Ercüment Özkan`dan HÜDAPAR`A
Türkiye`de İslami Hareket denilince, akla gelen genel olarak tüm resmi ve sivil toplum kuruluşları, cemaatleri, vakıfları, dernekleri ve partileri ve gayri resmi kurulmuş olan bir takım oluşumlar gelmektedir. Oysaki bu saptama tam olarak doğru bir saptama
İslam âlemindeki benzeri oluşumlar genel olarak Türkiye`deki bu kesimler tarafından kimi zaman motamot kimi zamanda kısmi olarak model alınmıştır. Zira Türkiye`de Kemalist sistemin 1925 ve 1980 yılları arasında yoğun olarak uygulamış olduğu Kemalist, laik, zorbacı ve dayatmacı politikalar Türkiye`de İslami hareketin kendi içerisinde zihinsel ve eylemsel gelişime ve üretime engel olmuştur. Tek suçlu Kemalist rejim değildir elbette bu kısırlığa neden olan.
Türkiyeli Müslümanların bu alanda yeteri kadar dünya ölçeğinde bir birikim ve malzemeye sahip olmaması ve var olan cüzi imkânların bir takım çarpık ve yanlış metot sahiplerinin sistem içinde değişim ve dönüşümü sağlama çabası nedeniyle elden kaydığını da bilmekteyiz.
1980 li yıllardan sonra Türkiye`de yaşanan liberal politikalar ve Sovyet sosyalist sistemin çökmesiyle birlikte dışa açılma politikaları olumlu olumsuz birçok şeyin Türkiye`ye girmesine sebebiyet vermiştir. Bunlardan olumlu olanları Müslümanlar açısından diğer İslam ülkelerinde yaşanan fikri siyasi ekonomik ve kültürel ve İslami niteliğe sahip İslami faaliyet ve örgütlenmelerden haberdar olmaları ve onlardan istifade etmeye çalışmaları olmuştur.
Her ne kadar Osmanlının son dönemlerinde ıslah hareketi çabaları gösteren Cemalettin Afgani ve Muhammed Abduh gibi şahsiyetler yaşamış olsa da bu sonraki dönemlerde yok olmaya yüz tutmuş ileriye taşınamamıştır.
Ürdün`de kurulmuş bir örgütün Türkiye`deki temsilcisi olup Türkiye`de Hilafet sistemine dönüşü sağlamaya yönelik İslami faaliyet yürütülmüş olsa da bu ve benzeri hareketlerin kendi içerisindeki bir takım metodik yanlışların, itikadi ve ameli sıkıntıların varlığı Ercüment Özkan gibi şahsiyetlerin o örgütlenmelerden kopup bağımsız bir şekilde İslami faaliyet yürütmelerine neden olmuştur. Tabiki 1950 li yılardan sonra Türkiye`de sadece Ercüment Özkan değildi İslami faaliyet yürüten. Yukarda da değindiğim gibi kendilerini İslam`a nisbet eden birçok kurum ve kuruluş bu alanda kendilerinin İslami bir hareket içinde yer aldıklarını ifade ediyorlardı. Bu kesimlerin faaliyetleri genelde İslam`ın siyasi boyutundan yoksun olup münferit olarak kişinin İslami anlamda yetişmesine ve devletine milletine bağlı birer şahsiyet olmasına yönelikti.
1950 li yıllardan sonra çok partili sisteme göstermelik olarak geçilmesinden sonra İslami hassasiyetlere sahip bir takım kişiler Necmettin Erbakan`ın öncülüğünde Milli Nizam Partisini kurdular. İslami anlamda geleneksel kesimlerin siyasi anlamdaki taleplerini dillendiren ve geçmişe yani Osmanlıya yoğun atıfta bulunan bir parti olarak Milli Nizam Partisi büyük bir boşluğu doldurmuş oldu.
Türkiye`deki küfür sisteminin kırmızı çizgileri üzerine bina edilen yasalar gereği kurulan parti, vakıf ve derneklerin Kemalist, laik ve demokrat olmakta fazlaca bir beis görmeyen bu kesimlerin yönetici ve elemanları, niyetlerinin İslami olduğunu ama kullandıkları metodun sadece bir araç olduğunu ifade ederek &`;Ameller niyete göredir” hadisini kendilerine çıkış yolu olarak görmekteydiler. Hz Yusuf`un Mısırdaki iktidara gelişini tevil ederek ve yine Hz Muhammed`in Taif dönüşü Mekkeli müşrik Mutim b. Adiyy`‘den eman almasını kendilerine bir çıkış yolu olarak gören bu kesimler inişli çıkışlı grafikler çizerek, kâh kapatılarak kâh iktidar yapılarak sisteme enteğre edildiler. Sistemin asıl sahipleri tarafından birçok kez< bedeller> ödettirilen bu kesimlerin geneli İslam`ın siyasal boyutundan kesinkes uzaklaştıklarını AKP kanalıyla deklare ettiler ve son dönemlerde açılım, değişim göstererek bu iddialarını ispat ettiler. Bu değişim dönüşüm ve enteğre sonucu iktidarın ve sistemin nimetlerinden azami derecede yararlanmaya çalıştılar çalışıyorlar.
Ercüment Özkan`la Hüdapar‘ın buluştuğu nokta temelde İslami kaygılar taşımalarıdır. Ercüment Özkan`ın öncelikli niyeti ekseriyetinin Müslüman olduğu söylenen halka ve kutsiyet atfettikleri devletin İslam adını taşıyan bir partiye dahi izin vermeyeceğini ifşa etmeye yönelikti. Bir diğer niyeti ise Allah`ın dinini yalın bir şekilde insanlara sunma imkânı veren meydanların kullanılmasına yönelikti. Zira o dönemlerde özel TV ‘ler henüz yaygınlaşmamıştı ve bunun için büyük maddi imkânlar gerekiyordu. Bir diğer amacı ise seçime girilse bile asla meclise girmeme veya malum yemini etmeme şeklindeydi.
Türkiye`de İslami düşünce dünyasında çok önemli bir şahsiyet olarak gördüğüm rahmetli Ercüment Özkan`ın 1980 li yıllarla birlikte yayın hayatına kazandırdığı &`;İKTİBAS” dergisinin bu ve benzeri tartışmalara ve oluşumlara ışık tutacak kavram ve makalelerinin varlığı bizler için bulunmaz bir kaynaktır diye düşünüyor ve her kesime bu dergilerdeki kavram ve makalelerin tahlil edilmesini tavsiye ediyorum.
Tam olarak olmasa da sunmaya çalıştığım bu girişimden sonra sistemin kırmızı çizgilerini içselleştirmiş bir takım partilerin haricinde İslami kaygıları azami derecede ön plana alarak kurulmak istenen bir partiye şimdiye dek rastlamamıştık. Refaransı, Ercüment Özkan ve kuracağı parti gibi İslam olan Hüdapar`ın siyaset sahnesine çıkmasıyla birlikte geçmişte Ercüment Özkan`ın kurmaya niyetlendiği ama kuramadığı parti etrafında yoğunlaşan tartışmaların şimdilerde Hüdapar`ın etrafında cereyen ettiğini görmekteyiz.
Hem İslami kesimler tarafından genel olarak hem devlet hem de millet olarak dikkatlice takip edilen, edilecek ve tartışılacak olan bu oluşumun tutturmak istediği istikametin öncelikli gayesinin adalet ve barış temelli bir düzen olduğu söylenebilir.
Bazı Tv lerde ekranlara çıkan Hüda Par``ın yetkilisi olan kardeşlerimiz hem cemaatin geçmişiyle hem de bu gün itibariyle gelinen noktada nasıl bir çizgiye sahip olunduğuna dair çok daha sağlıklı bilgiler sunmaktadırlar. Zahiren de olsa niyetlerinin halisane olarak İslam olduğunu düşünürsek bu kardeşlerimizin atmış oldukları bu adıma öncelikli yaklaşımımızın hüsnü zan çerçevesinde olması gerektiğidir.
Geçmişte sistemin ve Pkk`nın zorlamalarına ve saldırılarına muhatap olan, gelenekselde olsa İslami hassasiyetlere sahip çıkan, cemaat bilinciyle hareket edip bölge insanının tamamının Marksist Leninist bir çizgiye kaymasını önleyen bundan dolayı da PKK`nın hedef tahtası haline gelen bu cemaatin önde gelen insanlarının İslam`ın siyasi bilincini yakalamış olması, İslam coğrafyasındaki partileşen ( ihvan ve benzerleri vs) bir takım İslami hareketlerden de etkilenerek sistem içi mücadelede partiyi bir araç olarak düşünüp buna göre bir çalışmanın yapılmış olmasının en azından bu işin savunucuları açısından haklı olarak görülebilir yanları mevcuttur.
İslami hassasiyetli diğer partilerden farklı olarak Hüda Par`ın milliyetçi mukeddesatçı, demokratik laik bir çizgiyi ret ettiğini bunun yerine sadece İslam`ın söylem ve eylemlerini referans olarak sahiplendiklerini görmekteyiz. Bu son derece dikkat çekici bir yaklaşım olmakla beraber geçmişte tam olarak benzerlik arz etmese de diğer benzer partilerin kitleselleşme neticesinde takiyye diyebileceğimiz bir takım fıkhi araçları kullanabilme potansiyelininde kendi içerisinde mevcut olabileceğini görmüştük. Legalleşmenin yani sistemin bir takım kırmızı çizgilerini kabul etmiş görünerek ve yahut gelişen ve değişen şatların neticesinde sistemin kırmızı çizgilerini dayatmaktan vazgeçmesi ve ya öyle görünmesi, Allah`ın vahiy kanalıyla oluşmasını istediği kullar üzerindeki siyasetinden uzaklaşarak, İslami kaygılar taşısa bile tam olarak ta Allah`ın siyasetinin egemen olmadığı siyasi yapıları doğurabilmektedir.
Hüda Par`ın bu kanalla biz İslam`ı getireceğiz gibi bir iddiasının olmadığının da altını çizmek gerekir. Zira tedriciliği esas alarak hareket planını belirleyen ve bu işe koyulan kardeşlerimiz kendi içerisinde tutarlı görünmekle beraber yine bir takım İslam`i çevreler tarafından madem İslam`ı bu kanalla getirmeyi düşünmüyorsunuz peki hangi kanalla bunu yapacaksın gibi haklı bir soruyu da sormalarına neden olabilecektir.
Hüdapar`ın geçmişinin önce bir cemaat, 2000 li yıllardan sonrada Muztazaflar Derneği ve benzeri vakıf ve dernekler olduğunun altına çizersek görürüz ki geçmişte yalan yanlış atfedilen bir takım iftiralardan kurtulmak ve sadece Allah`ın rızasını gözeterek ve şiddete ve benzeri şeylere asla tevessül etmeden bu atılmış adımı nihayetine erdirmek arzusunu taşıdıkları görülür.
Bu ülkede halen iktidarda olan ve ya muhalefette olan birçok partinin ve meclis dışındaki birçok siyasi franksiyonun değişim ve dönüşüm gösterdiğine inanıldığını ve yahut inanılmış gibi görünüldüğünü düşünürsek, şiddet bağlamında bu cemaatinde değiştiğine devlet, sistem ve de kuşku duyan çevreler tarafından inanmak düşer. Kaldı ki bu cemaat geçmişte de şiddeti arzulamış değildi ve sadece son çare olarak istemeden de olsa nefsi müdafaa diyebileceğimiz bir çerçevede de bu işe mecbur edilmişti.
Bu arada önemli gördüğüm şu hususun altını çizmenin de gerekli olduğunu düşünüyorum.
Küresel eğemen güçlerin (ki bunların başında Amerika, İsrail, İngiltere, Rusya, Fransa, Çin gibi ülkeler gelmektedir) Kürtlerin yaşadığı coğrafyada her hangi İslami bir hareketin gelişmesini ve güçlenmesini istemediklerini ve özellikle Kürtlerin temsilcilerinin PKK ve benzeri gayri İslami oluşumların olmasını istediklerini Filistin örneğinde görmekteyiz. Seçimle gelmiş Hamas`ı baypas ederek onun yerine azınlık olan ve demokrasiyi ve laikliği ve batı tipi hayat tarzını benimsemiş Mahmut Abbas`ı Filistin`in meşru lideri olarak görmektedirler. Gerçi kendilerinin de Allah katında hiçbir meşruiyetleri mevcut değildir. Zira adı geçen ve geçmeyen benzer anlayışta ülkeler meşruiyetlerini şeytandan, nefislerinden ve cahil bıraktıkları halkın onları desteklemelerinden almaktadırlar.
Özelliklede doğu ve güney doğu Anadolu`daki Kürt halkının İslami hassasiyetlerinin fazlalığı ve 2000 yılı öncesi illeğal yapı olarak kabul edilen ve faaliyetlerini yoğunlaştıran bu cemaatin o bölgelerde güçlenmesini önlemek ve tek inisiyatifin onların eline geçmemesini sağlamak için PKK`yı üzerlerine saldırtan iç ve dış çevrelerin varlığı bu hareketi bitirmeyi hedefliyordu. Ancak beklenilen olmadı ve bu cemaat 2000 li yıllardan sonra dernek ve vakıflar kurarak varlıklarını bu kanallarla sürdürüp İslami çalışmalarını bu alanlarda artırdılar.
Dolayısıyla bu hususları da dikkate aldığımızda Hüda Par`ın Hamas ve benzeri çizgide olan yapılanmalara benzediği ve biz Müslümanlarında Hamas örneğinde olduğu gibi bu oluşuma en azından hüsnü zan çerçevesinde bir yaklaşım göstermemiz gerektiğidir. Bekleyip görmek bizleri daha sağlıklı sonuçlara götürecektir. Dileğimiz bu kardeşlerimizin siyasi anlamda ayaklarının kaymaması ve bir takım maslahatlar uğruna kendilerini ve mensuplarını Allah katında hesabı zor verilecek şeylere itmemeleridir. Yine geçmişte benzerlerini yaşamış olsak bile Hüda Par`ın da aynı sonuca varacağını peşinen söylemek ilk elden pekte doğru bir yaklaşım olmaz diye düşünüyorum. Madalyonun her iki tarafı görülerek bir sorgulama yapmak en sağlıklı bir yöntemdir. Samimiyetlerinden asla şüphe etmediğim bu kardeşlerimizin bu oluşumunun en azından şahsımca doğru bulduğum her düşünce ve fiiilerini gücüm nispetince desteklemeyi aksi halde eleştiri, uyarı ve önerilerimi de çekinmeden kendilerine ve kamuoyuna ileteceğimi ifade ediyorum. Zira her kes Rabbine tek başına hesap verecektir. Gerek şahsımın gerekse Hüda Par mensubu kardeşlerimizin ve ila ahir tüm insanların Allah`a hesap verirken tek başlarına olacağını, yanlarında ne bir annenin ne bir babanın ne bir kardeşin ne bir hısım akrabanın ne bir cemaatin nede bir partinin olmayacağını iyi hesap etmeleri gerektiğini çok iyi tartmalılar diye düşünüyorum.
Allah`ın rızasına ermek için, Vahyi temel ölçü alan ve Hz Muhammed aleyhisselatu vesselamın hayatın her alanındaki örnek yaşantısından sapmayan bu amaçlara ulaşmak için kullanacağımız araçlarında en esaslı bir şekilde bu ölçülere uygunluğunu dikkate alan her kese selam olsun diyorum.
SELAM VE DUA İLE
Şinasi Uludoğan
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.