Abdullah ASLAN
Hangi birini yazalım!
Yeni Zelanda’daki cami saldırısı sonrası dünya genelinde gelen tepkiler istenen düzeyde olmasa da Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern’in katliama gösterdiği ‘takdir edilesi’ tepki ülkede İslam’a yönelik müspet havanın yaşanmasını sağladı. Dinleri farklı da olsa yaşanan vahşete tepki gösteren herkesin bu tavrı kıymetlidir, saygındır. Her ne olursa olsun insanların hemcinsleri için gösterdikleri empati elbette ki değerlidir.
Basına ve sosyal ağlara yansıyan ihtida örnekleri de şehid kanlarının vesile olduğu güzelliklerin ayrıca göstergesidir.
Demek ki şehidler bu anlamıyla da ölmüş değiller. Her bir ‘can’ belki de davalarını omuzlayacak onlarca kişiyi kazandırdı. Yüce Allah şehadetlerini makbul ve bereketli kılsın!
Cami yarenlerinin ve sonraki gelişmelerin gündemi içerisindeyken maalesef bu sefer Suriye’de Deyrizor’un Bağoz bölgesinde yaşanan katliamlarla sarsıldık.
ABD ve PYD güçlerince gerçekleştirildiği ifade edilen saldırılarda kadın-çocuk binlerce kişinin katledildiği hatta kimi insanların diri diri gömüldüğü belirtiliyor.
Haberlere göre, barbar saldırılarda kampta katledilen 300’den fazla sivil kepçelerle açılan çukurlara dolduruldu. Bombardımanda yaralanan 40’tan fazla kişi ise henüz canlıyken toprağa gömüldü. Bağoz’da son 10 günde 2 bin, 1 ay içindeyse 6 bin kişinin katledildiği belirtiliyor. Bu nasıl bir vahşet, bu nasıl bir katliam?!
Bağoz’daki bu katliamlar olurken aylardır İdlib’e yönelik yapılan saldırılar hız kesmedi. Sözde çatışmasızlık bölgesinde insanlar mağaralarda yaşamak durumunda ve günlerce gün yüzü görmekten mahrum.
Amerika’nın Suriye’yi terk edeceği, Rusya’nın çatışmasızlık bölgeleriyle sivilleri sözde koruyacağı hengamede ve dünyanın ‘savaş bitti’ diyerek sırtını döndüğü bölgelerde bu vahşet görmezden gelinmemelidir!
Emperyalistlerin farklı etiketler takmak suretiyle ‘parçala, yut’ ettiği Ümmet, ne zaman bu hinliğin farkına varacak, doğrusu büyük merak konusu!
Zalimlerin bu toplu katliamları devam ederken İslam ülkelerinin daha bir dik duruş sergilemeleri bekleniyor. İslam ülkeleri kendi kavramlarını kullanmalı, kendi istihbaratları üzerinden manipülasyonlara pirim vermeden kendi adımını kendileri atmalıdır.
Tedhişle tanınmış veya tanıtılmış yapılar üzerinden her gün birileri sessiz sessiz derdest ediliyor. Bunların ne kadarı karşılaştığı muameleyi hak ediyor? Bunlar gerçekten ‘suç işleyen’ bir yapıyla ‘suç işler’ düzeyde irtibat halindeler mi? Öyle değilse şayet, o zaman dessasların kotaradurdukları desiseler işe yarıyor demektir.
Afiye Sıddıkî’yi farklı, Muhammed Abdulhafız Hüseyin’i farklı örgüt adına kapanlar, aynı yöntemlerini devam ettireceklerdir, bizde bu parçalanmışlık ve mantık(sızlık) olduğu müddetçe.
Müslümanları, hele mMüslüman kadınları gayr-i müslimlere teslim etmenin bir izahı ve gerekçesi olamaz.
Onların suçlaması bizim için esas olmamalı. Varsa bir suç, işi orantısızlığa da vardırmadan kendimiz gereğini yapmanın yolunu seçemez miyiz?
Müslümanları terörize etmeye çalışan haçlı zihniyetlilerin, orada burada yağdırdıkları bombalarla hayattan kopardıkları insanlarımız yetmezmiş gibi, kendi ellerimizle onların delillerine güvenerek insanları teslim etmenin zaaf ve güçsüzlüğü içerisinde olmak büyük üzüntü verici!
Şiddete bulaşmamış İhvan gibi camiaların bireylerini idama gönderecek kadar basiret yoksunluğu yaşamanın izahı yoktur. Abdulhafız’dan sonra yeni gözaltına alınan ve tepkiler üzerine serbest bırakılan Amr Ahmed Abdulaty Okasha hakkında da Mısır cunta rejimi idam kararı çıkarmış. Bu insanları Mısır’a göndermek onları ölüme göndermek demektir.
Bu kadar mazlumiyet içerisinde ‘Hangi birini yazayım?!’ diye insan gerçekten şaşırıp kalıyor.
Ne olur, artık uyanalım, uyandıralım!
Selam ile...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.