Durr-i Yetim
Sevgili Peygamberimiz (sav), Benî Sa’d yurdundan annesinin müşfik ocağına geleli henüz bir yıl olmuştu.
Sevgili Peygamberimiz (sav), Benî Sa’d yurdundan annesinin müşfik ocağına geleli henüz bir yıl olmuştu. Hz. Amine, her yönüyle emsallerinden farklı olan biricik oğlunu bağrına basıyor ve onunla teselli buluyordu. Kocası Abdullah’ın yadigârı olan sevgili oğluyla olan beraberliğini henüz yeni yaşıyordu.
Bu aralar Mekke’de yaygın bir veba salgını mevcuttu. Vefakâr anne biricik oğluyla birlikte hem kocasının kabrini ve kocasının dayıları olan Neccaroğullarını ziyaret etmek hem de Mekke’nin boğucu ve hastalıklı havasından yavrusunu uzaklaştırmak için Yesrib’e (Medine’ye) gitmeye karar verir. Yolculuğa vefakâr cariyeleri olan Ümmü Eymen Berke ile başlar. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Yesrib kutlu misafirine kavuşur. Kutlu misafirler Adiyy bin Neccaroğullarına ait Nabiğa’nın evini teşrif ederler.
Sevgili Peygamberimiz (sav)’in babasına ait mezar bu evde bulunuyordu. Hz. Amine yeterince beraber olamadığı kocasının mezarı başında gözyaşı dökerek hasret gideriyordu. Bir yandan da kocasının emaneti olan biricik yavrularını manen ona arz ediyordu. Sevgili Peygamberimiz (sav) de göremediği babasının mezarı başında oturmuş, annesiyle birlikte gözyaşı döküyordu. Henüz altı yaşına ulaşmış bir çocuğun duygularından farklı bir tavır sergiliyordu.
Gözlerimizin nuru Sevgili Peygamberimiz (sav) bir ay boyunca Yesrib’in güzel havasını teneffüs etti ve dayılarının çocukları ile birlikte gezip dolaştı. Ben−i Neccar’ın kuyularında yüzmeyi öğrendi.
Bu aralar Sevgili Peygamberimiz (sav) Yesribli Yahudilerin dikkatini çekti. Onların bilginleri, yakından onu izlemeye ve hakkında araştırma yapmaya başladılar. Öyle ki; onun sırtını açıp omuzları arasında bulunan peygamberlik mührünü dahi gördüler. Neticede onun Tevrat’ta zikri geçen son peygamber olacağını öğrendiler. Bu münasebetle de onunla daha yakından ilgilenmeye başladılar. Bu durumdan endişelenen Hz. Amine geri dönmeye karar verdi. Böylece bir aylık misafirlikleri sona ermiş ve Mekke’ye doğru yola koyulmuşlardı.
İki deveden oluşan kervan, çölü aşarak Yesrib’in 23 mil güneyinde bulunan Ebva’ya ulaşmıştı. Hz. Amine yolda hastalanmış ve takatten kesilmişti. Bu konaklamada artık tamamen halsiz bir duruma düşerek ölüm anının yaklaştığını hissetmişti.
Vefakâr cariyeleri Ümmü Eymen çaresizlik içinde bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Sevgili Muhammed de annesinin yanı başında oturmuş ve ızdıraplar içinde olan annesinin durumunu izliyordu. Hz. Amine, büyük bir zatın annesine yakışır bir vakarla ölüme adım adım yaklaştığı anda dilinden şu mısralar dökülüyordu:
“Ey dehşetli ölüm okundan Allah’ın yardım ve ihsanı ile yüz deve karşılığında kurtulan zatın oğlu!
Allah seni aziz ve devamlı kılsın. Eğer rüyada gördüklerim doğru ise sen Celal ve bol ikram sahibi olan Allah tarafından Ademoğullarına helal ve haramı bildirmek üzere Peygamber gönderileceksin.
Sen ceddin İbrahim’in teslimiyet ve dinini tamamlamak için gönderileceksin
Allah seni milletle birlikte devam edip gelen putlardan, putperestlikten koruyacak ve alıkoyacaktır.
Her yaşayan ölür, her yeni eskir. Yaşlanan herkes zeval bulur. Her şey fanidir, gider.
Evet ben de öleceğim. Fakat ismim ebedi yad edilecektir. Çünkü tertemiz bir evlat doğurmuş, arkamda hayırlı bir yâd edici bırakmış bulunuyorum.”[1]
Hz Amine, kendisine yakışır bir üslup ve feraset ile bu cümleleri, şiir dizeleri şeklinde söyledikten sonra vefat etti.
Hz. Amine’nin cümlelerinden onun yüksek, seviyeli bir anlayış ve olgunluğa sahip olduğu anlaşılıyor. Tarihçiler, Abdulmuttalib’in ve ailesinin diğer üyelerinin benzer birçok şiirini nakletmişler. Bu da bu ailenin tefekkür ve anlayışının yüksek seviyesini gösteriyor.
Gözlerimizin nuru Sevgili Peygamberimiz (sav), henüz beraberliğine doyamadığı anneciğinin vefatına saniye saniye şahit olmuştu. Bu ayrılık onu derinden etkilemişti. Babasını görememişti, bunun için de baba şefkatini tatmamıştı; ama annesinin sıcak kanatlarını son iki yılda tüm benliği ile hissetmişti. Bundandır ki, anneciğinin ayrılışına sadık cariyeleri ile birlikte uzun süre gözyaşı döktü. Onların bu durumuna şahit olan Ebva köylüleri de onlarla birlikte ağladılar. Nihayet yaşıtlarından farklı bir olgunlukla Sevgili Peygamberimiz (sav), cariyeleri Ümmü Eymen’e: “Haydi, anneciğimin na’şını defnedelim” dedi. Çevredekiler ile birlikte anneciğini gözyaşları ile Ebva’da defnederek hazin bir şekilde oradan uzaklaştılar.
Sevgili Peygamberimiz (sav), daha sonra kendisi için: “Annemden sonraki annem” diyeceği, Hz. Zeyd’in eşi ve Usame bin Zeyd’in annesi olma şerefine kavuşacak, sadık Habeşli cariyesi Ümmü Eymen Berke ile birlikte, develerin sırtında engebeli çölü adım adım katederek Mekke’ye ulaştı.
Ümmü Eymen, yol boyunca sevgili Muhammed’in yetimliğine ve garipliğine ağlıyordu. Hakeza melekler de Allah (cc)’ın bu latif cilvesine anlam veremiyorlardı. Onlar da Rablerinin: “Habibim” dediği zatı, hem anneden ve hem de babadan mahrum bırakışının hikmetini anlamıyor ve rablerinden bunu lisan-i halleri ile sual ediyorlardı. Allah (cc) onlara: “Bununla yetimlerin, katımdaki kıymetlerinin bilinmesini murat ettim” buyurarak cevap veriyordu.
Allah (cc) daha sonra Habibine : “Seni bir yetim bulup barındırmadı mı?”[2] Diyerek Resulullah (sav)’ın gerçek mürebbisinin kendisi olduğunu beyan ediyordu. Hakikat da buydu. Allah(cc), Resulullah (sav)’ın nurunu, daha atalarının sulbünde iken korumuş ve “Âlemlere rahmet olacak” nebi-i zîşânını her türlü insi ve cinni düşmanlarının şerrinden muhafaza etmişti. Nitekim atası İsmail’i son anda kurban etmekten kurtardığı gibi; babası Abdullah’ı da yüz deve karşılığında kurtarmıştı. Hakeza Resulullah (sav)’ı doğumundan itibaren Yahudilerin, arrafların vesairelerin şerrinden korumuştu.
Allah (cc) hami ve mürebbi olduktan sonra kimin haddine ki, zarar verebilsin! Kâinatın sahibi Allah olduğuna göre kâinatın içinde bulunan yerkürenin üzerinde bir köşede debelenen birkaç muannit zalim ve diktatörün inkar ve düşmanlıklarının ne ehemmiyeti, Allah’a ve Allah’ın dostlarına ne zararı olabilir?!
Allah (cc), Habibinin tüm yaşamının mü’minlere misal olması için; yed−i kudreti ile gözetiminde onu nazenin bir fidan gibi özenle yetiştirmiştir.
Bundandır ki, yetim olan Allah Resulü (sav)’ne: “Durr-i Yetim” denilmiştir. Yani emsalsiz olan bir mücevhere verilen isim Resulullah (sav)’a yetim oluşundan dolayı verilerek onun yetimler içinde emsalsiz bir kıymet ve değere sahip olduğu ifade edilmek istenmiştir.
Allah (cc), Habibini yetim bırakmakla valideyninin terbiyesi yerine ona ilahi terbiyeyi ihsan etmiştir. Bu ilahi terbiyenin derununda zahiri kimi sıkıntılar olabilir; ama hakikatte bu durum rahmetin tezahürüdür.
Rehber şahsiyetlerin biyografileri incelendiğinde görülecektir ki, çoğunluğunun geçmişi, zahiri sıkıntı ve acılar ile doludur. Bu da onların, zaif ve mahrum bırakılmışlara şefkat ve merhamet kanatlarını germelerine vesile olan bir faktör olmuştur.
Bundandır ki, Allah Resulü (sav)’nün çevresini zayıf ve mahrum bırakılmışlar kuşatmış ve onun sıcak kanatlarının altına girmişlerdir. Sevgili Peygamberimiz (sav)’in şehit yetimlerinin başlarını okşarken döktüğü gözyaşlarına şahit oluyoruz. İşte bu “merhamet peygamberinin” ümmeti olmakla iftihar eden mü’minlar de onun ahlakı ile ahlaklanmalı ve mahrumlara melce’ olmalıdırlar. Onun gibi, yetimlerin başlarını okşarken gözyaşlarını akıtabilmelidirler. Hakeza her birisi şefkat ve merhamet abideleri olmalıdırlar.
Hâsılı; Habibini valideynsiz bırakan Allah, onu nasıl sahipsiz bırakmamış ise; aynı şekilde Resulullah (sav)’ın irtihaliyle de -zahiri olarak- yetim kalan ümmetini sahipsiz bırakmamıştır. O Hafız’dır. Her zaman Mü’minleri gözetmiş ve onları himaye etmiştir. Mü’minler de O’na dayanmalı ve bu rahmetin kesilmesine sebep olacak amellerden sakınmalıdırlar.
Ğafur ve Rahim olan Rabbimize binlerce hamd, O’nun Resulüne binlerce salat ve selam olsun. Allah’a Emanet Olunuz.
İnzar Dergisi
--------------------
[1] İsfahani, delailünnubuvve, tarih-i din-i İslam
[2] Duha: 7
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.