Bildane KURTARAN
Erkeğin Elinde, Kadının Bağrında Bıçak Varsa...
Hiç kimse kızını, psikopat caninin biri günün birinde gelip bıçaklasın diye büyütüp/yetiştirmez!
Yine hiç kimse, evladı kalkıp yarın bir kadını bıçaklasın, canına eziyet etsin diye emeller besleyip, bu uğurda eğitmez!
Dolayısıyla her bıçaklama ve şiddet olayında hem eziyet gören, hem eziyet eden insanların ailelerinin yaşadığı trajedi ve travmaları bu gerçeği unutmadan değerlendirmek gerekir.
Çünkü direk suçlayıcı ve keskin yargılar, çoğu kez var olan toplumsal sorunları hakkaniyetle görmeyi engeller. Kişisel hatalara ve yetiştirilme tarzına vs. bağlanır ve kolaycı bir anlayışla gereken ehemmiyet de verilmez meseleye. Öyle ya insanın, sınanmadığı bir imtihan konusunda konuşması çok kolaydır.
Oysa artık nerdeyse her gün duyduğumuz, gördüğümüz her bıçaklanma olayında, o bıçak darbelerinin aslında hepimizi yaraladığını kabul etmek gerekiyor. O halde tüm bu olayları münferit olaylar olarak görmekten vazgeçmeliyiz. Olayın merkezinde olan insanlar uzaylı da değil ayrıca. Darbeyi yiyen de darbeyi vuran da bu toplumun evlatları ve maalesef çözüm bulamadığımız takdirde bunun sonu da gelmeyecek.
Fakat meselenin ayrı bir boyutu da, bu ve bu minvaldeki tüm sorunlarda direk 'İstanbul Sözleşmesi' gündeme geliyor. Kimi tek çare olarak can simidi olarak bu sözleşmeyi gösterirken, kimi de birçok veri ve hakikati baz alarak, haklı olarak bu sözleşmenin aslında, asıl tehlikenin çanlarını çaldığını haykırıyor.
Ama tüm bu tartışmaların, konuşmaların sokakta halkın arasında pek de bir karşılığı yok.
Yoğun bakımda bıçaklanmış kızının acısıyla bekleyen bir anne için bu konuşmalar, onun acı duvarını aşamayacak uğultulardan farksız. Yine eli gelininin kanına bulaşmış oğlunu, adliye koridorlarında, cezaevi kapılarında bekleyen başı önüne, yüreği gam bataklığına düşmüş bir baba için, tüm bu sözler ve sözleşmeler anlamını yitirmiş teferruattan ibaret.
Bunun abartı veya bir yanılgı olduğunu düşünenleri kıyas-ı nefse davet ediyoruz, adil olmak adına...
Ne güzel söylemiş Üstad: ''Kıyas-ı Nefs Mizan-ı Adalettir!''
Sakın bu ifadeler yanlış anlaşılmasın! Elbette 'İstanbul Sözleşmesi' konuşulmalı, nedir ne değildir topluma anlatılmalı...
Fakat farkında mıyız? Sürekli bu sözleşme etrafında dönüp duruyoruz. Savunanı da savunmayanı da tüm bu sorunların çözümü için sözleşmenin uygulanmasını veya kalkmasını tek çare olarak gördükçe, tüm enerjimizi buraya verip vakit kaybettikçe, daha çok bıçak darbesiyle sarsılacağız ne yazık ki!
Peki çözüm ne, ne yapmak gerekiyor?
Acilen toplumu yine ve yeniden İslam'ın huzuruyla tanıştırmak ve kaynaştırmak gerekiyor. Unutana hatırlatmak, bilmeyene bildirmek için acilen kolları sıvamak gerekiyor. Amma ve lakin, yanlış Müslümanlarla yanlış tanıtılan doğru İslam'ın, doğru örnekleri olarak bu daveti güçlendirerek.
Peygamber ahlâkı ve vahiy kültürü topluma hakim olunca aileler merhamet ve muhabbetin gülistanı haline gelecek biiznillah!
O gülistanda yetişen gül yüzlü güleç çocuklar gülşenimizin bahçıvanları olacaklar...
Yeter ki Kur’an söylemlerimizin değil eylemlerimizin merkezine otursun.
İşte o zaman Asr-ı Saadet geri gelecektir, neden olmasın ki!
Zaten bugün saadetten uzaksak, Asr-ı Saadeti, saadet asrı yapan değerlerden uzaklaştığımız içindir!
Bu gün erkeğin elinde, kadının bağrında bıçak varsa hep bu sebeptendir!
Abdullah b. Ömer' in şu ifadesi ne güzel özetliyor: “Hz. Peygamber devrinde hakkımızda ayet nazil olur korkusuyla hanımlarımıza elimizi ve dilimizi uzatmaktan sakınırdık. Hz. Peygamber vefat edince dilimizi ve ellerimizi onlara uzattık”(Buhari, Nikah)
Nebevi Sünnetin selametinin ve İslam'ın emniyetinin tüm yuvalara hakim olması duasıyla...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.