Dr. Abdulkadir TURAN
Gençliğin İmanını Kim Koruyacak?
Genç bir kız… Dindar bir ailede yetişmiş. İmam Hatip Lisesi’ne verilmiş. Ardından ülkenin malum önde gelen üniversitelerinden birini kazanmış. Üniversiteye inancıyla gitmiş, “Kendimden küçüklere İslam’ı nasıl anlatırım?” kaygısını, üniversite kapısında bırakmamış. O yönde bulduğu imkânları değerlendirmeye çalışmış.
Lâkin, inancı açısından sağlam yetiştirilmişse de o güne kadar siyasi her tür tartışmanın dışında tutulmuş. İslam, ona “çağdan bağımsız” anlatılmış. Ne o, üniversiteye adım attığı güne kadar üniversitedeki ideolojik grupları ve onların kapıldıkları ideolojileri duymuş ne ona İslam’ı anlatanlar, içinde yaşadığımız çağda böyle ideolojik gruplar ve böyle ideolojilerin bulunduğundan söz etmişler.
Yine de kendisini o gruplardan ve ideolojilerinden korumuş. Ama genç kız, bizzat hocalarının o ideolojik grupların vakti zamanındaki gençleri olduğunu hiç bilmemiş. Onlardan bir kısmının Mason localarında “üstad” olduğunu ve branşlarının “insanları Masonizme” saptırmak olduğunu hiç tahmin etmemiş. Zira hocalar, sistematik İslam düşmanlığını üstlenirken, kimliklerini saklı tutma konusunda sıkıca eğitilmişler. Vazifeleri, inançlı gençleri kimliğini belli etmeden ağına çekmek ve sonra ilgili gençlik kulüplerine teslim etmektir. Genç kız, daima “insansever” görünen hocalarına bunu hiç yakıştırmamış.
“İnancımız farklı olabilir. Ama hepimiz insanız!” diye başlayan, “Bir inanca hizmet etmek mi, bütün insanlığa hizmet etmek mi?” diye biten cümleler, her Müslüman gibi insansever yetişen genç kızın içine kuşkular düşürmüş. Sonra…
Bu, pek çok üniversite öğrencisinin yaşadığı bir faciadır. Gencecik kız veya erkekler, siyasete ilgileri kendilerine yakın partilerden birine oy vermekten ibaret olan inançlı ailelerin elinde yetişirler. Sonra bir umutla üniversite yolculuğuna çıkarlar. Batı’nın en gözde akademilerinde yetişmiş hocaların ustalıklı ve sinsi propagandalarına muhatap olurlar.
Söz konusu kişiler, konuya hep insan hakları gibi ilgi çekici bir yerden başlar, sonra dindar diye bilinen bütün insanların günahları üzerinden dine karşı hücuma geçer ve bu yönde hiçbir hazırlığı olmayan gencecik dimağları zehirlerler. Oysa insan haklarına uygun sınavlar yapılarak akademiye öğretim elemanı alınsaydı o insan haklarından söz eden hocaların mühim bir kısmının yerinde, inanç ehli hocalar bulunacaktı. İmkân eşitliğinden söz etmiyorum. Sınavlarda akademik birikimden bağımsız olarak, yaşam tarzı ve ideoloji dikkate alınarak yapılan insan hakları ihlalinden, hak yemekten, hukuku ayaklar altına almaktan söz ediyorum.
İnançlı akademisyen adayı, sadece inançlı olduğu için akademiye alınmadı, inancı onun önüne engel olarak kondu. İnançsız akademisyen adayının ise inançsızlığı ona puan olarak yazıldı, ona merdiven yapıldı. Aklı nakıs ve bilgisi az olsa bile inançsızlığının ve ona uygun yaşam tarzının ek puanıyla akademisyen yapıldı. Kendisi de bundan mutluluk duydu; “Niye insan haklarını ihlal ediyorsunuz?”, “Başkasının hakkı olanı neden bana veriyorsunuz?” diye sormadı. Haksız yere akademisyen oldu ve hâlâ oradan gençlere hitap ettiği kürsüyü bir başkasının hakkını gasp etmeye borçludur. Buna rağmen o kürsüde pişkince oturup hak hukuktan söz eder.
Genç kız, nereden bilsin? O, karşısındakini fedakâr bir bilim çalışanı olarak bilir, ona uymayı bilimin gereği sayar. Hem o, bu kadar düzgün görünüp bu kadar tutarsızlık içinde olan birini hayatı boyunca hiç görmemiştir. Basit amellerde bile riyaya kaçanların yüzündeki rahatsızlığı görmüş ve insanların sözleri ile içleri arasında fark olunca hep böyle rahatsız olacaklarını zannetmiş. Profesyonel “çok yüzlülük” sahtekârlığını ne duymuş ne okumuştur?
Bu, hakikaten çok hazin ama kimsenin de bir türlü üzerinde yoğunlaşmadığı bir felaket!
PLANLI BİR ALDATMA!
Üniversiteler, daha ilk günden İslam karşıtı olarak şekillendi. Arınmış bir inanca sahip olanlar, bir yana, sentezci şahsiyetlerin bile özellikle sosyal bilimlerde yer bulmasına izin verilmedi.
Akademi, geçmişte, Anadolu üniversitelerinde ve ünlü ilahiyatlarda öğrencilerin zihninde mümkün oldukça İslam’a karşı kuşku uyandırma; büyük üniversitelerde ise İslam karşıtlığını doğrudan işleyerek öğrencileri İslam’ın alanı dışına çıkarma hedefine sahip oldu.
Buna karşı, öğrencinin Batılı değerlere göre yetişmesi adına inancından ve o inançtan kaynaklı yaşam tarzından uzak yetiştirilmesi en üst hedef olarak belirlendi. Bu hedef, hiç kuşkusuz akademik birikimin önünde tutuldu.
Ne var ki bu, sadece vakanın resmi programla ilgili kısmıdır. Asıl tahribatı üniversite kademelerinde örgütlenmelerine izin verilen farklı Mason kuruluşları ve diğer ideolojik teşkilatlar yaptı. Bunlar, İslâmî kesimin üniversiteye neredeyse hiç hitap etmediği günlerde rollerini açıktan oynadılar. İslâmî kesim, üniversitelere yöneldikten sonra ise o yapılar, planlı aldatma taktiklerini uyguladılar ve zeki öğrencileri bir bir markaja alarak onları devşirmeyi sürdürdüler. Son birkaç yıldır, yazının girişinde sözü edilen genç kızda olduğu gibi, zaman zaman da hedeflerine ulaştılar.
HAZIRLIKSIZ BİR YAKALANIŞ
İslam, öncelikle özünü ortaya koymayı hedefler. Ama düşmanlarını mutlaka tanıtır. Ashab, Allah hepsinden razı olsun, Mekke’de Ebû Cehil ve Ebû Leheb gibi müşrikleri bilirdi; Medine’de Abdullah b. Ubey ve benzeri münafıkları tanırdı; Müseylimetülkezzâb gibi peygamberlik iddiasındaki sahtekârlara karşı hazırlıklıydı. Hıristiyanlık ve Yahudilikteki sapmalar konusunda da söz söyleyecek makamdaydılar.
Bugünün Müslümanı, üzülerek belirtmek gerekir ki çocuğunu evden çıkarırken onu başka bir dindar yapıya kaptırmama kaygısını diğer kaygıların önünde tutar. Çocuğuna duyduğu güvenle, onun İslam karşıtı hiçbir topluluğa katılmayacağını düşünür. Yıllar yılı çocuğuna başka dindar gruplar hakkında nice bilgi vermişken, onu o gruplara karşı bir bir hazırlamışken İslam karşıtı gruplar konusunda ona hiçbir şey anlatmaz. Nihayetinde evladı üniversiteli olunca, kendisini başka dindar gruplardan uzak tutarken İslam karşıtı gruplara yaklaşmaya başlar.
Gençlerini İslam karşıtı gruplar konusunda bilinçlendirmeyi başaran ailelerin dahi çoğu, 19. yüzyıl Osmanlısı ile 20. yüzyıl modernizminde kalmıştır. Birkaç cümleyle Osmanlının nasıl çökertildiğini anlatır, 20. yüzyıl başındaki ideolojik gruplardan ve ideolojilerden yine birkaç cümle ile söz eder. Oysa İslam karşıtlığını bir an için ihmal etmeyen postmodern İslam karşıtlarının etkinlik alanı o dönemlerin yapılarını geçti. O günlerde söz konusu gruplar, sadece devlette etkin ailelerin çocukları ile uğraşırken bugünün postmodern yapıları, en sıradan kişiye bile ulaşmaya çalışır ve özellikle başarılı üniversitelerin seçkin öğrencilerini devşirmeyi hedefler ve genç, onların ağlarına, onlara dair hiçbir şeyi öğrenmeden, hazırlıksız düşer.
ANLAYIŞLA KARŞILAMA ANLAYIŞSIZLIĞI!
28 Şubat günleriyle birlikte, İslâmî kesimi zayıflatmada en önemli rollerden birini “hoşgörü” üstlendi. Kürsüdeki vaizlerden ekranlardaki gazetecilere herkes, inanç ehlini “karşısındakini anlamaya” çağırdı. Sanki haksızlığa uğrayan dindar değil de dine uzak olanlarmış gibi tersinden bir okuma yapıldı. Dindarı duyarlılığından vazgeçirmeye dönük sinsi bir ayarlamaya gidildi.
Bu noktada önerilen tutum, dindar insanın inancını karşı tarafa anlatması, onun hücumlarına karşı koyması değil, karşıdakinin tutumu ne olursa olsun ona gülümsemesiydi! İlk anda çok insani gibi görünen bu tutum, inançlı insanın sadece elini değil, dilini de İslam karşıtlarına karşı bağladı.
Dilin bağlı olduğu yerde düşünceye ihtiyaç olmaz. İnanç ehli, kendisini ifade etme hedefine sahip olmayınca bu yönde kendini geliştirmeyi de bıraktı. Ama bu tutumun tek mahsuru, bu değildir. “Anlayışla karşılama”, “anlamaya çalışma” gibi yaldızlı sözlerle ifade edilen bu tutum, aslında inanç ehli, gencin elini kolunu, dilini ve hatta düşünme kabiliyetini bağlayıp onu kurtlar sofrasına attı. Donanımdan yoksun nice genç, o kör olası telkinlerle İslam karşıtlarının masasına oturdu ve hiçbir şey demeden onları günlerce dinledi, onlarla beraber oturup kalktı ve onlara benzemeye başladı.
Bu, Allah’ın Rasûlü’nün yoluna aykırı ve Sünnetüllaha da aykırı bir tutumdur. Zira Hz. Peygamber, o tür ortamlarda oturup kalkmayı nehyetmiş. Sünnetullah da direnenin direnişten vazgeçene galip gelmesi yönünde işlemektedir.
NE YAPILMALI?
Gençliğin öncelikle ihtiyaç duyduğu korunmak değildir. Bunun için “Gençliğin imanını kim koruyacak?” gibi sorular genellikle yersizdir.
Gençliğin öncelikle ihtiyaç duyduğu, yanlış yönlendirilmelerden uzak durmaktır. Gençlik, yanlış yönlendirilmedikçe yolunu tanır ve ona uygun davranır, zaman zaman bazı taşkınlıkları olsa da kendini toparlar.
Genç; muhalifsiz/düşmansız bir dünyanın bulunmadığını bilir. Yapısı gereği muhalif arar ve muhaliflere karşı argüman hazırlar. Ona “Sen, bütün düşüncelere karşı hoşgörülü olacaksın!” dendiği zaman genç, yanlış yönlendirilmiştir. Genç, başkalarının haklarını ihlal etmişse uyarılabilir ancak böyle bir hâl söz konusu değilken onu peşin peşin o yönde uyarıp durmak onu törpüler ve onun daha aksiyoner taraflara meyletmesine yol açar.
Gence geçmişin tağutları, bir daha benzerleri çıkmayacakmış gibi tarif edilmişse genç yanlış yönlendirilmiştir. Zira her çağın tağutları vardır ve Müslüman asla, “çağdan bağımsız” davranamaz. Müslüman, inancının esaslarını Asr-ı Saadet’te sabitleyip bütün çağlara öncülük edebilen üst bir insan tipidir. O, çağını bilir ve yönlendirir. Genç, çağın karşısına bu anlayışla çıkmalıdır. Onu çağdan küstürmek, ona çağa karşı saklanmayı öğütlemek, ona çağa küfretmekle kalmayı öğretmek onu yanlış yönlendirmektir.
Gence başka dindar gruplar aleyhinde nice söz söylenmiş de İslam karşıtı ideolojiler ve ideoloji grupları hakkında tek söz söylenmemişse genç yanlış yönlendirilmiştir.
Açıkçası çoğu zaman genç, korunmak istenirken hücuma açık hâle getirilir.
Bu yersiz “korumacı” tutumu çöpe atmak gerek!
Dış güçler ve onlara bağlı yerel yapıların, gençlerin mümkünse dinsiz olması, değilse, dinini yaşamaması, o da mümkün değilse dinini bireysel yaşaması gibi bir dizi hedefi vardır.
Gençler, çoğu zaman bunu fark edecek kadar zekiler. Ancak yanlış yönlendirmeler, onları yanıltır ve tuzağa düşürür.
Gençleri bu tuzaktan kurtaracak olan, gençlerin kendi duyarlılıklarını inşa etmeleridir. Onlar, bunu inşa etmeyi başarırlarsa kendilerini de korur, başkalarını da korurlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.