Gönlün Daraldıysa Resulullah (sav)’a Koş

Gönlün Daraldıysa Resulullah (sav)’a Koş

Kopan çığlık Mekke semalarını inletiyordu o gün. Boşlukta kopan her bir çığlığın ardından bir yenisi eklenerek devam ediyordu.

Kopan çığlık Mekke semalarını inletiyordu o gün. Boşlukta kopan her bir çığlığın ardından bir yenisi eklenerek devam ediyordu. Muhammed (as) diye biri çıkmış herkesin aksine ve de inadına bir kelime söylüyordu. “Lailahe İllallah Muhammedun Resulullah” Önce Hatice, sonra Ali, Ebubekir, Zeyd ve gittikçe çoğalan bu halkaya bir halka daha eklenmiş adına da Habbab b. Eret denilmişti. O da inkâr etmişti putları, Allah dışındaki tüm sahte ilahları. Öyle kolay olmamıştı o sözü söylemek, o kutlu mesaja gönül vermek. Bir demirciydi azadlı köleydi, Ümmü Enmar’ın yanında. Duymuştu Ümmü Enmar, Habbab’ın Muhammed (as) ile gönül bağını. Duymuştu ona olan büyük sevdasını. Biliyordu Rasulullah ile görüşüp konuştuğunu. An gelip çatınca kızmış ve bağlamıştı Habbab’ı. Kılıç yapımı için kızartılan demir şimdi Habbab’ın vücudunda soğuyordu. Ateşte kızdırılan demir Habbab’ın başını dağlıyordu artık. Kızgın taşa yatırılan sırtı, vücudunun yağı gidinceye kadar kalakalıyordu. Öyle ucuz değildi Muhammed (as)’i sevmek.

Zaman zamanı kovalarken zor bir an dayanmıştı nazenin bedenlere. Bir ateş yakılmış, Habbab sırt üstü ateşin içine yatırılmış, adamın biri de ayağını göğsünün üzerine bastırıp sırtıyla yer soğuyuncaya kadar kımıldatmamıştı. O gün bir mazlum ve bir Muhammed aşığı haykırmıştı hakkı ve ilan etmişti hakkın hâkim olacağını.

Kâbe, sevgilisine gölge yapmakla başı dik gururun zirvesindeydi. Kâbe tüm beytlerden üstün, iftihar gülücükleri saçıyordu etrafa. Çünkü iki cihan güneşi Muhammed Mustafa (as) onun gölgesindeydi. âlemlerin sultanı Ona dayanmış Rabbini anmadaydı.

Koşan bir adamın ayak sesleri duyuluyordu Mekke sokaklarında. Umuda yolculuğun türküsünü söylüyordu her bir adım. Umuda yürümenin ağıdını yakıyordu atılan her bir adım. Nefes nefese, soluk soluğaydı. Dağlanmış bir baş, yağı erimiş bir bedene şahitlik ediyordu şahitlik edebilenler.

Adım adım yaklaşıyordu Ona…Ve şimdi Onun yanındaydı, halini Ona arz etmedeydi. “Ya Resulallah! Çektiğimiz şu işkencelerden dolayı bizim için yardım istemeyecek misin? Bizim için Allah’a dua etmeyecek misin?” Benzi kızarmış Peygamber (as) yerinden doğrulmuş ve demişti ki: “Sizden önceki ümmetler arasında öyle kimseler vardı ki, demir taraklarla bütün derileri ve etleri kemiklerinden ayrılırdı da bu işkence yine onu dininden döndüremezdi. Testere ile tepesinden ikiye bölünürdü de yine de bu işkence onu dininden döndüremezdi. Allah elbette bu işi (İslamiyet) tamamlayacak ve üstün kılacaktır. Hatta, hayvanına binip San’a’dan ta Hadramut’a kadar tek başına giden bir kimse Allah hariç hiç kimseden korkmayacaktır. Koyunları hakkında da kurt saldırısından başka bir korku duymayacaktır. Ancak siz acele ediyorsunuz.” (Fethul Bari)

Habbab, alacağını almıştı, “Lâ İlâhe İllallah Muhammedun Resulullah” diyenler cevaplarını almışlardı. Sünnetullah bir kez daha hatırlatılmıştı. Allah elbette bu işi (İslamiyet) tamamlayacak ve hâkim kılacaktır. Habbab(ra) bunu duymuştu ya! Bu ona yetmişti. Habbablar bunu duydular ya! Bu onlara yetecektir. Varsın zaman biraz uzasın. Varsın imtihan biraz daha ağırlaşsın ve varsın hayat biraz daha zorlaşsın. Ve de yapsınlar yapabildiklerini…

İşkence … Sabır … Direniş derken zafer sancağı sallanıyordu Habbab’ın elinde. Ve derken insanlar San’a’dan Hadramut’a kadar tek başına Allah’tan başka kimseden korkmadan gidiyordu. Hem de kısa bir zaman diliminde. Lâ ilahe İllallah Muhammed Resulullah, Allah’u Ekber.

Nesilden nesile, kuşaktan kuşağa umudun rengi, umudun adı olmuştur Habbab. Zulmün rengarenk, musibetlerin çeşit çeşit, belaların türlü türlü olup umutların yıkıldığı bu günkü demde baharın kokusu olmuştur Habbab. Müslümanların günbegün işkenceler altında ezildiği, haksızlıkların diz boyunu aştığı ve çaresizliğin gırtlaklara dayandığı bu günde aydınlık mesajdır Habbab. İmtihanın ağır furyasında zaferin muştusu, daralan gönüllerin Resullah (as)’a koşmasının muallimidir Habbab. Ve köle Yusuf’u vezir yapan anlayışın idrakidir Habbab.

“Yusuf, dedi ki: ‘Ey Rabbim! Zindan bana bunların beni davet ettikleri şeyden daha sevimlidir. Eğer sen, bu kadınların tuzaklarını benden uzak tutmazsan, ben onların tuzağına düşerim ve cahillik edenlerden olurum.’ Bunun üzerine Rabbi, Onun duasını kabul buyurdu da Ondan onların tuzaklarını bertaraf etti. Muhakkak ki O, evet O, hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.” (Yusuf: 33-34)

Sözün sonu Mevlana Hazretlerinin olsun.

“Peygamber: ‘Bir kapıyı çalarsan, sonunda o kapıdan bir baş çıkar’ dedi. Birinin mahallesinin başında oturursan, sonunda sen de onun yüzünü görürsün. Bir kuyudan her gün toprak çıkarırsan, sonunda temiz suya ulaşırsın. Sen inanmasan da herkes bunu bilir. Ne ekersen, bir gün onu biçersin…..”

“Ayak kırıldığında; Hak, bir kanat bağışlar, kuyunun dibinde bir kapı açar”

“Hak, der ki: ‘Sen ağaç üzerinde veya kuyuda olduğuna bakma, bana bak, yolun anahtarı benim.”

İnzar Dergisi

diyarbakır haber

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.