Fasıkların Haberleriyle Mantık Yürütmek

Fasıkların Haberleriyle Mantık Yürütmek

Peygamber (sav), sahabeden Velid bin Ukbe’yi Beni Mustalik kabilesine toplanılan zekâtları alması için, zekât memuru olarak gönderir.

Peygamber (sav), sahabeden Velid bin Ukbe’yi Beni Mustalik kabilesine toplanılan zekâtları alması için, zekât memuru olarak gönderir. Kabilenin ileri gelenleri, Resulüllah (s.a.v)’ın zekât memuruna hürmette bulunmak amacıyla topluca karşılamaya çıkarlar. Cahiliye döneminde, Velid’le Beni Mustalik kabilesi arasında bir husumet vardı. Bundan dolayı, zekât memuruna hürmeten O’na doğru topluca gelen kabile mensuplarını görünce, eski düşmanlıklarından dolayı onu öldürmeye geldikleri zannına kapılır. Onlara sormadan, niyetlerini anlamadan, telaşla derhal Medine’ye döner. Durumu soran Resulullah (sav)’e de: “Ey Allah’ın Resulü, onlar beni zekâttan menettiler ve hepsi silahlanıp beni öldürmek istediler, ben de aralarından kaçtım” der. Bu cevabı alan Peygamberimiz (s.a.v), onların üzerine bir ordu göndermeye karar verir. Bunu haber alan kabilenin ileri gelenleri bir heyetle Peygamberimiz (s.a.v)’e gelerek “Ey Allah’ın Resulü, biz senin memurunu zekâttan menetmedik. Onun geldiğini öğrenince hürmet ve tazim etmek için toplanıp yanına gidiyorduk, bizi görünce hemen kaçtı, biz niçin kaçtığını anlamadık” derler. Bu olay üzerine şu ayet nazil olur:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ جَٓاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ فَتَبَيَّنُٓوا اَنْ تُص۪يبُوا قَوْماً بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلٰى مَا فَعَلْتُمْ نَادِم۪ينَ

“Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.”[1]

Hiç şüphesiz Peygamber (s.a.v)’den sonra şeref bakımından insanların en üstünleri Sahabeyi Kiram (ra) efendilerimizdirler. Kur’an’da Cenab-ı Allah, müteaddit kereler onlardan razı olduğunu bildirmiştir. Bazılarının İslam’daki fedakarlığı hakkında özel ayetler inmiştir.[2]

Hucurat suresinin bu ayetinde Allah (cc), sahabe olmasına rağmen Velid bin Ukbe’yi, fasık olarak adlandırmaktadır. Arap dilinde “Fısk”, taze hurma kabuğunu ya­rıp dışarı çıkması, farenin yuvasından çıkıp ayrılması veya bir şey sınırını ve kendisinin olması gereken yeri aşması anlamında kullanılan bir kelimedir. Yani kısacası fısk, “Belirli bir sınırı aşmak” demektir. Bu kelime, İslâm öncesi dönem­de insandan ziyade, daha çok bitki ve hayvanlar hakkın­da kullanılmaktaydı. Örneğin; bitki büyümeye, kabuğunu aşmaya ve tomurcuğundan çıkmaya başladığında ya da hayvan türleri, kabuğundan, annesinin karnından ve genel olarak durması gereken yerden ayrılmaya başladığında bu ayrılış “fısk” kelimesi ve türevleriyle ifade edilmekteydi. Ancak İslâm bu kelimeye “hak yoldan ayrılma ve Allah’ın emirle­rine itaatsizlik etme” şeklinde daha özel bir anlam kazandırmış hem müşrik, Yahudi, Hıristiyan ve münafıklar hakkında; hem de dinin emirlerine aykırı hareket eden Müslümanlar hakkında kullanmaya başlamıştır.

Bu kelime ıstılahta ise; isyan etmek, Allah’ın emirlerini terk etmek, O’na itaatten ve hak yoldan ayrılmak; zulüm, ahlaksızlık ve bozgunculuk yoluna girmek manalarında kullanılmaktadır. Âlimlerimiz fıskın hem kalp hem dil hem de amelen olabileceğini belirtmişlerdir. Örneğin haset kalbî bir fısktır. Sövmek lisanî bir fısktır. Zina amelî bir fısktır. İşte bir insanın fısk içerisine düşmesi bu üç suretten biri ile olur.

Bu kavram hem Müslümanları hem de kâfirleri kapsayacak şekilde geniş bir kullanıma sahiptir. Fısk iki türlüdür; birincisi dinden çıkaran fısk, ikincisi dinden çıkarmayan fısktır. Ancak genelin anlayışında “fâsık” denildiğinde bununla günaha düşmüş ve harama girmiş kimseler kastedilir. Bu ayet-i kerimede, sahabi de olsa, Müslümanların düşmanlığı ve kanlarının akıtılması noktasında bir haber alındığı zaman araştırılması gerektiği vurgulanmıştır.

Bugün değil sahabe, Müslüman dahi olmayan fasık medyanın haberlerine aldanıp Müslüman kardeşlerinin düşmanlığını yapanlara ne demeli? Ama diyor, televizyonda gördüm. Sahabe olarak bilinse dahi fasık olanın sözünü araştırın diyor Kur’an. Sen ise fasık medyanın sözlerini, araştırma gereği bile hissetmiyorsun. İşin ilginç tarafı ise; senin söylemlerin ile İslam düşmanlarının söylemlerinin yüzde yüz örtüşmesi. Senin isteklerin ve duyguların ile onların istek ve duygularının aynı olması. Bunda bir tuhaflık var. Onların İslam düşmanlığında herhangi bir değişiklik yoktur. Yine bu insanlar iman da etmemişlerdir. Peki o halde bu benzerliğin sebebi ne?

Zamanın birinde bir adam devesini kaybeder. Devesini ararken hikmet ehli üç dervişle karşılaşır. Dervişlere kaybolan devesini görüp görmediklerini sorar.  Dervişlerin ilki; “Bir gözü kör müydü devenin?” diye sormuş. Adam sevinçle “Evet!” diyerek cevaplamış bu soruyu. İkinci dervişin “Ön dişlerinden biri eksik miydi?” sorusu karşısında devesini kaybeden adam heyecanlanarak “Evet, evet” demiş. Dervişlerden üçüncüsü “Bir ayağı topal mıydı?” diye sorar sormaz “Evet, evet” cevabını yapıştırmış. “O halde” diye konuşmuş dervişler, “Sen deveni bizim geçtiğimiz güzergâh üzerinde ararsan iyi edersin, onu bu yolda bulma ümidi vardır.” Kayıp devesinin peşine düşen adam bu üç dervişin kendi devesini görmüş olduklarına kanaat getirmiş ve alelacele dervişlerin geldiği istikamete koşturmuş. Dervişlerin gösterdiği istikamette devesini bulamayan adam, yine dervişlerden bir bilgi alabilmek ümidiyle onların peşi sıra gitmiş. Anlayış sahibi üç dervişi akşam üzere bir istirahat menzilinde eliyle koymuş gibi bulmuş. Yine sorular karşısında kalmış adam: “Devenin bir yanında bal, öte yanında mısır mı yüklüydü?” demiş birincisi; adam “Evet” demiş. “Hamile bir kadın mı biniyor senin devene?” demiş ikincisi, yine “Evet” demiş adam. “Biz senin devenin nerede olduğunu bilmiyoruz” demiş üçüncü derviş. Bunun üzerine deve sahibi, bu üç kişinin kaybettiği deveyi çaldıklarına kanaat getirmiş ve onları kadı karşısına çıkarıp başından geçenleri anlatarak üç dervişi hırsızlıkla suçlamış. Kadı, deve sahibinin ifadesini yerinde bularak üç dervişi deveyi gasp etme suçundan hapse atmış.

Kısa bir süre sonra adam devesini arazide başıboş dolaşırken bulmuş ve dervişlerin salıverilmelerini temin maksadıyla mahkemeye başvurmuş. Daha önce dervişlerin kendi durumlarını izah etmeleri için bir fırsat tanımayı hiç aklına getirmemiş olan kadı, onlardan nasıl olup da deveyi hiç görmedikleri halde deve hakkında bu kadar çok şey biliyor olmalarını açıklamalarını istemiş.

Dervişler, yolda devenin ayak izlerini gördüklerini, izlerden birinin silik oluşunun devenin bir bacağının topal oluşuna delalet ettiğini; yolun yalnızca bir yakasından ot yemiş olmasının tek gözünün körlüğüne delil olabileceğini; ısırdığı yaprakları yırttığına göre ön dişlerinden birinin eksik olduğunun anlaşıldığını söylemişler. Arılar ve karıncalar yolun iki kenarında bir şeylere üşüşmüşlerdi. Bunların bal ve mısır olduğunu gördük. Bir konaklama yerinde çalılara takılmış uzun insan saçı gördük, devenin üstündeki kadındı. Yerde el ayası izi vardı, ancak doğumu yakın hamile bir kadın elini yere dayayıp otururdu.”

Bu olaydan sonra kadı kendine bir ders çıkarmış. Mantığına güvenip kestirme yoldan karar vermenin yanlışlığın, birini suçlamadan veya bir iddiaya sahip çıkmadan önce sadece insanların sözleriyle hareket edilmemesi gerektiğini, insanların suçsuzluklarını ispatlayacak bir fırsat vermeleri gerektiğini öğrenmiş.

Kadının birine kocasından şikâyetçi olan bir bayan gelir. Ağlayarak haklılığını ve kocasının haksızlığını anlatmaktadır. Bayan gittikten sonra, kendisi de âlim olan bir arkadaşı, kadıya, bayanın haklı olduğunu söyler. Kadı arkadaşına kadının haklılığını nereden anladığını sorunca da, bayanın ağlamasını delil gösterir. Kadı arkadaşına; “Eğer ağlamak haklılığa delil ise, Yakup (s.a.v)’ın çocukları, kardeşleri Yusuf’u kuyuya attıktan sonra, babalarına gelip suçsuz olduklarını söyleyip ağlamışlardı.” der.

Özellikle medyada, her okuduğumuz yazı, her gördüğümüz görüntü, insanların haklı ya da haksızlığına delil olamaz. Katillerin, kendi öldürdükleri kişilerin cenazesine katılıp gözyaşı döktüğü haberlerine, medyada sık sık rastlamaktayız. Fasıkların haberleriyle amel edildiğinde, ayetin devamında dendiği gibi; bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığımıza pişman olabiliriz.

Dualarınızda bizleri de unutmamanız dileğiyle, Allah’a emanet olun.

[1] Hucurat Suresi 6

[2] Bknz. Enfâl 74-75, Feth 26, Hucurat 7-8, Hadid10, Feth18, Al-i İmrân172, Tövbe117

Mühacid Haksever

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.