihtiras bürüdüğü görünen bir hakikattir. Diğer insanlar bir yana Müslümanların büyük bir ekseriyetinin dünya sevdasına kapılmaları, İslami sorumluluklarına karşı bigane kalmaları ve ahirete mutaallık işleri kulak ardı etmeleri gerçekten çok hazin bir durumdur. Müslümanların bu dünyevi ihtiraslarıyla beraber dünyalarını da mamur ettiklerini söylemek de doğru değildir. Zira müslümanların yaşadıkları coğrafyaların büyük bir bölümünde iktidarı zalimler, despotlar ve küfür istikbarının uşakları ellerine geçirmişler. Mukaddesatlarını mahvettikleri gibi dünyalarını da zehir etmişlerdir. Kur’an’ın veciz ifadesiyle “hasirüddünya vel ahireh!”
İnsanların, gözlerinde büyüttükleri, meftun oldukları ve büyük bir ihtirasla sarıldıkları dünya hayatına bir de vahiy penceresinden bakarak, karşımıza çıkacak manzarayı görelim!...
“Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur, keşke bilmiş olsalardı.” (Ankebut S: 64)
“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği nebatat ziraatçıların hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” (Hadid S: 20)
Bir de Resulullah(sav)’ın değerlendirmesiyle dünyaya ve dünyanın arzettiği tehlikeye bakalım.
“....Allah’a yemin olsun ki, sizin hakkınızda endişe ettiğim şey fakirlik değildir. Ancak dünyanın sizden öncekilere yayılıp genişletilği gibi size de yayılıp genişletilmesinden endişe ediyorum. Onların dünyaya koşup yarıştıkları gibi sizlerin de yarışıp, dünyanın onları helak ettiği gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum” buyurdu. (Buhari)
Bilindiği gibi Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’in muhtelif yerlerinde dünya nimetlerinin ve değerlerinin basit, kıymetsiz ve geçici olduğu, bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu sarahaten beyan edip bildirmiştir. Resulümüz (sav) de birçok hadisi şeriflerinde dünya fitnesine karşı insanların dikkatini çekmiş, yerli yerinde kullanılmaması durumunda insanları helaka sürükleyeceği konusunda ciddi uyarılarda bulunmuştur. Ancak bütün bu ikaz ve uyarılarla beraber insanlarımızın, fazla da bu uyarılara dikkat etmedikleri, gözlerini yumup kulaklarını tıkadıkları ve bütünüyle kendilerini dünyaya kaptırdıkları görülmektedir. Bu basit, kıymetsiz ve iki kuruşluk dünya için İslami sorumluluk ve mükellefiyetlerinden kaçındıkları, dünyalarına ve sözüm ona rahatlarına bir zarar gelmesin diye taundan kaçar gibi İslami mücadeleden kaçtıkları müşahede edilmektedir. Bu kıymetsiz ve geçici dünya hayatı için bu kaçış değer mi hiç?!... Rabimizin o veciz ve mana yüklü beyanıyla “bir oyun, bir eğlence ve bir süs, “ten ibaret olan bu aldatıcı dünya hayatı için İslami mücadelenin o izzet ve şeref dolu ortamından ve İslam cengaverlerinin oluşturduğu o muhteşem saftan uzak durmak, başka bir deyişle zillet ve bedbahtlığa rıza göstermek akıl ve izan işi midir?
Şu gerçek de hiç unutulmamalıdır ki, eğer kişinin dünyası ve sahip olduğu imkânları onu Allah(cc)’a olan kulluktan alıkoyar ve Allah yolundaki cihadtan uzaklaştırırsa, o güzelim dünyası, ahiret yurdunda cehennem ateşinin yakıtı olacak ve ateşini daha bir alevlendirip sair/yangın ateşine döndürecektir. Ne yapıp edip dünya hayatımızı fitne unsuru olmaktan kurtarmamız gerekir. İşte bunun yolu: Tebük Gazvesi için Müslümanların büyük çapta maddiyata ihtiyaçları oldu. Zira onbinlerce İslam mücahidinin techizatı söz konusu idi. İşte bu ihtiyacın temini için Resulullah(sav) defalarca minbere çıkıp infakta bulunmaları konusunda müslümanları teşvik etti. Müslümanlar infak konusunda bayağı cömert davrandılar; fakat aralarında biri vardı ki, diğer özellikleriyle olduğu gibi infak konusunda da en öne çıktı. Bütün varını yoğunu toplayıp getirmiş ve Resulullah(sav)’ın önüne bırakmıştı. Resulullah(sav)’ın; “çocuklarına ne bıraktın?” sorusuna karşılık; “onlara Allah ve Resulünün sevgisini bıraktım ey Allah’ın Resulü!” diye cevap vermişti. Şüphesiz bu zat, Sıddık-ı Ekber Hz. Ebu Bekir(ra)’di. İşte dünya fitnesinden emin olmanın en kestirme yolu!...
Dünyanın basit, kıymetsiz ve geçici olduğunu ifade etmeye çalıştıktan sonra Rabbimizin, “Ahiret yurdu sizin için daha hayırlıdır.” nebe-i sadıkası bağlamında ahirette müminler için hazırlanmış olan cennet ve cennetteki nimetleri, Kur’an’ı Kerimdeki haber ve beyanlarla zikretmeye çalışalım!.
“(Hayırda) önde olanlar, (ecir/mükafatta da) öndedirler, işte bunlar, naîm cennetlerinde (Allah’a) en yakın olanlardır. (Onların) çoğu önceki ümmetlerinden, birazı da sonrakilerdendir. Cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerinde, karşılıklı olarak oturup yaslanırlar. Çevrelerinde (hizmet için) ölümsüz gençler dolaşır, naim çeşmesinden doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle! Bu şaraptan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir. (Onlara) beğendikleri meyveler, canlarının çektiği kuş etleri, saklı inciler gibi iri gözlü huriler, yaptıklarına karışılık olarak (verilir). Orada boş bir söz ve günaha sokan bir laf işitmezler. Söylenen yalnızca “selam, selam’dır.” (Vakıa Suresi; 56 / 10-26)
“Rabbinizin mağfiretine/bağışına ve takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun!” (Al-i İmran suresi; 3/133)
Bildiğimiz gibi Kur’an-ı Kerim’de, cennetle ilgili bir çok canlı ve parlak tablo zikredilmiştir. Bu tablolardan sadece bir tanesini burada zikretmiş olduk. Bu zikrettiğimiz tablo bile, cennetin ne kadar muhteşem ve göz kamaştırıcı olduğunu ayan beyan ortaya koymaktadır.
Resulullah(sav): “Şüphesiz cennette, Allah yolundaki mücahitler için Allah’ın hazırladığı yüz derece vardır ki, her iki derecenin arasındaki mesafe gökle yer arası kadardır...”(Buhari)
“Eğer cennet ehlinden bir kadın yerdekilere baksa, yer ve gök arasını parlatıp aydınlatır ve güzel koku ile doldurur. Onun başındaki örtüsü dünya ve içindeki tüm şeylerden daha hayırlıdır.” (Buhari)
Ayet ve hadislerle cenneti tasvir etmeye çalıştık. Aslında cennetin gerçek resminin, beşer kelâmıyla ortaya konulması mümkün değildir. Hatta insanın, tahayyülünün dahi ulaşamadığı güzellikte ve mükemmeliyettedir. Manzara bu iken ve hakikat ortada iken, akl-ı selim sahibi bir insanın, dünyanın o geçici ve kıymetsiz menfaatleri uğruna, o ebedi ve sermedi ahiret hayatının cenneti mutluluğunu feda etmesi ve cehennemin o korkunç ve dehşetli azabına razı olması mümkün olabilir mi?
Kuşkusuz nefis ve şeytan, hayatımızın ahiret boyutunu unutturmaya ve yalnız dünyayı görüp onunla meşgul ettirmeye çalışırlar. Şeytanın ve nefsin bu çabasını ve telkinatını boşa çıkarmanın yollarının aranması gerekir. Dünyanın o aldatıcı çehresine meftun olan insanların, başlarını kaldırıp, bu sermedi hayata ibret nazarıyla bakıp öğüt almaları ve doğru bir istikamete yönelmelerinin vakti gelmedi mi?
“İman edenlerin Allah’ı anma ve Ondan inen Kur’an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi?” (Hadid suresi; 57/16)
Cennetin, müminler tarafından arzulanan ve umut edilen bir lütf-u ilahi olduğu bir gerçektir. fakat cennetin yolunun cihadın zor ve zahmetli meydanından geçtiği de unutulmamalıdır. Resulullah(sav); “... cennetin kılıçların gölgesi altında olduğunu biliniz” buyurmuştur. (Buhari)
Çalışanlar böylesi bir netice elde etmek için çalışmalıdırlar. Bu hedefe müteveccih olmayan çalışmaların seraptan öte bir anlam ifade etmeyeceği bir gerçektir.
Resulullah(sav); “Dünya, yurdu olmayanın yurdu, mülkü olmayanın mülküdür. Aklı olmayan kimse onun için toplayıp biriktirir.” buyurmuştur. (Ahmed ve Beyhaki)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.