Mehmet Güven ÖZER
Elma kokusu
Amerikalı bir çocuk annesine yaklaşıp; “Mom, There is smell of apple hereabouts. I aspire after it. Could you give me an apple?” yani “Anne, etrafta elma kokusu var. Canım çekti. Bana bir elma verir misin?” dediğinde, annesi kendisine ABD'nin ithal ettiği ve elmanın geldiği ülke çocuklarının yiyecek parasının olmadığı, kırmızı mı kırmızı, iri mükemmel tadı olan bir elmayı tabağa koyup, verir.
Halepçeli çocuklar da en son; “ Dayê, lı dora me bêhna sêva heye. Dılê mın çuyê. Tu dıkarî sêvekê bıdi mın” demişlerdi. Yani onlar da elma kokusu hissetmiş, canları elma çekmiş ve annelerinden elma istiyorlardı. Meğerse bu hayatlarının son koku alışları ve son istekleriymiş. Çünkü bu isteklerinden sonra gözleri kızarmaya, boğazları tahriş olmaya, nefesleri tıkanmaya başlamış ve kusarak can vermişlerdi.
16 Mart 1988 yılında, Saddam Hüseyin'in emriyle Kimyasal Ali lakaplı, Ali Hasan Macit El-Tikriti'nin Halepçe'ye yağdırdığı kimyasal bombalar elma kokusundalarmış. Çocukların canı bu yüzden elma çekmiş. Halepçe'de o günü yaşayıp, kurtulan çocukların bir kısmı ise artık elma ismini bile duymak istemiyorlarmış.
Maalesef bu dünya böyle... Amerikalı çocukların rahat rahat elma yemeleri için, Halepçeli çocukların ölmesi gerekiyor. Uzun süre olaya karşı sessiz kalan Amerika, ancak Saddam'ın Kuveyt'i işgal etmesi sonucu harekete geçti. Bu da Batı âleminin ikiyüzlülüğünü ortaya koyuyor.
Canları elma çeken Halepçe'li çocukların kanı için harekete geçmeyen Amerika, Kuveyt'in petrolü için harekete geçip, Saddam'ı alaşağı etti. Maalesef dedim ya… Maalesef Kuveyt'in toprağının altındaki petrolün değeri, canları elma çeken Halepçe'li çocukların damarlarında dolaşan kandan daha değerliydi.
“Hawar” diye Kürtçe'de çığlık ve imdat anlamında bir kelime var. İnsanın hawar etmemesi elde değil. Halepçe'li Ömer Hawar'ın, hawar etme fırsatı oldu mu? bilmiyorum. Çünkü en acıklı hikâyelerden biri de onun. Onun da elma kokusu hisseden 9 çocuğu vardı ve ailesinden kurtulan olmadı.
Ömer Hawar 7 kız babasıdır ve erkek evlada sahip olmak için durmadan dua etmektedir. Bu dualarının sonucu olacak ki, Allah ona ikiz erkek evlat verir. Artık mutludur Ömer Hawar. Ama nereden bilecek ki; mutluluk düşmanlarının onları bir öğlen vakti, sofra başında yakalayacağını.
Dediğim gibi, 16 Mart 1988 saat 11.00 küsurda, sofrası hazır bulunan Ömer Hawar'ın ailesi, elma kokulu renk renk dumanlardan oluşan kimyasal zehire yakalanır. Ömer ikizlerinden birini kaptığı gibi koşmaya başlar. Diğer çocukları da kamyonetle kurtulacaktır. Canhıraş bir şekilde sokağı dönen Ömer Hawar'ın çevresindeki hayvanlar ve insanlar can çekişmeye başlar. Komşuları, akrabaları, yakınları, Halepçe'nin kuşları, tavukları, inekleri ve ağaçları ölmeye başlar.
Ömer Hawar bütün gücünü toplar. Fakat sadece sokağı dönmüş ve 47 numaralı evin önüne gelebilmiştir. Adımları yavaşlar ve dağ gibi adam yere yıkılır. Düşerken bile kendince önlemini almıştır ve çocuğunu koruma refleksi ile başını merdivene yaslar, çocuğu altında kalıp ezilmesin diye yüzükoyun yattığı halde dirseğine dayanır. Fakat ABD ve Avrupa'nın demokratik ülkelerinden alınan kimyasal gazlara bu tedbir çok basit gelir. Baba-oğulun, Kimyasal Ali, Saddam Hüseyin, ABD ve demokratik Avrupa ülkelerine karşı mücadele etmeye güçleri yetmemişti. Onun için 47 numaralı evin merdiveni önünde, uyur gibi ruhlarını teslim ettiler.
Bence özelde Kürtler, genelde tüm Müslümanlar her yılın 16 Mart'ında, yani Halepçe katliamının yıldönümünde sembolik olarak elma yemeyi protesto etmelidir. Çünkü Halepçe'li çocuklar elma yiyemeden bu dünyadan göçtüler.
O gün, 16 Mart 1998'de öğle vakti, kimyasal zehiri soluyan tüm insanlar öldü. Sadece insanlar mı? Kuşlar, börtü böcek, inekler, ağaçlar, kısacası tüm tabiat.
Aslında ölen bizatihi insanlıktı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.