Abdulhakim SONKAYA
Fenni sünnetçi
Fen; bilim, tür, dal, bilgi ve sanat gibi anlamlara gelmektedir.
Fen sözcüğü, zıt anlamlı bir özelliğe sahiptir. Şöyle ki fen, aynı zamanda hile ve kurnazlık anlamına da gelmektedir.
Neden fen, böyle birbirine tamamen zıt hatta aykırı iki anlam ifade ediyor?
Bu sorunun cevabı bize çok önemli ve pek kıymetli bir veri kazandıracaktır. Buna göre sadece Sosyal Bilimlerde değil Fen Bilimlerinde de hileler kurnazlıklar vardır. Oysa Fen Bilimleri, içinde hile, yanlış, yalan olmayan tamamen bilimsel bir metot olarak bize sunuluyor. Ama hakikat böyle değildir. Çünkü Fen Bilimleri de çok rahat bir şekilde sömürü, işgal, dezenformasyon, algı yönetimi ve zihin kontrolü aracı olarak kullanılabiliyor. Bu nedenle fennin, ahlaki yönünün olması gerekir ki fenne yani hileye dönüşmesin.
Kısa dönem öncesine kadar sünnet yapan meslek erbabı kimseler “FENNİ SÜNNETÇİ” vasfını kullanırdı. “Fenni” vasfı ile bilimsel ve teknik metodu kullandıklarını ifade etmiş olurlardı. SÜNNET, zaten sünnettir, dini bir vecibedir. Yani bu işi yapanlar farkında veya olmadan hem sünneti hem de fenni birleştirmiş olurdu. Bu vasıflarından dolayı toplum içinde maddi ve manevi bir saygı ve itibar görürlerdi. Sünnetçi olmak manevi, fenni olmak da maddi saygınlıklarının kaynağını oluşturuyordu.
Aslında “fen” ve “sünnet” her şeyde bir arada olmalıdır. Burada sünnetten hem Allah’ın sünnetini-Sünnetullah’ı hem de Peygamberin sünnetini kast ediyoruz. Evet, Fen Bilimleri, eğer sünnet ile birlikte olmazlarsa fenne yani hile ve kurnazlığa dönüşürler. Hep sömürü ve istismar aracı olarak kullanılırlar. Bu nedenle artık tedavülden kalkan ve sadece özel olarak sünnet operasyonu için kullanılan “FENNİ SÜNNETÇİ” vasfı her alan ve disiplin için örnek olmalıdır. Hem “FEN” hem de “SÜNNET” bir arada birlikte olacak ki sünnet sağlam ve sağlıklı yürüsün, Fen Bilimlerine de hile(fen-kurnazlık) karışmasın.
“Rabbinin makamından korkan kimse için iki cennet vardır… İkisi de fennidir” (Rahman:46 -48) buyrulur. Demek ki yaptığı her işte, her araştırmada Rabbinin makamından korkan, buna göre araştırmalarını hak ve adalet için, insanlık için kullanan kimselere ödül olarak fenni cennetler vardır. Orada her an keşfetme heyecanını yaşayacaklardır. Fenni sünnetçi olmalarının ödülü ve sonucu, fenni cennetlere sahip olurlar. Hayatta yaptıkları her buluş onlara cennet zevki verir. Bu da onları ve diğer herkesi monotonluktan kurtarır. Hakkın zevkini ortaya çıkararak çok farklı haz ve lezzetler keşfederler. Hem faydalı olurlar hem de zevk verirler. Faydalar, zevkler bütün herkesin Hakk’a karşı şükür ve minnetini artırır. Bu nedenle onların cennetine “FENNİ CENNETLER” adı verilir.
Ama günümüzde Fen ve Sünnet(Sünnetüllah-Sünnet-i Nebi) birbirinden ayrıştırılmaya çalışılıyor. Fen ayrı, sünnet ayrı cenahlarda olsun istiyorlar. Fenni ayrı, sünnetçi ayrı olsun çabası sarf ediyorlar. Böyle olursa onlara göre haşa “din tabiatsız kalacak, tabiat da dinsiz olacak” ve nizam böyle kurulacak. Ama fena halde yanılıyorlar. Ancak kendilerini kandırıyorlar. Çünkü tabiatın kendisi Din(c)idir. Dinin kendisi de tabiidir. Tabiatın her zerresinde ilahi fenler vardır. Güzellikler, zevkler vardır. Tabiatın her zerresi Allah’ın sünnetine tabidir. Sünnetüllah’a amadedir, sonuna kadar sünnetçidir. Aynı zamanda fennidir. Her zerresinde hezar fenler, türlü renkler, şekiller, desenler vardır.
İşte ideal nesil, tabii olarak, tabiatıyla fenni sünnetçi olmalıdır. Bu, ideal ve doğal olandır. Eğer nesil, fenni sünnetçi olursa kalemi bilenmiş olur. “HEZAR FEN-BİN FEN” olur. Hem ilmi hem de aşkı en güzel en mükemmel şekilde yaşayacak.
Bu manada “Namaz nesli, Teknofest nesli” birleşmeli ve aynı olmalıdır. O zaman Fen, Sünnetçi; Sünnet de Fenni olur.
Çok da güzel olur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.