Gazali’den Malezya ekolüne!
İslam, tarihte birkaç kez haricî dünya ile ciddi olarak karşı karşıya geldi. İlk büyük karşılaşma Şam'da Hıristiyan teolojisiyle olanıdır.
İslam, tarihte birkaç kez haricî dünya ile ciddi olarak karşı karşıya geldi. İlk büyük karşılaşma Şam'da Hıristiyan teolojisiyle olanıdır. Yuhanna ed-Dımeşkî'nin İslam içinde başlattığı tartışma felsefe etkisinde olmayan mütekaddim kelamcıların ve Mutezile'nin gündemini oluşturdu. Bu önemli bir karşılaşmaydı. Müslümanlar buna başarılı bir cevap verdiler. Kur'an'ın yaratılmışlığı (Halku'l Kur'an) meselesi buradan çıktı. Mutezile ve Eşarilik bu temel üzerinde yükseldi. Bugünkü postmodern dünya, Meşşaîleri ve Mutezileyi değil Eşariliği öne çıkarmaktadır. İslam'ın postmodern zamana vereceği cevap yükselmekte olan Eşarîliğin ve meşru-Sünnete dayalı sufiliğin söyleminde mündemiç bulunmaktadır.
İkinci büyük karşılaşma Yunan metafiziği ile olanıdır. Bilindiği üzere buna da İmam Gazalî cevap verdi. Ondan sonraki dönem Gazalî'de somutlaştı. Gazali hiç kuşkusuz büyük bir adam, az bulunur zihinlerden biri. Ama onun bir kavramsal çerçeve inşa etmek saikiyle yaptığı "din ve dünya" ayrımı, kendisinden sonra öngöremediği sorunlara yol açtı. Daha öncesinde Maverdi "dünya-ahiret" ayrımını "din-dünya ayrımı"na çevirmişti, Gazalî bunu devam ettirdi. Oysa Kur'an ve Sünnet kaynaklarına dikkatlice baktığımızda "din ve dünya" ya da bu ayırıma temel teşkil edecek "dünya ve ahiret" ayrımına rastlayamayız. Zira din dünyayı düzenlemek üzere var; ahiret de dünyaya giden paralel bir evren değil, dünyadan hemen sonar gelen, arkasından onu takip eden ebedi alemdir. Söz konusu karşılaşmada Yunan metafiziğine önemli bir cevap verdik; fakat ciddi bir etki almaktan da kurtulamadık.
Yine Gazalî tabiat ilimlerinin dinî ilimlere göre aşağı mertebede ele alınması gerektiğini savundu. Bu, Müslümanların tabiat perspektifini zaman içerisinde zayıflatmalarına sebep oldu; Osmanlı medreselerinde Fatih Sultan Mehmet'le felsefenin itibardan düşmesiyle de, bizim maddî tabiat ve varlık dünyasına tefekkür temelinde bakma ve anlamlandırma melekemizi zaafa uğrattı. Hiç kuşkusuz Gazalî'nin, filozoflara karşı haklı eleştiriler vardı. Onun yaptığı eleştiriler zaman içerisinde -Gazalî'nin bunda dahli yok-, "kavramsal tefekkür" yerine "tefekkürden yoksun irfan"ın ikame edilmesine yol açtı. İrfan doğru olmakla beraber, tefekkürden ve fıkhi kontrol mekanizmalarından, İslam'ın bilgi elde usulünden kopuk olduğu zaman ucu kontrol edilemeyen bir atalete, bize ait olmayan bir mistisizme de kapı aralar ki, tarihte olan bundan başkası değildir. Bu kapıdan girenler zaman içerisinde sabit çerçevesi çizilen nassları buharlaştırıp aklî tefekkürü zayıflattılar, 19. üyzıylda Aydınlanmanın aklı temel alan düşünce biçimiyle karşılaşıldığında Müslüman dünyanın seçkinleri kolayca buna yöneldiler. Bu olay büyük ölçüde yöntem (usul) meselesinden kaynaklanıyordu.
Bugün de Müslümanlar yöntem ithal etmek suretiyle benzer bir düşünce zaafı içindedirler. Özellikle "bilimsel yöntem, akademizm ve hermenötik/tarihselci okuma biçimleri" iki ciddi tehlikeyi haber vermektedir.
Buna Şeriati'nin yöntemini ilave ettiğimizde haklı olarak kendimize şu suali sorabiliriz: Ali Şeriati'nin "İslamşinasi"si (İslambilim) bu türden bir tehlikeyi mi içinde barındırıyor?
"İslamşinasi' Filistin asıllı Raci el-Faruki'nin "bilginin İslamileştirilmesi" kavramına yakın bir zihni zeminde duruyor. Şeriati de Gazali gibi öngeremediği bir soruna sebebiyet verebilir: İslambilim, İslamiyet'i bilimsel araştırma ve düşünmenin nesnesi haline getirebilir mi?
Bunun küresel jeostratejik ve politik bir altyapısı olduğunu düşünüyorum: "İslam kendi başına varolamaz –aslında varolmamalı denmek isteniyor-, küresel sistemin bir alt-sistemi olur ancak, bu da İslam'ın bilimsel yöntem ve akademizm çerçevesinde yeniden yorumlanmasıyla mümkündür" fikrinden hareketle kurulan Malezya Uluslara arası İslam Üniversitesi'nin İslam dünyasına sirayet etmekte olan zihinsel dönüşümüne işaret etmektedir. Burada konunun politik yönüne gelmiş bulunuyoruz. Belirtmek gerekir ki tarihte ortaya çıkan itikadi mezhepler ve kelam ekollerinin hiçbiri günün politik duruş ve tavır alışlarından kopuk değildir. Bugün de felsefeden epistemolojiye, yönetmeden sosyal bilimlere kadar hiçbir bilgi ve fakir faaliyeti politikadan kopuk gelişmiyor.
Bu açıdan bakıldığında "Malezya ekolü"nün kendi kendine ve tesadüfi olarak ortaya çıktığını sanmak yanılgı olur. Epistemik görünen bir teşebbüsün gerideki politik anlamını kavrayabilmek için şu konunun etraflıca araştırılmasında yarar var:
1) Acaba 12 Eylül askeri rejimine Türkiye'de Ulusular arası İslam Üniversitesi'ni kurma fikri önerildi mi?
2) Başlangıçta ve prensip olarak kabul ettiyse, sonradan söz konusu projeden neden vazgeçti?
3) MGK, üniversitenin Türkiye'de kurulmasından sarfı nazar etti ama Malezya'da kurulması halinde finans ve diplomatik destek verme vaadinde bulundu mu?
4) Kuruluşundan sonra Türkiye hangi çerçevede önemli ölçüde öğretim üyesi ve öğrenci desteği verdi?
5) Hangi misyonla Türkiye'nin Kuala Lumpur Büyükelçisi Üniversite'nin mütevelli heyetinde toplantılara katılıp alınan kararlara ortak oluyor(du)?
Bütün bunların doğruluk derecesinin ve politik okumalarının araştırılması gerekmez mi?
dünyabülteni
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.