Güven, Dava İçin Esastır
Kılıçlar çekilmişti. Getirilen kan dolu çanağa yumruklar batırılarak savaş yemini yapılıyordu.
Kılıçlar çekilmişti. Getirilen kan dolu çanağa yumruklar batırılarak savaş yemini yapılıyordu. Ezeli rakip iki kabile Abdüddar Oğulları ile Adiyy Oğulları, Kâbe’nin taşını yerine koymak için savaşa hazırlanıyorlardı. Biri diğerini kırıp dağıtana kadar devam edecek bir savaş olacaktı.
Bu iki kabile birbiriyle her alanda yıllardır yarışmaktaydılar. Şimdi de temelden inşasına başlanan Kâbe’nin Siyah taşı, yani “Hacer’ül Esved” için kapışıyorlardı. İbadetgâhları olan Kâbe’nin yıkık duvarlarını hep birlikte inşa etmişler, sıra en değerli taş olan Hacerül Esved’e gelmişti. Her iki kabile de bu onurlu işin kendisine mal olmasını istiyordu.
İşte bu esnada aralarından akıllı birinin tavsiyesi yerini buldu. O;
“Kâbe’nin bahçesine ilk girecek kişi aramızda hakemlik yapsın. O ne derse onu uygulayalım” diyordu.
Diğer kabilelerde savaş yerine, böyle bir öneriyi uygun buldular. Karar verilmişti. Kâbe’nin bahçesindeki Safa kapısından ilk giren kimse aralarında hakem olacaktı.
Ve sonunda beklenen kişi Safa kapısına geldi. Herkes susmuş, karaltıyı bekliyordu. Gözler dikkat kesilmişti.
-Muhammed… Muhammed bu! Muhammedül Emin, diye bağırdı biri.
-Allaha yemin ederiz ki bu, herkesin yanında “Emin” olan Muhammed, diye bağırdı bir diğeri.
Nefeslerin tutularak beklenildiği kişi, birden tüm kabileleri sevince boğmuştu. Çünkü bu meseleyi adil ve güzel bir şekilde Muhammedül Emin’den başka hiç kimse çözemezdi. Herkes bu adalet ve emanet sahibine güvendiğinden görüşünü benimsedi. O, en adil kararı vermiş, en güzel çözümü sunmuştu.
“Hacer’ül Esved” diye adlandırılan siyah taşı elleriyle alıp üzerinden çıkardığı abasının ortasına koymuş, sonra da her kabileden bir kişinin abanın bir tarafını tutarak taşımasını istemişti. Kâbe’nin yanına gelince de kendi elleriyle aldığı taşı yerine koymuş, böylelikle kat’i bir savaşın önüne, “Emin”lik sıfatıyla geçmişti.
Allah’u teala, Peygamberimiz Muhammed (sav)i tüm insanlar arasında doğru, güvenilir, olduğundan “Emin” olma sıfatı ile sıfatlandırmıştı. İnsanlar ona “Muhammedül Emin” diyor, Onun hiçbir zaman doğru olmayan bir şeyi söylemeyeceğini biliyorlardı. Bu nedenledir ki Peygamber Efendimiz (sav) Safa tepesine çıkıp:
“Ey Kureyş cemaati! Ben size şu vadide düşman süvarileri var. Üzerinize baskın yapacaklar, desem bana inanır mıydınız? diye sorunca onlar:
“Evet, inanırız. Çünkü senden sadakat ve doğruluktan başka bir şey görmedik” (Buhari,8/737, Kitabüt Tefsir) diyorlardı.
Peygamber efendimiz doğru sözlü ve güvenilir olduğundan kısa süre içerisinde kendi çevresinde sadık ve samimi bir topluluk oluşturmuş, bu topluluk ölümüne ve ne pahasına olursa olsun peygamberimizin yanında yer almış, Onu hiçbir zaman terk etmemişti. Bu nedenledir ki her sözlerinde, her konuşmalarında “Anam babam sana feda olsun ya Resulullah” diyerek Ona olan bağlılıklarını yerine getirmiştiler.
Her dava için “eminlik ve doğruluk” o davanın kabullenilmesinin birincil etmenidir. Çünkü doğruluk beraberinde güvenilirliği, güvenirlilik te sadakati sağlayacaktır. Fedakârlık ve cefakârlık üzerine inşa edilen davalarda çıkar ve menfaat olamaz.. Kişilerin birbirlerine bağlılığı, hedeflerinin birlikteliği ve bu hedefe samimi bir şekilde yönelmeleri güvenle gerçekleşir.
İslam davası kutsal ve arı bir davadır. Maddenin, menfaatin, nefsin ve dünyalık arzularının ötesinde bir hedefi vardır. Bu ilahi hedef, islam davasını diğer davalardan ayırır. Hiçbir dava İslam Davası gibi yüce bir hedefe sahip değildir. O hedef, her ortam ve zamanda, her şart ve imkânda, açık ve net bir şekilde önümüzde durmaktadır. O hedef gerçek anlamıyla “Allah rızası” olduktan sonra hiçbir zaman kaybolmaz ve ilahi rızayı arayan kimse için uzak kalmaz.
Bu nedenledir ki “Zerre miktarı kadar bir şey bile Rabbül Âlemin’in indinde kaybolacak değildir. Allah azze ve celle: “Her kim ki miskali zerre hayır işlemişse onu görecektir. Ve her kim ki miskali zerre şer işlemişse onu da görecektir.” (Zilzal 8-9) diye buyurmaktadır.
Allah rızasının başı doğruluk ve eminliktir. Bu nedenle Allah azze ve celle Ayeti kerimede “Emr olunduğun gibi dosdoğru ol” diye buyurmaktadır. Güvenirliliğin temelinde doğruluk vardır. Doğru konuşmayıp, özü sözü bir olmayanlar çevrelerine güven veremezler. Bir Müslüman için emin olmak, davasının güvenirliğini arttırır. Bir davanın fertleri güvenilir oldukları müddetçe dava itibar görür, kendini kabul ettirir.
Ne zaman ki emniyet ve güven ortadan kalksa, işte o zaman Allah’ın yardımı ve nusreti de üzerlerinden kalkacaktır. Allah, kendisine kul olanların yardımcısıdır. Allah’ın eli, birbirinden emin olan, birbirine güvenen, birbirine samimi ve dostane bir şekilde sırf Allah için, sadakatle bağlanan,dost olan kullarının üzerindedir.
Müslümanlar birbirleri arasında gerekli güveni sağlamalı. Bunun için de doğru ve emin birer fert ve topluluk olmak zorundayız. Peygamber Efendimize nasıl güven duyulmuşsa aynı güveni bir dava adamı ve Müslüman fert olarak sağlamadıkça davamızın başarılı olması da mümkün olmayacaktır. Bu nedenle İslam’ın temel prensiplerinden olan eminliği tüm benliğimizde yeşertmeliyiz. Bunu sağladığımız zaman; işte o zaman, insanlar arasında güvenilir olacak, itibarımız artacak, birbirimiz arasında sadakat bağları güçlenecek, kuvvet bulacak, sağlamlaşacaktır.
Peygamber efendimiz "Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. Mü'min de, halkın, can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir."(Tirmizî, İman 12, (2629); Nesâî, İman 8, (8, 104, 105).
Allah, bizleri emin ve güvenilirlerden eylesin.
İnzar Dergisi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.