Dr. Abdulkadir TURAN
Dünya savaşının ayak sesleri
İlkeler zamana hükmetmeyince zaman, ilkelere hükmetmeye başlıyor. Batı, modernizmle ilkleri bir kenara attı; kendisini zamanın ayarına bıraktı.
Bunun için her çağ, Batı etkisindeki dünyada “zorunlu bir yenilenme” güdüsü oluşturuyor.
21. yüzyılın bu hususta ayrı bir yeri vardır; Miladî hesapla sadece bir yüzyıl değişimini değil, aynı zamanda bin yıl değişimini yaşıyoruz.
Avrupa, savaş yorgunudur; vekalet savaşlarından bile ürküyor. Oysa ABD, savaş konusunda istekli. 20. yüzyılın sonlarına yaklaştığımız günlerden bu yana ABD, dünya kazanını durmadan kaynatıyor, dünya dengelerini dünyayı daha çok sömürecek şekilde ayarlamak için sürekli bozuyor.
ABD, süreç içinde İslam'ı epey bir kriminalize etti; Müslümanların mutedil faaliyetlerini dahi “terör” kapsamına aldırdı. Hıristiyan olmayan dünyayı da İslam'a karşı teyakkuza geçirdi. Bu hususta kimi ülkelerin istihbaratlarının da geniş desteğini aldı.
Buna karşı ABD, Avrupa'da gittikçe zayıflayan, Güney Amerika'da da düşüş trendine giren Hıristiyanlığı Uzak Doğu'da epey güçlendirdi. Uzak Doğu, geçmişe göre çok daha Hıristiyan. Özellikle Güney Kore bağlamında Protestanlık, ABD yanlısı bir ideoloji gibi yaydırıldı. ABD, Uzak Doğu'da elde ettiği bu sermayeyi şimdi savaş yakıtı olarak kullanmak istiyor.
Öte yandan Doğu'da olsalar da modernizmin etkisi altında politik ayarlarını yine zamana göre ayarlayan Çin ve Rusya da çağın değişmesiyle birlikte dünyadaki konumunu güçlendirmek; ABD'nin dünya hâkimiyetinden pay almak istiyor.
Çin'in büyük bir nüfusu ve geniş toprakları vardır. Rusya'nın ise dünyanın toprak açısından en büyük ülkesi olarak nüfusu çok sayılmaz ama nüfuzu geniş.
Ama Çin'in de Rusya'nın da artık bir ideolojisi yok. Bir “yumuşak güce” sahip değiller. Her iki ülkenin de bir hegemonya alanına sahip olmaları durumunda dünyayı hangi değerler üzerinden yönetecekleri belirsiz.
ABD karşısında bir dünya görüşünü yalnız İslam ortaya koyuyor. İslam'ın ise sert gücü yok.
Trump, böyle bir ortamda Evanjelist bir mantıkla savaş çanlarını çalmaya devam ediyor. Bugün için “ticaret savaşları” diyor ama Batı'da ticaret savaşlarını hep fiilî savaşlar takip ediyor.
Çağın trenini kaçırmama ve daha doğrusu yeni çağa hükmetme yarışı öyle görünüyor ki yeni bir savaşı kaçınılmaz hâle getiriyor.
Bu denklem içerisinde bir dünya savaşı Müslümanların lehine değil hatta İslam dünyasının kendisini toparlamaması durumunda böyle bir savaşta tamamen istila edilme tehlikesi kapıda görünüyor.
Vaziyet bu iken ABD'nin güdümündeki Suudi Prensi Bin Selman'ın İslam dünyasında şeytanlar ilan etmesi, İslam dünyasının nasıl bir şeytanlıkla yüz yüze olduğunu açıkça gösteriyor.
İnsanın antenlerinin iyice açıldığı günümüzün dünyasında şeytanın dostlarının faaliyetlerini yürütürken kendilerine şeytan dostu demedikleri; karşılarındakileri şeytan diye tanıttıkları gerçeği karşısında Suudi Prensinin tutumu manidardır elbette(!)
Prensin kıt aklıyla ABD hesabına çalışmayı sürdürdüğü ve ne yazık ki zaman zaman birbirlerine ağır eleştiriler yönelten Müslüman tarafları bir arada hedef gösterdiği görülüyor. Suudi, İslam'a kurşun sıkmaya devam ediyor.
En azından bundan bir ders alınmalı, Müslümanlar birbirleriyle uğraşmayı değil, kardeşliği, dayanışmayı seçmelidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.