EL-HÂKİM
Selamette olan akıl, ilmin hakikatine ve hakikat ilmine giden üç kapıdan bir tanesidir. Akl-ı selim; yani bozulmamış, herhangi kötü bir dış etkenin tesirinde kalmamış;
Selamette olan akıl, ilmin hakikatine ve hakikat ilmine giden üç kapıdan bir tanesidir. Akl-ı selim; yani bozulmamış, herhangi kötü bir dış etkenin tesirinde kalmamış; öfke, şehvet gibi duyguların esiri haline gelmemiş akıl; yani fıtratı üzerine sağlam, sabit, salim, kâmil kalmış olan akıl ilmin esbabındandır. Doğru-yanlış, iyi-kötü, gerçek-yalan… Bağlamında, sonsuza değin uzayıp giden var oluş ve hadisatlar arasında; ilişki, denge, muvazene, muhakeme, tedbir vb işlevleri yerine getirir mühim bir alettir akıl…
Akıl ilmin kapısıdır. İlim ise hakikatin algılanması ve anlaşılması biçimidir. Biz bu ilişkileri kurarken; bu kavramlar arasında bir tanesi var ki kendini bililtizam bize gösteriyor, tanıtıyor. Evet, bu kavram, hikmet mefhumesidir ki aklı başa taç yapan da budur. Hikmetsiz olan akıl yaşayamaz ve bence hikmeti olmayan akıl var olma nedenini yitirir. Bir başka ifadeyle hikmetle bağını koparan akıl dengesini yitirir; doğruyu yanlış, yanlışı doğru algılar. Önemli-önemsiz, değerli-değersiz, âli-adi, güzel-çirkin, iyi-kötü, hoş-nahoş, acı-tatlı arasını ayırmaktan ve bunlarla ilgili hükmünü vermekten aciz kalır. Oysa akıl bu ayırımı yapmak için vardır.
Burada akıl-ilim-hikmet zincirini kurarken mevzuumuzun yörüngesinden de çıkmamaya çalışacağız.
Hâkim, yani hikmet sahibi zat; her şeyi yerli yerince yapan, yaratan; işlerinde abes olmayan zat… Bu zata müteveccihtir, aklı berrakların yüzleri. Gözler sonsuz hikmetle mücehhez bu kâinatı seyrederken; hiçbir uyumsuzluk, hiçbir abes, hiçbir dengesizlik görmemiştir. Koca semaya bakın! Bir ahenksizlik, bir çatlak görebilecek misiniz? Koca arz üzerinde tek bir abes zerrecik görebilir misiniz? Yerinde olmayan bir varlık parçası bulunabilmiş midir? Haydi, çevirin gözleri de derin derin süzün varlık âlemini! Amaçsız, hedefsiz, boş, malayani bir varlık veya varlık zerresi gören var mı? “Rahman (Olan Allah)’ın yarattığında hiçbir düzensizlik göremezsin. Haydi, gözü(nü) çevir (de bir bak) hiçbir çatlak görecek misin?” (Mülk: 3)
“Sonra gözü(nü) tekrar tekrar çevir (ve yine bak); o göz (aradığı kusuru bulamadan) zelil ve bitkin bir halde sana dönecektir.” (Mülk: 4)
Dengesizlik, ahenksizlik, düzensizlik görebiliyor mu kimse? Göremiyor, göremez… Sivrisineğin kanadına, arının gözüne yüzler hikmet yerleştiren, maddenin en küçük parçası olan atomu bin bir hikmet ve sanatla donatan Rabb-ı Akdes-i Hâkim; her türlü noksanlık, eksiklik ve abesiyetten münezzehtir, paktır. O, bütün varlığı en mükemmel düzen içerisinde, en âli sanatla, en kâmil ahenk ve denge ile yaratan Yüce Yaratıcı’dır. O tektir, birdir, eşi ve benzeri yoktur. Din gününün sahibidir.
Rabbimizi Hâkim ismiyle tanıyıp anmak bize mutluluk veriyor. Kâinata sükûnet, huzur, düzen veren dest-i Hikmet’in güneşinin nurları ışıtıyor, mana dünyamızı…
Öyledir, çünkü hikmetin bengisu ırmağından bir yudum içenin ömür billâh hiçbir endişesi kalmamıştır. Hiçbir tasa, dert, keder, elem, acı, ızdırap kalmaz. Çünkü insanın nefes alıp vermesinden tutun göz açıp kapamasına; sineğin kanat çırpışından pirenin zıplamasına tüm iş ve oluşların tek sahibi ve Hâkimi olan Rabb-ı Kadir ve Hâkim’e iman ettik. Her şey onun elindedir. Geçmiş-gelecek, ezel-ebed ve onlardaki tüm olmuş olacak işlerin düzenleyicisi de O’dur. O Zat’ın kemal-i hikmetini tanıyıp bilen kişi acaba zerre endişesi olsa divane sayılmaz mı? Bu endişesi, gözünün önünde güneş gibi zahir olan bu bahr-ı hikmet’i inkâr etmek sayılmaz mı? Koca arşı ve arzı ve de tüm kâinat ve varlığı en mükemmel bir şekilde yaratıp en mükemmel çekip çeviren Âlim ve Hâkim Rabb’in takdirine itimat edip tevekkülle kalbimizi ve ruhumuzu teskin ve huzurlu etmeyeceğiz de, ne yapacağız? Kendimizi hangi cahil ve zayıfın abes işine ve inisiyatifine teslim edeceğiz?
Dostlarım! Rabbi sıfat ve esmasıyla tanımadan kâmil bir imandan söz edilemez. Kamil bir imanla iman edilmemiş Zat’a âşık olunamaz. Âşık olmayan da hiçbir şeyden kâmil manada lezzet alamaz. Damağımızın kaçan tadının sebebi bu mudur acaba? Acaba hayatımızın ruhsuz, sevinçlerimizin coşkusuz, gecelerimizin huzursuz, gündüzlerimizin nursuz oluşu da mı bundandır? Yani Rabbimizi hakkıyla tanıyamayışımız, O’ndan ayrı ve O’nsuz boşa tükettiğimiz koca hayatın nefesinin kokuşmuşluğu da mı böyledir?
Rabbimizi sıfat ve esmasıyla tanımamız gerektiği, mü'min olmamız hasebiyle bize öğretilmedi mi? O’nu nasıl tefekkür edip tanıyabileceğimizin bir yolunu gösterecek yok mu?
Hikmetin tüm evreni apaydınlık eden güneşi nerede? Hâkim Zat, bizi oyun ve eğlence olsun diye mi yarattı? (Hâşâ!) En küçük zerreciği bile boş ve abes yaratmayıp elmanın çekirdeğine yüzlerce hikmet takan Zat-ı Celil, bizleri boş ve abes mi yarattı? Koca kâinatı da mı boş ve abes yarattı? Peki, incir çekirdeğini boş ve abes yaratmayıp yüzlerce hikmetle donatan Zat-ı Zül Celal’e “Kâinatı boş ve abes yaratmıştır” demeye hangi zebun dil takat getirebilir? Varlık ağacının en güzel meyvesi olan insana ona verilmiş akıl, hikmet, haz, aşk, güç, irade, şevk, iştiyak vb. tüm mahiyetiyle beraber “boş ve abestir” demek kâfirlik şöyle dursun, şeytanlıktır. Bunu iddia eden kişi, insan kılığında bir şeytan-ı uzmadır.
…
Siz hiç kelebek gördünüz mü? Seyrettiniz mi havada süzülen sürü sürü kuşları? Karınca yuvalarına rastlamadınız mı? Baharın, usta ressamları kıskandıracak kadar yeryüzü tarlalarını bir renk karnavalına çeviren cıvıl cıvıl çiçekleri kim görmedi ki? Serin yaz gecelerinde semanın yüzünü ışıl ışıl süsleyen ve adeta sonsuza uzanan yıldız bahçelerini hiç seyretmeyen var mı? Bunlar nasıl oldu da hayalleri usandıracak kadar süslü ve güzel; akılları bezdirecek kadar mükemmel; gözleri hayran edecek kadar kusursuz, alımlı, dengeli oldu? Aklı, vicdanı, iz’anı bunlara bir sahip ve yaratıcı aramaktan alıkoyan ne? Niye basit bir resmin sanatkârı illa ki olsun da mükemmelden de mükemmel sonsuz sayıdaki sanat harikalarının sanatkârı illa ki olmasın?!.
Tüm insanlar, Lokman-ı Hekim olsa, bir karasineğin kanadını icat edemez. Tüm akıl sahiplerine Hz. Süleyman (as)’ın saltanatı verilse, basit bir arının minnacık ağzında mayaladığı bir tek damla balı meydana getiremez, yoktan var edemez.
Ey kardeşlerim! Bu sonsuzluk deryasına nasıl bigane kalınabilir? Sonsuz hikmet, kudret, adalet ve rahmet sahibi Zat’tan (cc) nasıl yüz çevrilebilir? O Zat’ın dergâhının kapısında nasıl büyük bir huşu ve huzu ile secdeye kapanılıp kulluğuna amade olunmaz? İnsanlık (hâşâ!) O’ndan başka Hâkim, Kadir, Adil bir ilah, bir varlık buldu da mı böyle baştanbaşa isyan rengine büründü de tağuti dehşet ve vahşet iklimlerinde cehennem kokan dehlizlere müptela oldu?
Hangi filozof varlığın parçalarından birinde mana bozukluğu buldu? Hangi bilim adamı evrenin bir köşesinde bir uyumsuzluk tespit etti? Fizik dâhisi, kimyager, tıp adamı… Hangi birisi bir kusur, bir dengesizlik bir ayıp keşfetti ki, bu sonsuz memlekette? Vicdanını inkâr etmemiş bilim ve ilim adamları gördükleri kusursuz kemal, sonsuz hikmet, muhit ilim karşısında saygı ile Rabbi inkâr etme yolundan geri çekilmişlerdir.
Peki, sonsuz hikmet sahibi Rabbin mü'min kulları bu hikmetin neresindeler? Yani hikmet karşısında vaziyetleri nedir, ne olmalıdır? Rabbin sonsuz hikmeti mü'minlerde hangi dinamiklerin veya hasletlerin oluşmasına, ortaya çıkmasına neden olmalıdır?
Tevekkül… Evet, tevekkül fışkırmalıdır imanlı ruhlardan. Zira Adil, Kadir, Rahim Zatın sonsuz hikmeti, bizi nihayetsiz güven ve tevekküle sevk etmelidir. Bir âlimin dediği gibi; “Eğer Rabbimiz (hâşâ!) boş ve abes iş yapsaydı ve her şeyi en iyi bilen olmasaydı ve her şeye kadir olmasaydı ve Adil-i Mutlak olmasaydı; o zaman mü'minler işlerinde ve amellerinde tevekkülsüzlük etmede haklı olabilirlerdi. Başlarına her an beklenmedik bir kötülük veya adaletsizlik veya haksızlık gelebilir diye endişe edebilirlerdi. Gelecekten kaygı duymada haklı olabilirlerdi. Ama madem her şeye kadir O’dur, her şeyi en iyi bilen O’dur ve tüm işleri sonsuz bir hikmetle çeviren O’dur ve madem mü'minler O’na iman etmekle O’nun dostluğunu kazanmışlar, o zaman mü'minler imandan sonra Allahu Teala’ya bağlılıklarını günden güne artırmalı, tüm işlerinde tam bir huzur ile O’na tevekkül etmelidirler.”
Ki mü'mine de hikmet hissesinden böyle bir paye düşer. İşte böyle bir mü'min ‘hikmet güneşi’ne çevirdiği yüzünü aklayıp nurlandırmış; işlerine ve amellerine hikmetin cıvıl cıvıl renklerini vermiştir.
Ey kardeş! Hâkim’i ancak hikmet gözüyle görebilirsin. Hikmetin gözü senin aşk ateşiyle aydınlanmış gönlündedir. ‘Aşk od’unu tutuşturan yakacak ise, ihlâs ve taattaki hünerindir.
Ey Hikmet Pınar’ını benim gibi, gafletin kurak çöllerinde arayan nazlı kardeşim! İlminle, kudretinle, amelinle, şe’ninle hâsılı her bir zerrenle ser-u pa bir acz yumağı olduğunu anlarsan eğer; Hâkim Zat da sana hikmet pınarından bütün kâinatın susuzluğunu dindirecek bir damla verir. Seni aczinden, fakrından kurtarıp a’la makamların zengin bir misafiri, hatta sakini yapar.
Hâkim-i Zül Celal’i bulup O’na itaatkâr kul olan, hikmet sahibi bir kul olur. Kendisine hikmet bahşedilmiş kul ise, büyük bir hayrın, erişilmesi güç bir makamın sahibi olur. Mü'min, kendini o ikram ve hikmet sahibi Hâkim’e sevdirmelidir ki, O da kalp gözünün önündeki perdeleri kaldırsın. Ta ki Hikmet Güneşi’nin tüm varlığı nasıl muazzam bir seyrangâha çevirdiğini, tüm yaratılmışların ulvi bir musiki gibi olan tesbih ve zikirleri eşliğinde seyretsin aciz kul!
Canına, yoluna feda olduğum mü’min kardeşim! Bu seferki veda ve niyaz hatimesi şiir şeklinde oluştu:
Susuz çölde, yaban elde sakın ha gaflete dalma
Hikmet oku, hikmet öğret, Hâkim’den habersiz kalma
Sen “Sen”i bil, Sen “Ben”i bil, Sen “O”nu bil, sen seni ha!
Neft atından dizgin çözüp cehennem yoluna salma
Dizginle de aşk atını cennetlere çıkalım biz
Hikmet Pınarı’ndan içip perdelerden çekelim giz
Yollar senin, meydan senin, zaman senin, nam senindir.
Yüce Yâr’ın dergâhında huşu ile çökelim diz.
İnzar Dergisi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.