Görmez: İslam'ın yayılmasında tasavvufun büyük etkisi vardır
Nefis tezkiyesi konulu konferansta konuşan Eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, tarih boyunca İslam’ın yayılmasında tasavvuf kültürünün büyük bir etkisinin olduğuna dikkat çekti.
Şer'i Eğitim ve Tezkiye Kurulu, nefis tezkiyesi konulu bir konferans gerçekleştirildi. İstanbul Yenibosna’da bulunan bir otelde düzenlenen konferansta, nefsin tezkiye edilmesi ve arınma ile ilgili yapılması gerekenler anlatıldı.
Birçok İslam ülkesinden âlim ve akademisyenin katıldığı konferansta Sudan İslam Konseyi Eski Başkanı ve Usul ul-Hadis profesörü Usam El Beşir, Dünya Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreteri Dr. Ali Karadaği, Eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez birer konuşma yaptı.
El Beşir, "Tasavvuf ilmi maalesef bugün üstlenmesi gereken görevi üstlenmiyor. Birçok ihtilaflı konular ve meseleler gündemimizi meşgul ediyor. Tasavvufun asıl görevi insanı ve toplumu ıslah etmeye yöneliktir. Ama bugün geldiğimiz nokta çok acınacak bir durum. Çünkü bugün tasavvufla ilgili konuştuğumuz konular İslam ile alakası olmayan konulardır." ifadelerine dikkat çekti.
Karadaği ise "Tasavvufta da ölçülü davranmak önemlidir. Aksi takdirde ölçüsüzlük hele de tasavvufta insanı farklı yönlere kadar sürükleyebilmektir. Tezkiye ve zühtte de ölçüyü kaçırmamak gerekir." diye belirtti.
Görmez de "Tarih boyunca İslam’ın yayılmasında tasavvuf kültürünün büyük bir etkisi vardır. Medreselerimizde yaygınlaşan tasavvuf kültürü sayesinde İslam'ın yayılmasında büyük bir etkisi vardır." sözlerini vurguladı.
Sudan İslam Konseyi Eski Başkanı ve Usul ul-Hadis profesörü Usam El Beşir "tezkiye" kelimesini Kur'an-ı Kerim'de geçtiğini ve büyük bir önem verildiğini söyledi.
El Beşir, "Tezkiye konusu aslında 'yeryüzünde halife ilan edilmiş insandan' bahsediyor. İnsanı ıslah etme yönteminden bahsetmektedir. Tezkiye; insanın temizlenmesini, arınmasını, kalkınmasını ve gelişmesini konu alan bir daldır. Tezkiye aynı zamanda insanoğlunun ferdi toplumsal ve ümmet olarak ele alıyor. Yani kısacası tezkiye insanoğlunun hayatının her alanında olması gerektiği şekli anlatıyor." dedi.
Tezkiye kelimesinin Kur'an-ı Kerim'de 59 yerde geçtiğini aktaran El Beşir, "Bu 59 yerin 51’inde 'gelişmek, temizlenmek' manasından kullanılmaktadır. 4 yerde ise tezkiye aslında vahyin asıl gayesini kast etmektedir. 3 yerde tezkiye kelimesi hikmet ve kitabı (Kur’an-ı Kerim) öğrenmekten önce gelmiştir. Çünkü gaye odur, sonra gelmiştir. Yine tezkiye Hazreti İbrahim'in duasında kitabı ve hikmeti öğrenmekten sonra gelmiştir. Çünkü işin semeresidir. 4 yerde de tezkiye kelimesi övmek manasında kullanılmıştır." diye belirtti.
"Tasavvufun asıl görevi insanı ve toplumu ıslah etmeye yöneliktir"
Tasavvuf ilminin bugün üstlenmesi gereken görevi üstlenmediğini söyleyen El Beşir, "Birçok ihtilaflı konular ve meseleler gündemimizi meşgul ediyor. Tasavvufun asıl görevi insanı ve toplumu ıslah etmeye yöneliktir. Ama bugün geldiğimiz nokta çok acınacak bir durum. Çünkü bugün tasavvufla ilgili konuştuğumuz konular İslam ile alakası olmayan konulardır. Özellikle felsefenin tasavvufa girmesi ile birlikte birçok sorunlu konular ortaya çıkmıştır. Tasavvufun ilgilenmesi gereken konular maneviyat ve nefis tezkiyesi olması gerekirken bugün bazı akidevi ve kelami konular konuşulmaktadır. Nasıl ki tefsir ilmine, hadis ilminde ve diğer konulara olumsuz bazı şeyler girmişse tasavvuf ilmine de bazı ihtilaflar ve bidatler girmiştir. Tasavvuf ilminin bu tür ihtilaflı konulardan ve bidatlerden arındırılması gerekir. Ben bu konuda çağrıda bulunmak istiyorum. Bu büyük ve yüce ilmin insanlara daha iyi bir şekilde anlatılması ve tanıtılması kanaatindeyim. Tasavvufa karşı bu olumsuz algı değiştirilmelidir. İslam'ın büyük bir kültürü olan tasavvufu daha da geliştirmeli ve toplumlara yaymalıyız. Ama öncelikle bunu güzel bir şekilde arındırmalıyız." ifadelerini kullandı.
El Beşir, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Bu arındırmanın birinci yolu marifet ilmini iyi bir şekilde ortaya koymalıyız. Marifet ilminin tek bir kaynağı vardır. O da vahiydir. Vahiy dışında ilham gibi feraset gibi basiret gibi konuları ortaya atarsak iş çok başka yerlere gider. Yine bu konuda zayıf ve mevzu hadisleri iyi bilmeliyiz ve ona göre hareket etmeliyiz. En azından bunları, sağlam bir çalışma yürütmüş kaynaklardan almalıyız.
"Tasavvufun dünyaya karşı almış olduğu yanlış tavrı bir an önce düzeltmek zorundayız"
Yine tasavvuf ilminde dünya kavramını iyi bir şekilde tahlil etmeliyiz. Tasavvuf ilminde dünya kavramı çok basit görülmektedir. Tasavvufun dünyaya karşı almış olduğu yanlış tavrı bir an önce düzeltmek zorundayız. Aynı şekilde züht kavramını da. Dünyadan uzaklaşma Kur'an-ı Kerim'de iki sebepten dolayı zikredilmiştir. Birincisi Allah'ı zikretmekten alıkoyuyorsa, bir de haramı insana güzel gösteriyorsa. Onun dışında dünya zaten imtihan yeridir, imtihandan kaçmak olmaz. Aslında biz dünyayı imar etmekle mükellefiz yani ıslah etmekle mükellefiz. Züht yanlış anlaşılıyor. Züht iyilikleri, güzellikleri kendine haram etmek değildir. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: 'De ki: Allah’ın kulları için yarattığı süsü, temiz ve iyi rızıkları kim haram kıldı?' 'De ki: Onlar dünya hayatında müminlere yaraşır; kıyamet gününde ise yalnız onlara mahsus olacaktır. İşte bilmek isteyen bir topluluk için ayetleri böyle açıklıyoruz. (Araf:32)'
"Kerameti tasavvufun bir ilkesi haline getirmek yanlıştır"
Yine 'keramet' kavramı diye bir şey var. Evet, Allah bazı kullarına lütfetmiş olabilir. Ancak bunu tasavvufun bir ilkesi haline getirmek yanlıştır. O kadar sahabe vardı, birçoğunun kerameti yoktu. Keramet, Allah yolunda istikamette olabilmektir.
İyiliği emretme kötülükten nehiy etme konusu ile ilgili de bazı yanlış yaklaşımlar vardır. Yine ıslah ve cihad konusu ile ilgili bazı yanlış tutumlar vardır. Birçok tasavvuf terbiyesi üzerine yetişmiş aynı zamanda mücahit alimlerimiz, büyüklerimiz, önderlerimiz ve liderlerimiz vardır.
"Bu ilim ve kültür üzerinden geleceği inşa ve ihya edecek bir nesil yetiştirmeliyiz"
Yine üzerinde tartışılacak bir mesele mürit ve şeyh ilişkisidir. Mürit, şeyhinin yanında gassalın elinin altındaki bir ölü gibi görülüyor. Maalesef böyle bir sömürü de vardır. İnsan başka bir insandan feyz alabilir. Ancak bir şeyhe bunu sömürmek kesinlikle yakışmaz. Bütün bunları düzelttikten sonra bu güzel kültürü ümmet arasında yayabiliriz. Gerçekten bu kültüre yani nefis tezkiyesine çok ihtiyacımız vardır. Tartışmalardan, ihtilaflardan, felsefelerden ve kavramlardan uzak, zamanımıza uygun hale getirerek bunu ümmete sunabiliriz. İnanıyorum ki arıtmaya ihtiyacı olan bu büyük ve yüce ilme çok ihtiyacımız vardır. Bu ilim ve kültür üzerinden geleceği inşa ve ihya edecek bir nesil yetiştirmeliyiz."
Dünya Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreteri Dr. Ali Karadaği, her konuda olduğu gibi tasavvufta da ölçülü olunması gerektiğini vurguladı.
"İnsanın dünya hayatından uzaklaşması doğru değildir"
Karadaği, "Tezkiye ve zühdün asıl kaynağı Kur'an-ı Kerim'dir. Kur'an-ı Kerim, tezkiyeyi zikrettiği birçok yerde eğitimi de zikretmektedir. Tezkiye Allah dışında her şeyden uzaklaşmaktan ziyade Allah ile birlikte yarattığı imtihanı yaşamaktır. Çünkü tek olan, bir şeylerden uzak ve münezzeh olan Allah'tır. Allah-u Teala, ayet-i kerimelerde bir şeyleri zıddı ile zikretmiştir. Allah-u Teala her şeyi çifter çifter yaratmıştır. Bu yüzden insanın dünya hayatından uzaklaşması doğru değildir. Çünkü Allah-u Teala insana ünsiyet fıtratını yaratmıştır. Eğer tezkiyeyi Allah-u Teala'nın zikrettiği gibi yaşamazsak yani ölçülü davranmazsak burada bir ölçü bozukluğu olur. Tasavvufta doğru kaynaklara isnat edilmeyen görüşlerden dolayı bir insanı fısk ile itham etmek yanlış bir yaklaşımdır. Öncelikle bu kavramları asıl olan kaynaklardan yola çıkarak anlamalı daha sonra buna göre muamele edilmelidir." şeklinde konuştu.
"Tasavvuf İslam'ın fikir yapısından ortaya çıkmıştır"
Bazı âlimler ve tarihçilerin, müsteşriklerin etkisi altında kalarak tasavvufun diğer dinlerden geldiğini savunduğunu üzülerek belirten Karadaği, "Tasavvufun sonradan İslam’a dahil edildiğini söylerler. Yunan mitolojisinden veya Hindistan'daki bazı dinlerden etkilenerek ortaya çıkmış bir yapı olduğunu savunurlar. Ancak ciddi çalışmalar sonucu ortaya çıkan şudur ki; tasavvuf İslam'ın fikir yapısından ortaya çıkmıştır. Hicretten sonra iki veya üçüncü asırdan sonra Müslümanların zenginleşmesinden sonra artan mal ve dünya sevgisi endişesi ile bazı âlimler bu sevginin önünü züht ile engellemeye çalışmışlardır." diye belirtti.
İslam toplumu arasına giren ve günden güne ümmeti yıkan parçalayan kirli ellere müsaade edilmemesi gerektiğini vurgulayan Karadaği, "Her gün caddelerde, meydanlarda bombalar patlatarak insanlarımızı öldüren, şehirlerimizi yakıp yıkan bu kirli elleri ümmet arasından söküp atmalıyız. Bunu da tasavvuf ile yapabiliriz. Biz tasavvufa karşı değiliz. Biz hakiki sofiler ile birlikteyiz. Toplumumuzu, memleketimizi bu minvalde tasavvuf ahlakı üzere yetiştirmeli, arındırmalı ve kalkındırmalıyız. Bu kutlu görevde de Kur'an ve sünneti esas almalıyız başka bir şeyi değil. Bugünkü tasavvuf alimlerimiz üzerinde oluşan bu kötü algıyı kırmalıyız. Tasavvufta da en büyük ölçümüz Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye olmalıdır. Gayb alemi ile ilgili yaklaşımlarımız ehli sünnet ve cemaatin kurmuş olduğu çerçevenin dışına çıkmamalıdır. Bütün ilim dallarında olduğu gibi tasavvuftaki kavramlar da kati naslara zıt olmamalıdır. Sonuç olarak bizim ölçümüz tek bir şeydir, O da Kur'an-ı Kerim ve ona dayanan sahih kaynaklardır." diye konuştu.
"Tasavvuf ilmine çokça önem vermemiz gerekir"
Prof. Dr. Mehmet Görmez ise ümmet içerisinde tasavvufa yönelik ifrat ve tefritin olduğunu ifade etti. Tasavvuf ilminin de kendine göre bazı ölçüleri, kuralları ve terimlerinin olduğunu söyleyen Görmez, "Tasavvuf ilminin bütün diğer ilimlerle kapsayıcı bir ilişkisi vardır. Mesela iman konusunda kelam ilmi gelir. İslam konusunda fıkıh ve usul'ul fıkıh gelir. İhsan konusu ile de tasavvuf ilmi gelir. Şunu vurgulamak isterim ki tasavvuf kültürünü ifrat ve tefritten kurtarmamız gerekir. Bana göre; tasavvuf ilmine çokça önem vermemiz gerekir. Tasavvuf medreselerinin temelleri züht ehlinden gelmektedir." dedi.
Müslümanların bazı toprakları fethettikten sonra rehavete kapıldığını söyleyen Görmez, "Bunu gören züht ehli, insanları dünya sevgisinden uzaklaştırmak için böyle bir hareket başlatmışlardır. Ümmetin dünyaya bakışı değişmesiyle âlimler bunun karşısında geçerek bununla mücadele etmeye başladılar ve toplumu asıl sorununu çözmek için mücadele ettiler ve maalesef bundan ötürü bazı tartışmalar ortaya çıktı. Daha sonra insanların dünyevileşmesinden kaynaklanan sorunları ortadan kaldırarak insanı bir beşerden (cesetten) insanı kamile dönüştürmek için mücadele verdiler. Bu bağlamda tasavvuf âlimleri bazı eserler yazarak tasavvuf ilmini kurallara bağladılar. Bu kural ve kaideler Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye eksenli olmuştur. Tasavvuf ilmi bir şeylerin aslını ve hakikatini arayan bir ilimdir. Yani tasavvuf ilmi, amellerde, ibadetlerde şekle veya zahire bakmaz o ibadetin aslına ve hakikatine inmeye çalışır." değerlendirmesinde bulundu.
"İslam'ı tebliğ etmede tasavvuf kültürünün büyük bir etkisi vardır"
Görmez, şöyle devam etti: "İslam'ı tebliğ etmede tasavvuf kültürünün büyük bir etkisi vardır. Tasavvuf ilmine bu açıdan da bakmamız lazım tarih boyunca İslam’ın yayılmasında tasavvuf kültürünün büyük bir etkisi vardır. Medreselerimizde yaygınlaşan tasavvuf kültürü sayesinde İslam'ın yayılmasında büyük bir etkisi vardır. Bu topraklar, Anadolu toprakları Bizans işgali altındayken Ahmet Yesevi hazretleri kendi dervişlerini bu topraklara göndererek yaptıkları tebliğ sayesinde İslami fetihlerin önünü açmak için bir katkı sağlamıştır. Bu tebliğ ve davet tasavvuf eksenli olmuştur. Yine Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethetmesindeki en büyük rol tasavvuf kültürüdür. Onu ve ordusunu yetiştiren kültür tasavvuf kültürüdür. Yine Balkan ülkelerinde tasavvuf kültürünün büyük bir etkisi vardır. Bu topraklar daha fethedilmeden önce Müslümanlar bu topraklara giderek tebliğ ve davete başlamışlardır. Yine Asya'daki Müslüman ülkeler Endonezya ve Malezya başta olmak üzere tasavvuf ilminden etkilenmişlerdir.
İslam toplumu olarak büyük bir krizin içerisindeyiz büyük bir dindarlık krizi yaşamaktayız. Artık dindarlık İslam toplumuna bir ahlak veya terbiye vermiyor, bu bizim için büyük bir sorun öyle bir dünya hayatı yaşıyoruz ki sadece bedenimiz ondan faydalanıyor hayatımız artık sadece bir oyun alanına dönüşmüş. Bu yüzden biz Müslümanların bir an önce bu maddi alemden kurtulup insanlara hakiki alemi yani manevi alemi yeniden hissedebilmeliyiz."
İLKHA
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.