Fesih YASAK
GÖNÜL AYDINLIĞI
Köylünün biri şehirli bir adamla dost olmuştu. Her şehre indiğinde onun evinde konaklıyor, yiyip içiyordu. Öyle ya... Nasıl olsa dostu bir dediğini iki etmiyor, evde kendini rahat hissetmesi için elinden geleni yapıyordu. Köylü adam her seferinde; 'Sen de çoluk çocuğu alarak köye gel, baharda bizim oralar çok güzelleşiyor' diye ısrarla şehirli dostunu davet ediyor.
Arkadaşı ise; 'İnşallah! Diyordu. İşlerimi halledersem gelirim.' Böylece aylar, yıllar geçti. Köylü adam, kente gelişlerinde dostuna konuk oldu. Her defasında köyüne davet etti. Bir gün şehirli adamın çocukları, 'Baba! Dediler. Neden köye gitmiyoruz? Senin bunca iyiliğin dokundu köylü amcaya... Üstelik sürekli çağırıyor bizi!
Adam çocuklarına, 'Doğru! Dedi. Gitmemiz iyi olur ama insanoğlu bu işte... Çiğ süt emmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) ;'İyilikte bulunduğun insanın şerrinden kork,' demişler. Onunla güzel bir dostluğumuz var. Bu dostluğun bozulmasını istemiyorum.
Burada Efendimiz(a.s.)'ın mübarek sözünü bağlamından koparmadan, sözü başka tarafa çekmeden tevil etmek lazımdır. Hz. Peygamber(s.a.v.) ;" İyilikte bulunduğun insanın şerrinden kork," sözüyle herkese yapılan iyiliği kastetmiyor. Yani, iyilik yaptığınız her insandan korkun, demiyor Allah'ın resulü. Öyle olsaydı hiçbir insanın bir başkasına iyilikte bulunmaması gerekirdi. Hadis-i şerifte belki daha çok kötü karakterli veya mayası bozuk tiplerin şerrinden sakınılması emrediliyordur. Kalbi maraz taşıyan böyleleri mala, mülke ve makama düşkün oldukları için dostluklarına da güvenilmez. Çünkü bunlar nankör, vefasız ve güvenilmezdirler.
Konumuza dönecek olursak, bu günlerde köylü adam, yine haber göndererek ısrarla arkadaşını köyüne davet etmişti. Israrlı bu davete icabet etmemek olmazdı. Mevsimlerden bahardı. Ağaçlar çiçeklenmiş, tabiat yeşil örtüsüne bürünmeye başlamıştı. Şehirli adam, çocuklarını da alarak yola çıktı. Birkaç gün sonra köye vardılar. Dostunun evini sordular.
Köy yerinde herkes birbirini tanıyordu. Biri evini gösterdi adamın. Kapıyı çaldılar. Çaldılar ancak kapı bir türlü açılmıyordu. Tam bu sıra hava bozdu, yağmur yağmaya başladı. Adam halen ortalıkta görünmüyordu. Kapının önünde, yağmurun altında beklediler bir zaman. Islanmış ve üşümüşlerdi.
Nasıl olduysa adam çıkagelince, şehirli adam; 'Yahu! Dedi. Nerelerdesin, köyüne kadar geldik görüşemeden dönecektik.
Köylü işi pişkinliğe vurup; 'Tanışıyor muyuz? Dedi. Şehirli büsbütün şaşırmıştı. Allah Allah! Galiba yanlış kapıya geldik! Diye mırıldandı kendi kendine. Hayır, yanlış olamazdı.
Şehirli kendini toparlayıp; 'Sen neler söylüyorsun böyle? Ne demek tanışıyor muyuz?'
Köylü; 'Kusura bakma! 'Dedi. 'Gerçekten tanıyamadım. Kendi varlığımdan bile haberim yok artık benim. İlahi şaraptan içtim, kendimi Allah'a adadım' dedi.
Şehirli hâlâ şaşkındı. 'Şehre geldiğinde evimde kalan, soframı açtığım adam sen değil misin? Hem çoğu kez bende teklifsizce misafir kalmaz mıydın, köyüne davet etmez miydin?
Hayır! Dedi köylü. 'Seni tanımıyorum.'
'Peki' dedi şehirli. 'Tamam, bizi tanıma' lakin iliğimize kadar ıslandık, hava da kararmak üzere, hiç yoktan başımızı sokacak bir kovuk göster de sabahı edelim
Köylü kurnazı bahçesindeki bekçi kulübesini göstererek; 'Burada geceleyebilirsiniz, ama dikkatli olun gece kurt iner buralara' dedi.
Şehirli çaresiz kaderine razı oldu. Çocuklarıyla kulübeye sığındı. Gece gözüne uyku girmedi. Kılıcını, okunu, yayını hazırladı ve nöbet tutmaya başladı. Gecenin ilerleyen vaktinde bir ses duydu. Pencereden baktı, ancak karartıyı tam seçemiyordu.
'Kurt olmalı!' Diyerek yayını gerdi ve oku fırlattı. Derken, köylü adam gürültüye uyanıp koşmuştu.
'Eyvah!' Diye bağırdı. 'Sen ne yaptın? Sıpamı vurdun behey adam!'
'Ne sıpası!' dedi şehirli. 'Kurttu o kurt!'
'Hayır!' Dedi köylü. 'Sıpamı vurdun, sesinden tanıdım onu!'
Şehirli dayanamayıp patladı; 'Behey vefasız bunak, nankör adam, karanlık gecede sıpanı sesinden tanıyorsun da, güpegündüz dostunu tanımıyorsun. Bir de utanmadan, Kendimi Allah'a adadım' diyorsun. Sen ilahi şarabı değil, olsa olsa ayran içmişsin! dedi ve sabahın ilk ışıklarıyla birlikte köyü terk ettiler.
Hülasa, dostlarımıza karşı her zaman için vefalı olmak yaraşır. 'Sende en iyi ne varsa dostuna onu ver' der Hz. Mevlâna. İyi dostu olanın aynaya da gereksinimi yoktur. Dahası onlar hem gönül hem de göz aydınlığımızdırlar. Yarasından kan sızan gönül ehli dostların yüzünü görmek bizim için merhem ve derman gibidir.
Gönül aydınlığı ve gönül ehli dostlara binler selam olsun!...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.