Mehmet Zeki ERGİN
Halk ile kodları uyuşmayanlardan tarihte korkulmamış, bugün de korkulmaz
“Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara (Allah`ın emirlerini) iyice açıklasın…” (İbrahim: 4)
Kavminin dilinden anlamayan bir peygamber ya da bir davetçi…
Kavminin dilinden anlamayan bir peygamber ya da bir davetçi…
Veya kavmine mesajını ulaştırmaya çalışıp onların dilini konuşmayan ve onların dilinden bir şey anlamayan bir dava adamı… İslam’ın yan yana koymadığı, koymayı dahi düşünmediği bir olgu…
Ali Şeriati, bu ayetin asıl ifade etmek istediğini şu misalle açıklıyor: “Fransız devriminin ayak sesleri geliyor. Aç ve sefil halk saraya yürüyor. Kraliçe dışarıdan gelen protesto seslerinden rahatsızlığını ifade ederek, ‘Bunlar ne istiyorlar?’ diye yaverlerine çıkışıyor. Yaverlerin, ‘Ekmek istiyorlar, efendim!’ cevabı kraliçeyi hayretler içerisinde bırakıyor. Bu hayretini ya da cehaletini, ‘Ekmek bulamıyorlarsa onlar da pasta yesinler’ sözüyle ele veriyor.
Şimdi, Fransa kraliçesi kendi halkının dilini ne kadar biliyor ya da kendi halkının dilinden ne kadar anlıyor.
Öyle ise ayet sadece aynı kelimeleri telaffuz etmekten söz etmiyor, aynı zamanda bir kod uyumuna işaret ediyor. Bir ruh birliği, kültür bütünlüğü, manevi birliktelikten de söz ediyor. Değer yargıları, ortak dert ve acıları aynı şekilde sevinç ve bayramları da dillendirmek istiyor. Gönül birliğinden, dertleri ile dertlenmelerinden söz ediyor. Ağlayan çocuk ile annesi farklı sesler telaffuz ediyorlar ama anne, çocuğun her istediğini bir büyüğün isteğinden daha fazla anlıyor. Ayetin işaret ettiği aslında böyle bir şey…
Bundan dolayı Ali Şeriati, bir komünizm misyonerinin İslam âleminde halkla bütünleşemeyeceğini çok basit bir örnekle izah ediyor.
Elindeki bunca imkâna, bunca donanıma rağmen küfür cephesinin bir türlü İslam âlemine sirayet edememesini de aslında bu ayet-i kerime izah ediyor. Bir de şu anki olgunun tersini düşünün, yani bu kadar imkânın İslam davetçilerinin elinde olduğunu hayal edin. Bütün dünyanın İslam olması için birkaç yıldan fazla bir zaman dilimine ihtiyaç duyar mıyız? Kesinlikle hayır! İslam, sıcak iklimlerde fecir vakti esen serin meltemlerden daha etkili bir şekilde yayılır ve tüm insanlığı etkisi altına alır.
Zira İslam fıtrat dinidir. İnsanlarla kod uyumuna sahiptir ve bu kodların alternatifi yoktur. İkinci bir versiyonu üretilemez. İslam davetçileri de bu kod uyumundan iyi nasiplenmiş insanlardır. “Ona bulaşık yıkattım, o da Müslüman oldu” başlıklı yazıda, Mehmet Göktaş Hoca’nın birkaç kelimeden fazla dilini bilmediği bir Alman gencin hidayetine vesile olması hikâyesi numune bir örnektir.
Bu gerçekler dolayısıyla küfür cephesi kitabı, sünneti ve zamanı iyi okuyup bir araya toplanan birkaç Müslümandan dahi ürkebilmekte ve onlar için projeler geliştirmek zorunda kendisini hissetmektedir. Aynı şekilde İslam âlim ve önderlerinin devasa güç elde etmiş küfür cephesini bu kadar büyük görmemesinin hikmetlerinden biri de budur. Zira eninde sonunda onların tard edileceğini çok iyi biliyorlar. Talim ve terbiyesini İslam’dan almayan her grup böyledir. Ne kadar büyümüş gözükse bile eninde sonunda tard edilmeye mahkûmdur. Zira Müslüman halkın kodları ile aralarında anlaşmazlık, uyuşmazlık vardır. Buna biz de bir örnekle katkıda bulunalım:
“Birkaç gün önce mahallemizde Nusaybin’den İstanbul’a göç etmiş bir adam, on bir evladının annesi olan karısını öldürdü. Kadın, BDP Kadın Kolları üyesi ama bildiğimiz, sıradan bir Kürd kadını… BDP, cenazesine hiç talep olmamasına rağmen sahip çıktı. Selahaddin Demirtaş’ın konuşmasından olay sanki namus meselesiymiş gibi anlaşıldı, kadının çocukları rahatsız oldu. Sonra BDP’li kadınlar geldiler ve cenazeyi taşıdılar. Cenazedeki tüm akrabalar, kadın cenaze mi taşırmış diye kendi aralarında söylenmeye başladılar. Bunlar yetmedi cenazede BDP’nin görevlendirdiği ekipler kadınlı erkekli zılgıt çekmeye, alkış tutmaya başladılar. Buna şahid olan herkes, BDP’nin tanıdığım sempatizanları dâhil cenazeye yapılan hürmetsizlikten yakınmaya başladılar. Çocukları defaatle “Böyle bir acı üzerine bu yapılır mı?” diyerek tepkilerini dile getirdiler. Sonra taziyeyi BDP’ye ait bir merkezde yaptılar. Garip garip ritüeller icat etmişler. Abdullah Öcalan’ın fotosunun yanına müteveffa kadının fotosunu asıp gelen görevli BDP’liler Öcalan’ın, kadınlar da müteveffa kadının fotosunu öpüyorlarmış. Tabi bunlar yapılırken halktan olan müteveffanın akrabaları başlarını eğiyorlar. Sadece “el Fatiha” çağrısını taziye için giden sıradan halk dillendirdiği zaman oradaki halk can u gönülden bir salâvatla iştirak ediyor.
O yüzden âlimlerimizin küfür cephesine karşı değil de sürekli olarak şeytan, nefis ve tembellik illetlerine karşı uyarılarda bulunmalarını dikkate alarak asıl tehlikeye karşı uyanık olmaya bakın. Bu diğerlerin hepsi lafügüzaftır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.