Fesih YASAK
Emin misin sen?
Ey dost! Yağmurun bir gün dinmeyeceğinden, hiç bitmez sanılan şu gürül gürül akıveren hayat ırmağının, bir gün ansızın kurumayacağından, seni alıp diyarlardan diyarlara gezdiren rüzgarların esişinin duruvermeyeceğinden emin misin sen?
"Dünya hayatı gökten indirdiğimiz bir su misalidir ki, insanların ve hayvanların yediği yer bitkileri o su sayesinde gürleşip birbirine girer. Yeryüzü bu güzelliğe kavuşup süslendiğinde ve sahipleri bu güzellikleri kendi güçlerine bağladıklarında oraya, bir gece vakti yahut güpegündüz emrimiz ulaşır da onu -sanki dün de yokmuş gibi- kökünden biçilmiş hale getiririz. Düşünenler için ayetlerimizi işte böyle açıklıyoruz." (Yunus:24)
İşte dünya hayatının örneği bu... İnsan ona gönül bağlayıp takılı kaldığında, oradan daha değerli, daha onurlu, daha kalıcı ebedi bir hayatın perdesini aralamaya yönelmediğinde, bunun için uğraş vermediğinde bin pişman olur.
Evet, gökten yağmur iniyor, bitkiler onu emiyor ve onunla kaynaşıyor. Bereketlenen toprak gelişip güzelleşiyor. Yeryüzü bütün güzelliklerini takınmış, bir gelin gibi süsleniyor ve açılıp saçılıyor aşıklarının karşısında. Üstelik sahipleri de onunla övünüyorlar. Sanıyorlar ki yeryüzü kendi çabaları ile böyle güzelleşiyor, iradeleri ile süsleniyor. Yetmedi, ona gönül bağlayıp hiç ölmeyecekmiş gibi eğleniyorlar. Bunun yanında, orada tek yetki sahiplerinin kendileri olduklarını, bir başkasının yeryüzünü istemedikleri biçimde değiştiremeyeceğini, hiç kimsenin bu konuda kendilerine rakip olamayacağını sanıyorlar!
Onlar, bu bereketlenmiş bolluk ve rahatın sevinci, güven verici huzurun sarhoşluğu içindeyken: "Derken bir gece ya da gündüz sırasında yok etmeye ilişkin emrimiz o yöreye geldi de orayı biçilmiş, çıplak bir arazi parçasına dönüştürdük" buyuruyor rabbimiz.
Bir anda, bir çırpıda ve toptan olarak... Bazı insanların içine dalıp durdukları, onun bir nimetini elde etmek için ahiretlerinin tümünü feda ettikleri bir dünya işte... Kaldı ki orada güven ve huzur yok. Yerinde kalma (sebat) ve yerleşme (istikrar) sorsan o da yok. Ona dört elle sarılan insanlar sınırlı şeylerin dışında onun hiçbir nimetine sahip olamazlar.
Dostum! Öyleyse, atan yüreğinin bir gün ansızın duruvermeyeceğinden, gören gözlerinin devamlı ve kusursuz göreceğinden, işiten kulaklarının hep duyacağından, ömrünün baharının zeval bulup hazan ve hüzün vakti olan ihtiyarlık şafağının bir gün senin için de doğmayacağından emin misin sen?
Üstad Bediüzzaman; 'Bu dünya, insanın nihayetsiz emel ve arzularına kâfi gelmeyecek kadar dar ve fanidir' der. Çünkü ömrü kısa, istekleri sonsuzdur insanın... Hakeza, insana verilen latife ve duygular, insanın bu dünyaya ait bir varlık olmadığını, ebedi alem için yaratıldığının delilidir. Yine Üstad, insanın faniliği için; "İnsan çendan (gerçi) fânidir. Fakat beka için halk edilmiş ve bâki bir zâtın âyinesi olarak yaratılmış ve bâki meyveleri verecek işleri görmekle tavzif (vazifelendirilmiş) edilmiş ve bâki bir Zât’ın, bâki esmasının cilvelerine ve nakışlarına medar olacak bir suret verilmiştir." diyor.
Dostum! 'Ben olmazsam olmaz' dediğin işlerin, asla sensiz yapılamayacağından, sen olmazsan dünyanın duruvereceğinden, seslendiğinde titrettiğini sandığın şu dağların hep emrinde olacağından emin misin sen?
Rabbimiz Allah(cc.), yüce kitabında: "Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin ne de boyca dağlara erişebilirsin." (İsra:37) fermanıyla kibirli ve zorba insanları eleştiriyor.
Medine'de kurulan İslam devletinin yöneticileri ve kumandanları ilahi mesaja kulak vererek her tür kibir, zorbalık, gurur, kendini beğenme, yüksekten bakma gibi özelliklerden uzak kalmışlardır. O denli ki, savaş alanında bile gurur ve kibre neden olacak en ufak bir söz bile sarf etmemişlerdir. Giyecekleri, yiyecekleri, evleri ve binekleri hep sade ve basit olmuştur. Kısacası onların tacirleri "büyüklenenler" gibi değil, alçak gönüllü insanlar gibiydi. Onlar hiçbir zaman fethettikleri beldelerin halklarını kibir ve gururla korkutup ezmemişlerdir.
Ey dost! Sana uzanan ellerin hep yanında olacağından, yüreğini verdiklerinin bir gün sırtlarını dönüp gitmeyeceğinden emin misin sen?
Hem karanlığın içinde kaybolup giden çığlıkları duyabildiğinden, zalimin karşısında durup mazlumun yanında durduğundan, yüreğindeki ışıktan başkalarına verebildiğinden emin misin sen?
Rabbinin rızası istikametinde güzel bir hayat yaşadığından, yapabileceğin her şeyi yaptığından emin misin sen?
Dostum! Bütün bunlar için bir kere daha fırsatın olacağından... sahiden emin misin sen?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.