Menderes YILDIRIM
Halepçe ve düşünülen yeni Zindan yasası
Zindanlar; siyasal anlamda- aciz zalimlerin sığındığı yaşam alanları; HALEPÇELER ise despot liderlerin gurur, kişilik ve akıbetlerinin” çirkefleşerek yok olduğu alanlardır. Ders ola!
Halepçe:
16 Adar (Mart) 1988'de emperyalizmin maşası, insanlık düşmanı, sırtını Haçlı silahlarına dayamış, faşist, küfrün amelesi, bilmem kimin nesi Saddam Şeyn(muzır) ölüm yağdırdı; Hicaz'ın Medine'si, Suriye'nin Hama'sı, Türkiye'nin Konya'sı karakterindeki Halepçe'ye!
Halepçe'ye ölüm değil, ölümler geldi; soğuk, sessiz, yersiz ve zamansız! Halepçe yıkıldı! Gazlar, ecel celladı olmuş; ayrım gözetmeksizin herkesi yaktı/yıktı. İnsanlık adına yıkılan çok şeyler vardı o gün! Her bedenle beraber Allah'ın binası (Kâbe) yıkıldı; Batılı Emperyalistlerin 100 Yıl, 30 Yıl Savaşlarıyla oluşturduğu tüm anayasalar yıkıldı; kiliseler, havraların kutsallığı(?) yıkıldı; Hz İsa (a) dirilip dirilip yeniden yıkıldı; İncil ve Tevrat ilk tahribattan sonra Ashabı Uhdut gibi yeniden yakıldı.
Halepçe yanarken; Batı'nın medeniyet adına sunduğu tüm güzellikleri yandı. Emperyalistlerin gerçekte olmayan şeref ve namusları yandı.
Halepçe 27. Yılında da yetim kalırken Halepçelerden yükselen ÂH'lar, arş-ı Ala'ya dayandı. İlahi! Ortadoğu; Kerbela'dan sonra kaçıncı kezdir yandı? “içimizdeki beyinsizler yüzünden, bizleri helak edecek misin Rabbim?”
Halepçe'nin failleri; dün Hiroşima, Vietnam, Dünya Savaşları, Mahabad, Zilan, Palu, Dersim'in; bu gün de Afganistan, Afrika, Suriye, Irak'taki “sömürü, göç, kan ve ölümlerin” müsebbibidirler. Bu zihniyetin insanlığa faturası çok ağır oldu. Dünyayı mustaz'aflara, ahireti kendilerine zehir zindan ettiler! Halepçe abidedir, anıttır; hep yükselecek!
Çare: Mazlumlar için onurlu direniş; zalimler için yaşasın Cehennem!
Hapishaneler:
İç Güvenlik Paketinin yankıları sürerken, cezaevlerine yönelik bir düzenleme, sessiz sedasız TBMM'ye getirildi. Kimi maddeleri kabul edilen tasada; “gardiyanlara cezaevi içinde eğitimli köpekler, biber gazı ve ateşli silah kullanma yetkisi veriliyor. Gerekçe; “... Toplumsal yaşama karşı uyumsuzluk(!?) göstermiş kişilerin iç dünyalarına nüfuz ederek iyileştirilmeleri...” şeklinde özetlendi.
Mutlak düzeltilmesi gereken düzenlemelere göre; “aktif veya pasif direniş gösterilmesi halinde gardiyan ve güvenlik birimleri zor kullanabilecek.” Kişinin eylemine son vermemesi halinde “ölçülü” ve “orantılı(!?)” şekilde ateş edilebilecek” gibi güzellikler(?!) düşünülmüşse de dış güvenlik görevlilerine saldırı teşebbüslerinde “duraksamadan” ateşli silah kullanılabilecek.
“Hücrelerde, koğuşlarda, nakil aracı” ve hatta hastanelerdeki “mahkum koğuşlarına sınırsız arama yetkisi..“ tanınıyor. Her tür sabıkayı işlemeye uygun ortamda, orantısız üstünlüğe sahip “kolluk güçlerinin kimliği ise gizli tutulacak!”
Geçmişte, Doğu'da özellikle de Diyarbakır cezaevinde düzenlenen “Hayata Dönüş Operasyonlarında” ne hukuksuzluklara imza atıldı, insanlık onurunun ayaklar altına alındığı, canlı girenlerin cesedinin dahi çıkamadığı hala zihinlerimizde. Birileri unutsa da hala “ürken, utanan, kahrolanlar..” var.
Uygulama; zaten devletin kahr pençesinde zavallılaşan mahkûmlara savaş ilanından başka bir şey olamaz. Bu yasalara sırtını veren kapalı ortamın orantısız gücüne sahip zevatın ne yapabileceğini kimse kestiremez. Kişinin düşünme özgürlüğü değil hayat hakkının dahi güvencesi kalmayabilir. Müşahede mağaralarının; tecrit odalarının; insanı nasıl uzaylı yaptığını müşahede edenler çok iyi bilir. İnsan oralarda “zavallı” bile olamaz.
“Dar alanda gaz” kullanımı, savaş alanındaki “kimyasal gazdan” farksızdır. Mahpusun yatağını gören kamera uygulanması, özel alanın her türlü mahremiyetini ihlal ettiğinden; mahpusun kimyasını bozar, onu istem dışı davranışlara doğal olarak iter. Bu istem dışı aşırılıklara üst sınırdan ceza vermek ise hak değil, fırsatçılıktır. Devlet fırsatçı olur mu?
Anlayamıyorum, yoksa birileri “barış ve çözüm” derken şaka mı ediyor? Normalleşmenin konuşulduğu ortamda artık korkuların konuşulmaması gerekirdi..
Dediklerimizi sayın Başbakan ve sayın Cumhurbaşkanı iyi bilir, bilmek zorundadır. Çünkü ikisinde de hesap günü bilinci ve Allah korkusu vardır. İslam ülkelerindeki devlet, rejim ve statükolar şekillenirken hangi aşamalardan geçildiğini de pek ala bilirler. Bizdeki devlet gücünün “halkın inancı, töresi, geleneği ve tarihi” ile hala barışmadığı açıktır.
Bu iktidar; halkın duasından âlâ nemalanmıştır. Halka derman olması gerekenken; statükoya, kemalizm'i dirilten bir ilaca dönüşmemeli. Bu gün bile kontrol edilemeyen güvenlikçilerin; yasa meclisten geçtiğinde neler yapabileceklerini düşünmek bile insanı ürkütür.
1982 uygulamaları artık Eski Türkiye'de kalmalı. Yasama, yürütme ve yargı; tüm imkân ve kabiliyetlerini Yeni(!) Türkiye için harcamalı. Anadolu halkı, bu günlerine “katliam, komplo, darbe ve zindanları..” aşarak geldi. Yeni'nin boyasıyla “Eski'yi” sunmak; gaflet ve vebal olur. Halk uyanık olmalı; hak, alınır verilmez. Dua ile.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.