Yusuf ARİFOĞLU
Gözlemlediğimiz Suriçi'nden
Hayatın belki de en sağlam aktarımları gözlenenlerdir. Gözlenen bir olay, karede insanın görme ve işitme duyusu ön planda olsa da bazen beden tümüyle o hakikate şahitlik eder.
Kısa bir süreliğine de olsa ben de bu hafta bazı izlenim ve gözlemlerimi sizinle paylaşayım ki realiteyi iliklerime kadar hissettiğimi ve yaşadığımı da eklemek isterim.
Birkaç gün için Diyarbakır'a gitmiştim. Aslında yıllarımın çoğu bu şehirde geçtiği için bir parça buralı sayarım kendimi. 90'lı yıllar hariç son 15 yıldır Diyarbakır'a her gittiğimde tarihi ve coğrafyası ve anılarıyla beni mest eden bir duygu atmosferi yaşardım. Son birkaç gidişimde- özellikle bu son gidişte- hayıf, eyvahlar, merhamet ve ilenmenin iç içe olduğu bir hal üzereyim.
Hayıf; çünkü çocuğu yaşlısı, kadını erkeği, okumuşu okumamışı ile insanlık abidesi, iffet simgesi, anlak nişanesi, cesaret/cömertlik timsali bir halkın yaşadığı izmihlal var.
Eyvahlar; çünkü bir zamanlar camilerinin Kur'an bülbülleriyle, evlerinin adalet davetçileriyle, okullarının peygamber sevdalılarıyla göz doldurduğu bir iklimin üzerinde dolaşan leş kargaları, hak düşmanları, mutluluk hasudları var.
Merhamet; çünkü isyan denizinde yüzen Marksist azgınlara, bilgisizlik çukurunda debelenen cahil güruha, korkunun esiri bir halde gönlünü Kürt ve Türk faşistlere teslim etmişlere rağmen önce ıslah ve hidayet temennisi ağır basıyor.
İlenme; çünkü medeniyeti edeniyet, huzuru dağınıklık, mutluluğu yıkım, ihyayı imha, inşayı yıkım, diriltmeyi öldürme, hayâyı namussuzluk, insafı vicdansızlık, şefkati gadr, hissiyatı akılsızlık olarak sloganlaştıran, özerklik/özyönetim gibi safsatalarla pazarlamaya çalışan yavuz hırsız(!) HDPKK'lilerin başka dilden anladığı yok!
Koca bir şehir, kutsi ve tarihi mekânlarla gözbebeği bir kent, bir hayalet gibi üzerimize gelmekte.
Suyuna kanamadığımız Hz. Süleyman,
Huşusunu iliklerimizde hissettiğimiz Ulucami,
Heybetiyle hayrette kaldığımız surlar,
Tarihin mührüyle önümüze bir hoşluk endamıyla serilen mekânlar, çarşılar;
Bir ucundan diğer ucuna gidip gelirken tefekkür depoladığımız, muhabbet dağıtılan, satıcı çığırtmalarıyla şenlenen Gazi Caddesi…
Yakınınızda ama dolaşamıyorsunuz,
Yanı başınızda fakat gidemiyorsunuz,
Sessizlik çığlık atarcasına imdat istemekte lakin el uzatamıyorsunuz!
Belde mü'min lakin isyanlar Marksist,
İnsanlar Müslüman ama kurtarıcılığa soyunanlar hadsiz, rezil, vahşi ve insafsız,
Evler birer edep ve mahrem kalesi fakat dadananlar ahlâksız, insafsız ve embesil…
Bir Cuma anında aşabildik faşişt barikatları ve bir namaz aşkıyla yürüdük silah patlayan, barut kokan, ölüm soluyan ve merhametini merhametsizlerde kaybetmiş Sur sokaklarında…
İslâm'ın beşinci haremi, sahabeler diyarı, azizler yurdu, Müslüman olduktan sonra işgali tatmamış bir belde olarak övünen ve övdüğümüz bu mekânlar, sokaklar ve caddeler;
Bir yanıyla PKK ceberrutluğunun ve iğrençliğinin, diğer yanıyla devletin güvenlikçi ve kutsal devlet anlayışının taassubuyla resmen ve alenen bir kaos yaşanıyor.
İnsanlar evini terk etsen de terk etmesen de ölürsün ikilemiyle mengeneye alınmış bir haldedir.
Batılı ağababaların emperyal iştahlarına konu mankeni olmuş bir PKK ve yüz yılı aşkındır kuyruğunu aynı kliklere kaptırmış; Lozan ve benzeri anlaşmalarla birçok tavizle ellerine koz vermiş bir sistemin eski yöntem ve eski anlayışla, gördüğümüz manzaraya tedavi türünden sürebileceği merhem ve sarabileceği sargı zaten olamaz. İnşaallah eski yanlışlar tekrarlanmaz ve çözüm odaklı çalışılır.
Her şeye rağmen merhem ve sargı Kur'an ve sünnetin kılavuzluğundaki bir tedavidedir. İslâmî camiaların kollarını sıvaması ve bu işe İlahi rıza dışında hiçbir niyet karıştırmadan çabalaması bu tedaviyi şifaya götürecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.