Gayr-ı Müslimlerle ilişki kurma biçimleri (1)
Hz. Peygamber (s.a.)'in Mekke ve Medine'de Gayr-ı Müslim topluluklarla kurduğu ilişki üç evre üzerinden anlaşılabilir. Birincisi; Hacer'ül Esved'in Kâbe'nin tamiri sırasında yeniden yerine yerleştirilmesi... İkincisi; Hılf-el'Fudul olayı... Üçüncüsü de; M
Hz. Peygamber (s.a.)'in Mekke ve Medine'de Gayr-ı Müslim topluluklarla kurduğu ilişki üç evre üzerinden anlaşılabilir. Birincisi; Hacer'ül Esved'in Kâbe'nin tamiri sırasında yeniden yerine yerleştirilmesi... İkincisi; Hılf-el'Fudul olayı... Üçüncüsü de; Medine Vesikası'na öncülük etmesi...
1) Hacer'ül-Esved'in Kâbe'ye yerleştirilmesine bakacak olursak; Hz. İbrahim'den beri kutsal bilinip düzenli olarak tavaf edilen bu yapının tadilatından sonra Hacer'ül Esved'in yerine yerleştirilmesi hususunda Mekke'nin ileri gelenleri arasında anlaşmazlık ortaya çıkar. Çünkü Hacer'ül Esved'i yerine koyan kişi sistem içerisindeki konumu kuvvetlenecek, itibar kazanacak. Kabe o dönemde, dini-tarihi anlamı yanında sosyo-ekonomik sistemin önemli sembollerinden biri, Kabe'nin içindeki putlar da birer semboldür ve güçlü putu olan ya da güçlü bir puta yakın olan o oranda sistemin iktisadi ve siyasi avantajlarından yararlanır. Paganizmin ardında var olan sosyo-politik sistem kendini putlarla ifade etmektedir, putların merkezi de Kâbe'dir. Putlar eşit değildir, kabilelerin gücüne göre orada bir öneme sahiptirler. Dolayısı ile Kâbe'ye Hacer'ül-Esved'i kim yerleştirirse avantajlı bir konum elde etmiş olacaktır. Örneğin kölelerin putu yoktur, aynı zamanda dini de yoktur. Bu güne tercüme edecek olursak, kölelerin sitem içinde yerleri de yoktur, sistem dışıdırlar, tabir caiz ise Hindistan'daki kast sisteminde Paryalar'ın Brahman'ın vücudunda herhangi bir yere tekabül etmemesi gibi bir durum söz konusudur.
Kâbe'ye Hacer'ül Esved'i yerine kimin yerleştireceği noktasında kabileler arasında ihtilaf ortaya çıkınca, taraflar "bu böyle olmaz birbirimize düşeceğiz, bu nedenle bir hakem tayin edelim" fikri üzerinde anlaşıyorlar. Hakem'in kim olacağı sorusu ortaya atıldığında ise, Kâbe'nin arkasından ilk çıkan hakem olsun diniliyor. Bir müddet beklemelerinin ardından Kâbe'nin ardından Muhammed (a.s.v) çıka geliyor. Muhammed (a.s.v) o zamanlar genç ama Mekke'nin güvenilir insanlardan birisi olarak şöhret salmıştır. O dönemde Muhammed'e (a.s.v) "es Saduk'ul Emin (doğru ve güvenilir kimse)" diyorlar. Hz. Peygambere durumu izah edip hakem olmasını talep ediyorlar. Hz. Peygamber, çözüm tarzlarını makul bulup taleplerine olumlu cevap veriyor. Yere bir örtü seriyor, taşı alıp örtünün üzerine koyuyor, sonra herkesin örtünün bir uzundan tutmasını talep ediyor, dört ayrı kabilenin örtü ile kaldırdığı taşı kendisi alıp yerine koyuyor.
Eğer biz bu olayı bir metafor olarak düşünecek olursak, buradan sistemin kurgusunda, tarafların yer alması ve bir ucundan tutması gerektiği sonucunu çıkarabiliriz. Çünkü taraflar bir ucundan tutmazlarsa olaya müdahil olmazlar. Yani bugün bir anayasa hazırlanacaksa, bütün tarafların katılması, bir ucundan tutması gerekir. İktidar partisi çoğunluk bende veya Meclis'e girme imkanı bulmuş dört parti biz seçildik, biz yapacağız derlerse, bu olmaz. Meclis dışında kalanlar var. Herhangi bir partiye oy vermeyenler, istemeyerek oy verenler sürecin dışında bırakılmış olur. Partiler zaten anayasa yapmak üzere meclise gitmezler, var olan anayasaya göre yasa yapmak üzere meclise giderler. Biz onlara anayasa yapma yetkisi vermiyoruz, belki anayasa değiştirme yetkileri olabilir. Dolayısıyla eğer yeni bir toplumsal sözleşme (anayasa) metni yapılacaksa, tarafların tümünün aktif olarak katılmaları icap eder. Hacerü'l Esved olayı bize bunu ilham etmektedir.
2) Hılfu'l-fudul: Hz. Peygamber (s.a.)'e vahiy gelmeden, yani Bi'set'ten önce Mekke'de var olan zulüm, haksızlık, sömürü, adil olmayan paylaşım ve zayıfların haklarını savunamamasına karşı mücadele için fıtraten temiz ve Kur'an'ın tarif ettiği gibi ahlak sahibi, özellikle hanifler bir araya geliyorlar, Efendimizi de çağırıyorlar. O da tereddütsüz katılıyor. Hz. Peygamber bu olayda haksızlığa ve adaletsizliğe karşı olan bir hareketin içinde yer alıyor. Hz. Peygamber'e Medine'de, "Tekrar olsa yine Hılf El-Fudül'e katılır mısın?" diye sorduklarında, Hz. Peygamber, ''Evet katılırım'' diyor. Hz. Peygamber'in peygamber sıfatı ile de bunu teyit etmesinden sonra bu sünnet sayılır, bağlayıcı olur.
3) Medine Vesikası: Efendimiz (s.a.)'in hicretten sonra Medine'de varolan topluluklarla kurduğu ilişkinin hukuki metnidir. Medine'de o zaman Araplar, Evs ve Hazrec kabileleri; Yahudiler, Beni Kaynuka, Beni Kurayza ve Beni Nadir kendi aralarında savaşıyorlar; bir türlü içinden çıkılamayan büyük bir kaos söz konusu. Savaş 120 senedir devam eden bir iç çatışma. Çatışmanın tarafları dini ve etnik gruplar, bir türlü merkezi otoriteyi kuramıyorlar. Hiçbir grubun diğerine güveni yok, her bir grup bir diğerine diz çöktürmek istiyorlar. En son akıllarına gelen, Bizans veya Sasani İmparatorluklarındakine benzer bir monarşi ihdas etmek; bu vesile ile mevcut kaosa bir son verebilir miyiz diye düşünüyorlar. Abdullah bin Ubey bin Selul'u da monarşinin başına düşünüyorlar, hatta ona taç giydirmek için sipariş de veriyorlar.
Tam o sırada hicret vuku buluyor. Hz. Aişe'ye göre Hicret'in vuku bulması "Allah'ın Hz. Peygamber'e bir lütfü oldu." Hicret sonrası Medine'de yaşananları siyasi açıdan yorumlayacak olursak, dışarıdan gelen bir mülteci grubun inisiyatifi ele geçirdiğini söyleyebiliriz. Müslümanların Medine'deki oranı %15'dir. Azınlıktılar aslında, fakat buna rağmen siyasi sistemi onlar domine ediyorlar. Böylesine büyük bir işi başarabilmelerinin sebebi, a) dışarıdan gelmeleri, b) çözüm önermeleri, c) çözümün adil olması, d) müzakereye dayalı olması idi. Efendimiz kabile temsilcilerini Binti Haris'in evinde toplayıp aralarında bir müzakere başlatıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.