Ahmet MÜNİR
Gücün maddi ve manevi unsurları
Kabile yaşamının hakim olduğu dönemlerde gücün asıl unsuru niceliksel çokluktu. Sayıca daha kalabalık olan kabile en güçlü kabileydi.
Daha sonra Sanayi Devrimi ile beraber artık toplumların gücünü belirleyen en önemli gösterge sanayileşme oldu. Sanayisini kurup hızlı üretime geçen toplumlar hem ekonomik hem de askeri olarak güçlendiler.
Sanayi sonrası toplum (post-endüstriyel) denilen günümüz toplumunda ise en önemli güç kaynağı bilgidir. Bilgi artık üretilmekte ve satılmaktadır. Bu anlamda “bilgi metalaşmıştır.” Bilgiye sahip olanlar, onu üretenler ve yönlendirenler hayata da hükmetmektedirler.
Gücün zahiri ölçüleri bu olmakla beraber gücü belirleyen unsurun niteliği (keyfiyet) değiştiğinde ölçü de değişir. Buna manevi etki de diyebiliriz. Yukarıda da belirttiğimiz gibi kabile toplumlarında gücü belirleyen niceliksel çokluktu (kemiyet). Nitelik açısından benzer insanların oluşturduğu kabilelerde muhtemelen doğru ölçüt de buydu. Ancak insanlar nitelik açısından farklılaştığında artık sayısal çokluk anlamını yitirir. Örneğin iman, bu ölçüyü değiştiren bir niteliktir.
“Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 249)
O halde gücü belirleyen maddi faktörlerle beraber bir de manevi faktörler vardır. Bunlara ayrı ayrı değinelim. Önce maddi faktörler ile başlayalım:
Allah Teâla’nın kâinatta geçerli fizik kanunları olduğu gibi toplumsal hayatta geçerli olan sosyal kanunları da vardır. Doğa bilimleri ve sosyal bilimler bu ilahi kanunların keşfi için çalışmaktadırlar. Yerçekimi kanunu, suyun kaldırma kuvveti, basınçla hacim arasındaki ters orantı gibi kanunlar fiziki âlemde geçerli iken; zulmün devam etmeyişi ve ayrılığa düşen toplumların parçalanması gibi yasalarda da sosyal hayatta geçerlidir. Bu yasaların gereğine göre davranmadan herhangi bir alanda başarıya ulaşmak mümkün değildir. Yukarıda zikredilen sanayileşme, Allah Teâla’nın fiziki kanunlarına riayetin sonucu olduğu gibi günümüz toplumuna bilgi ile hükmetmek de sosyal kanunlara riayetin sonucu olduğu söylenebilir.
Bir cümle ile özetlersek; maddi güç, Allah Teâlâ’nın kâinata yerleştirdiği kanunlara yani sûnnetullah ‘a riayettir.
Şüphesiz bu kanunların tamamını burada saymak mümkün değildir. Ancak üç tanesini de zikretmeden geçemeyeceğiz:
a) Yetişmiş insan güçtür: Tarihin her döneminde yetişmiş insanlar en önemli güç unsurlarındandır. Çünkü her şey dönüp insana varmaktadır. Eskiden beri söylendiği gibi “En büyük yatırım, insana yapılan yatırımdır.”
b) Bilgi güçtür: Zamanı, insanı ve toplumu bilmek oldukça önemli bir güç faktörüdür. Bunun dışında zamanımızda bilginin geldiği konuma uygun olarak her açıdan bilmek güçlü olmaktır.
c) Emek güçtür: Çalışmadan hiçbir başarıya ulaşılamaz. Her nimet kendine uygun bir külfet gerektirir. Değişmeyen kural şudur: Başarıya ancak emek ve zaman harcanarak ulaşılır.
Manevi güç ise maddi gücün niteliğini artıran faktörlerdir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
a) Allah’a dayanmak en büyük güçtür. Tüm kâinatı yaratan, onu idare edip kontrol eden Allah Teâlâ’ya dayanmak en büyük güçtür.
“Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah’a güvenip dayanmalıdırlar.” (Al-i İmran 160)
b) Haklı olmak güçtür: İnsanın haklı olması ve haklılığına duyduğu inanç onda büyük bir azim ve motivasyon oluşturur. Aynı şekilde haklıya karşı olmak da her zaman bir zaaf oluşturur.
c) Sabırlı olmak güçtür: Ulaşılmak istenen her hedef büyüklüğü oranında sıkıntılara katlanmayı gerektirir. Bu sıkıntılara sabredemeyen hedefine ulaşamaz.
d) Dayanışma güçtür: Birbirine kalben bağlı insanlar arasında fertlerin tek tek gücünü aşan ayrı bir güç vardır. Aradaki dayanışma ve bağlılık artıkça o güç de artmaktadır.
e) Örgütlülük ve disiplin güçtür: Kendi aralarında örgütlenmiş beş on kişilik bir grup dağınık ve bağlantısız binlerce kişiye hükmedebilir.
Allah Teâlâ’nın irade ettiği an dilediği şeyi yapacağına kuşku yoktur. Ancak O (cc) kâinatı sebepler üzerine bina etmiş ve insanların sebeplerle müracaat etmesini dilemiştir.
“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın.” (Enfal 60)
İnsan sebeplere müracaat edip görevini yaptıktan sonra Allah Teâlâ dilediği sonucu yaratır. Çünkü asıl takdir O’nun dur.
Allah Teâlâ’nın sebepler dışındaki müdahaleleri ise –mucizeler gibi- vakidir ama nadirdir. Malumdur ki hesap kitap nadiratlar üzerinden yapılmaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.