El- Melik (c.c)

El- Melik (c.c)

İcat etme, hayat verme, öldürme, emir ve yasaklar koyma sonra da bunlara uyanları ödüllendirmek, uymayanları da cezalandırmak, aziz ve zelil kılmak suretiyle hükümlerini icra eden Melik O`dur

Bismillahirrahmanirrahim

El- Melik, Allah’u Teâlâ’nın güzel isimlerinden biridir. Hükümdar ve kral anlamında bir kelimedir. “Me-le-ke” fiilinden gelir. Me-le-ke, malik ve sahip olmak demektir. Kelime, hem bir şeye sahip olmayı hem de kuvvetli olmayı çağrıştırır. Mülk ve emrin (hükümranlığın) sahibi manasında olan Mâlik’in mübalağa şekli Melîk ve Melik isimleridir. Melik, varlığın dış yüzü yani görünen ciheti olan “mülk” ve varlığın iç yüzü yani görünmeyen ciheti olan “melekut”u üzerinde mutlak tasarruf sahibidir. Bu tasarrufatında, ne zatında ne de sıfatında hiçbir varlığa ihtiyacı yoktur. Şeriksiz ve muinsiz (yardımcısız) ezelden ebede kadar saltanat şeklindeki idare ve tedbir O’nun elindedir.

Bütün kâinatta dilediği gibi tasarrufta bulunan Allah (c.c); Adil, Hak ve tek ilah olduğu için kâinatta dengesizlik ve haksızlığa rastlanmaz. Çünkü O’nun tasarrufu keyfi değil, bir nizama bağlıdır. Nitekim Haşr Suresi’nin son ayetlerinde Melik ismi zikredilmeden önce tek İlah, Âlim, Rahman ve Rahim olduğu; daha sonra da Kuddüs olduğu; yani her türlü kusurdan uzak olduğu ifade edilerek tasarrufatındaki mükemmelliğe işaret edilir.

Allah’ın; mülkün gerçek sahibi olması, O’nu övmekle yakından ilgilidir. Bu yüzden “Mülk de O’nun, Hamd de O’nun” denilmiştir. İcat etme, hayat verme, öldürme, emir ve yasaklar koyma sonra da bunlara uyanları ödüllendirmek, uymayanları da cezalandırmak, aziz ve zelil kılmak suretiyle hükümlerini icra eden O’dur. Bunları yaparken O’nun hâkimiyetini sınırlayan hiçbir şey yoktur. Kur’an-ı Kerim bu hakikatleri şöyle ifade eder:

“De ki; Ey mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik Senin elindedir. Gerçekten Sen her şeye Kadirsin. Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de sayısız rızık verirsin.” (Âli-İmran / 26-27)

Risale-i Nur’da Melik olan Rabbimizin tasarruflarından şöyle bahsedilir:

“O Mâlikü’l Mülk-i Zülcelâl, kâinatı; özellikle yeryüzünü öyle bir surette inşa ederek yapmıştır ki, birbiri içinde hadsiz daireler olup, her bir daire bir tarla hükmünde olup vakit be vakit, mevsim be mevsim, asır be asır eker, biçer, mahsulât alır. Sürekli mülkünü çalıştırır tasarruf eder. En büyük daire olan atom âlemini bir daire yapıp, her zaman kâinat kadar ürünü, kudretiyle, hikmetiyle onda eker, biçer, kaldırır.

Aynen bunun gibi yeryüzünü de bir tarla şeklinde yaparak mevsim be mevsim canlı türlerini içinde eker, biçer, kaldırır. Her bir baharda yüz bin çeşit bitkinin tohumlarını beraber, karışık olarak o pek geniş tarlada ekiyor. Mahsulâtlarını ayrı ayrı hiç karıştırmayarak, şaşırmayarak, tam bir düzenle kaldırıp hayvanların rızıklarını rahmetiyle ve hikmetiyle; ihtiyaçlarına göre dağıtan, sınırsız kudret ve ilim sahibi bir Mutasarrıf perde arkasında bu tasarrufatı yapıyor.
Daha küçük bir daire olan bir bahçeyi yine yüz defa, bin defa kudretle doldurup hikmetle boşalttırıyor. Yine daha küçük bir daire olan bir canlıyı mesela bir ağacı yüz defa onun kadar ondan mahsulât alır.

Demek O Mâlikü’l Mülk-i Zülcelâl; kâinat olsun, ağaç olsun küçük-büyük her şeyi birer model hükmünde yaparak sanatını, esmasının tanıtımını ve kudret mucizelerini onların üzerinde gösterir. Kendi mülkünde her bir şeyi, atomu dahi birer sayfa hükmünde inşa etmiş ve her sayfada yüzer tarzda anlamlı mektuplarını yazar, hikmetinin ayetlerini gösterir, şuur sahiplerine okutturur.

Şu âlem-i ekberi mülk şeklinde inşa etmekle beraber, şu insanı dahi öyle bir surette yaratmıştır ve ona öyle nefis, his ve iştiha gibi özellikler vermiştir ki; o geniş mülkünde, bütün mülke muhtaç bir memluk (köle) hükmüne getirmiştir.

İşte hiç mümkün müdür ki, küçük insanı o büyük mülke halife, gözetici, müfettiş, çiftçi, tüccar, âbid ve memluk (kul) seçen ve kendine muhterem bir misafir ve sevgili, bir muhatap kabul eden O Mâlikü’l Mülk-i Zülcelâl’dan başka o mülke tasarruf edip o memluke seyyid olabilsin?”

İnsan yeryüzünde halife olduğu, yani Allah adına yeryüzünde tasarrufta bulunacağı için; kendisine yeryüzü mülkü üzerinde izafi (göreceli tasarruf yetkisi) bir meliklik yetkisi tanınmıştır. Bu yetki hiçbir zaman sınırsız anlamda olmadığı ve insanın keyfine bırakılmadığı gibi sadece bir emanettir. Risale-i Nur, bu emaneti üzerine alıp hakiki Malik’ten gaflet eden insanı şöyle uyarır;

“Ey insan! Şu beden kulübeciğinde misafirsin, malik değilsin. Sen kendini kendine malik sanma. Çünkü sen kendini idare edemezsin. O yük ağırdır; kendi başına muhafaza edemezsin. Mülk başkasınındır. Kudretine istinat et; rahmetini ittiham etme. Mânen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden etkilendiğin ve bir türlü rayına oturtamadığın şu hayat ve içindekiler bir Kadir-i Rahim’in mülküdür. Mülkü sahibine teslim et yani sünnet-i seniyye dairesine gir. O hem Hakim’dir hem Rahim’dir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Olaylar karşısında dehşete düştüğünde İbrahim Hakkı gibi “Mevla görelim neyler/ neylerse güzel eyler” de, pencerelerden seyret, içlerine girme.”

Elhamdulillahirrabbilalemin…

Nevin Yapıcıoğlu / Nisanur Dergisi - Ağustos 2012

Kaynaklar;
Risale-i Nur,
Esmaü’l Hüsna/ İbn Kayyim el-Cevziyye,
Risale-i Nur’da Esma-i Hüsna/ Süleyman Kösmene

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.