Hanili Salih Bey’in Toplum Analizi
Şeyh Said ve arkadaşları, imkânlarının farkındaydılar. Onlar, imkânlarına rağmen kıyam etmeyi seçtiler.
ABDULKADİR TURAN / DOĞRUHABER / ANALİZ
Tarihin bir dönemi olur; insana günlük sorumluluklarından farklı bir sorumluluk düşer. Bu kendi toplumunun geleceği ile ilgili bir sorumluluktur. Topluma önderlik edenler, ya o sorumluluğun gereğini yerine getirir, tarihe büyük bir önder olarak geçer ya da yüce Allah’ın gazabına uğrar ve toplumu tarafından da korkaklık ve ihanetle anılır.
Şeyh Said ve arkadaşları bütünde İslam’ın, özelde kendi halklarının tarihi bir süreçle yüz yüze olduğunun farkındaydılar. Onların inandığı en büyük gereklilik sessiz kalmama, tepki gösterme, “kıyam etme” gerekliliğiydi. Gerisi onlar için teferruattı.
Bir kıyamda karşı durulacak güç vardır, kıyamın önderleri vardır ve kıyama çağrılacak bir halk. Şeyh Said ve arkadaşları kıyamın önderleri olarak karşı durdukları gücü iyi tanıdıkları gibi kıyama çağırdıkları halkı da iyi tanıyorlardı.
Şeyh Said bir alim ve bir tarikat önderiydi. Medresedeki talebeleri üzerinden toplumun değişik kesimleri hakkında derin bilgiye sahipti. Ama bununla beraber sürekli irşad yolculukları düzenliyor, buralarda ikindiden sonra halka seslenirken günün bitiminde toplumun eşraf kesimiyle özel toplantılar da yapıyor, halkın sorunları hakkında bilgi alıyordu. Hangi aşirette kim, ne yapar bunun farkındaydı.
Onun mahkemede en çok güven duyduğu önder olarak ifade ettiği Hanili Salih Bey (Salih Bege Henî) ise hem onun bilgi ve izlenimlerine sahipti, onun gibi toplumun sır kutusuydu hem de bilgisini terimlerle anlatılabilecek, teknik değerlendirmeler yapabilecek donanıma sahipti.
O günlerde Batı’da ve İstanbul’da toplum bilimi oldukça gözdeydi. O bilimle uğraşanlardan biri Ziya Gökalp’tı; Salih Bey’in Ziya Gökalp’le yakınlığı olmuş, bir dönem onunla aynı eserleri takip etmişti.
İslam âleminde medrese ilmi teknik bilgiyle bir araya gelince ortaya dehalar çıkıyor. Birkaç dil bilen Hanili Salih Bey de gerçek bir dehadır.
TOPLUM ETKİ KARŞISINDA TEPKİ GÖSTERİR
“Medreselerin kapatılması emri verilince her tarafta olumsuz bir etki yaptı. Dinlerini öğretmek yasaklanınca etkilenme başladı. Aile Hukuku Kanunu ve diğerleri… Galeyan arttı, maksadımızı biliyorduk.” “Ahali intihar edercesine ileri atılıyordu, dinimiz uğruna birkaçımız ölelim, diyorduk.” “Bu hareketimiz vahşiyane bir miting şeklinde idi.” (1)
Salih Bey’e göre, Ankara’da oluşan yönetim, İslam şeriatını lağvederek bir etki oluşturmuş, bu etkinin oluşturduğu cereyan, toplumu galeyana getirmiş ve toplum “vahşiyane” bir şekilde ayaklanmıştı.
Bugün farklı anlamda kullanılan “vahşiyane” terimi o gün toplum biliminde “uygun bir iş bölümü yapılmamış, hiyerarşisi oturmamış, örgütlenmemiş (teşkilatlanmamış) kitle tepkisi” anlamında kullanılıyordu.
Salih Bey, bir etki karşısında oluşan tepkinin teşkilatlanmadan ayaklanmaya dönüştüğü mesajını veriyor, kıyamın yaklaşık bir yıl erken başlamasından kaynaklanan en önemli eksiğini tarihe not düşüyordu.
Salih Bey, toplum bilimini ciddiye alan bir aydındır; değerlendirmelerini o bilimin ölçülerini de dikkate alarak yapıyor.
Bir işin sorumluluğu onun sebeplerini oluşturanlar üzerindedir. Salih Bey’e göre kıyamda oluşan mağduriyetlerin suçlusu bizzat o günün Ankara hükümetidir. Çünkü hükümet, bu galeyanın oluşacağını bile bile bu etkiyi yapmış, neticesini önceden hesaplayarak bir planlamaya gitmiş ve bu planını uygulamıştır. Kıyamı yapanlar ve onlara katılan halk, suçlu değil, hükümetin eylemlerinin mağdurudur.
KÜRT SORUMLULUĞU ÖNDERİNE YÜKLER
Tarihte ağır acılar yaşamış ve bu acıları iyi bir eğitimle sermayeye, gelecek için birikime dönüştürmemiş bütün toplumlar,
1. İtirazcıdır.
2. İtaat edince mutlak eder.
3. (Ancak) Sonucu ile ilgili sorumluluk yüklenmez.
Bunun için önderlerini sürekli eleştirir, onları büyük hedefler edinmekten alıkoyacak kadar onların eylemlerini plan aşamasında sorgular, ikna olunca harekete geçer ama hareketin neticesi olumsuz olduğunda “önderlerimiz iş bilmedi” der, kendisini vakanın dışına atar.
Salih Bey, bu gerçeğin Kürt toplumu için de geçerli olduğunu biliyor ve bunu mahkemede şu sözlerle ifade ediyor:
“…Şimdi dara gelince şeyhe, ağaya atıyor, herkeste o cesaret-i medeniyet yok ki evet din için yaptım, desin. Kürt de kendinden korkar, ağasının üstüne atıp kurtulacak zanneder.” (2)
Bu gerçeği bilen Şeyh Said ve arkadaşları neden halkın önüne düştüler? Daha doğrusu halkın sadakatine güvenerek mi kıyam ettiler? Asla…
Onlar, imkân-eylem orantısına giderek insanı ürkekleştiren, kendisine düşen rolü yerine getirmekten uzaklaştıran aldatıcı akıldan uzaktılar.
Salih Bey bunu “Siz harfiyen mantıki olmasını istiyorsunuz, bizim öyle bir planımız yoktu” diyerek ifade ediyor.
Böyle davranan sadece Şeyh Said ve arkadaşları değildi. Miladi 20. yüzyılın imkânlar ne olursa olsun karşı koyma esasına inanmış bütün Müslüman önderleri aynı noktadaydı.
İtalyan toplarına karşı mavzerle duran Ömer Muhtar’ın eylemini mantıkla izah etmek mümkün mü? Ya da Bosna’da Müslüman aydınların önce Yugoslavya sonra Sırbistan’a karşı duruşunu… Bosna Müslümanlarının merhum önderi Aliya İzzetbegoviç bu gerçeği “Hepimiz yarım deliyiz, akıllıların içimizde yeri yoktur” sözüyle ifade ediyor.
Onlar, Hz. Hüseyin misali karşı durma vucubiyetine inanmışlardı ve bunun gereğini yerine getirmişlerdi. Onların karşı duruşlarını imkânlarla izah etmeye kalkışmak, onları anlamamaktır. Onları imkânlarının yokluğuna rağmen karşı durdukları için suçlamak ise değerlerine sahip çıkmayı imkânlar ölçüsünde düşünen yanardönerlerin işidir.
BİZDE SİVİL TOPLUM YOK
Sivil toplumun iki tarafı vardır:
1. Sivil toplumun tepkisine değer veren bir yönetim
2. Sivil toplum oluşturabilecek eğitim, kültür, şuur ve sabra sahip bir topluluk
Ne kıyam sırasında sivil topluma inanmış bir hükümet vardı ne de halk bir sivil toplum etkinliği düzenleyebilecek durumdaydı.
Hükümet, kendisine karşı her tür tepkiyi “isyan” olarak görüyor, bastırıyor ve hemen cezalandırıyordu.
Diyarbakır merkezde kısmi bir sivil toplum eskiden beri varsa da çevrede böyle bir sivil toplumu oluşturacak bir düzen yoktu. Salih Bey, bu iki gerçeğin de farkındadır. İdam cezası vermekle görevlendirilmiş İstiklal Mahkemesi heyetinin “Gayr-i müsellah (sivil) bir isyan vukua getirseydiniz daha doğru, daha medeni olmaz mı idi?” sorusuna karşılık bunu ifade ediyor. “Hükümet o isyanı derhal dağıtırdı” diyor. Onun ardından bizim o günkü toplum gerçeğimizi dile getiriyor: “Bizde o intizam yoktur” diyor. (3)
Burada gizli bir gerçek var. Salih Bey gibi büyük bir alim ve aydın, ifadelerini olabildiğince dikkatli kullanıyor. Mesajlarını büyük bir titizlikle kendisinden sonraki nesillere aktarıyor. “İntizam”, “düzenli, düzgün, düzen, çekidüzen” anlamları ile olumlu bir ifadedir. Onun yokluğunu ifade etmek bir serzeniştir, bir şikâyettir, bir dert yanmadır.
Salih Bey’in “Bizde o intizam yoktur” sözü ister Türkçe ister Salih Bey’in şiir yazacak kadar ustası olduğu Kürtçede ifade edilsin, söyleyicisinin kendi halkı için sivil toplumun gerekliliğine duyduğu inancı, özlemi ifade ediyor.
LAİKLER BİZİ ETKİLEYEMEZ
Şeyh Said Kıyamı yaşanırken İstanbul’da sonraki dönemde kendilerine hem Milli Eğitim Bakanlığı hem dönemin Yüksek Öğrenimi teslim edilecek kadar yukarılara çıkmış bir laik Kürt aristokrasisi vardı. Onlar, kendi köşklerinde Kürtler üzerinde edebiyat yapmakla meşguldüler. Milli Eğitim Bakanı olarak atanan adam, Cizre Beylerindendi; Yüksek Öğretime atanan adam da Babanlardandı. Onlar, büyük ailelerin mirasyedileri idi. Onlar, büyük ailelerden gelseler de içinde bulundukları inanç ve düşünce durumları ile halkı etkileyebilmekten çok uzak idiler.
Bir de Diyarbakır’da onlara yakın olan tek tük isim vardı. Diyarbakır, onları biraz daha duyarlılaştırıyor, biraz daha halkın sorunlarına yaklaştırıyordu. Ama bu da onlara halka Şeyh Said gibi Salih Bey gibi önderlik yapma imkânı vermiyordu. O gün halk, kendisine inanç olarak uzak duranı kendi düşünce dünyasından da kendi günlük hayatından da uzak tutuyordu.
Salih Bey, halkı olduğu kadar kulüplerde siyasi faaliyet içinde olan kişileri de iyi tanıyor. Kendisine kıyamdan önce Siverekli Şeyh Eyyüb Hazretleri ile birlikte katledilen Dr. Fuat sorulduğunda onu şahsen tanımamakla beraber “Ben, Dr. Fuat’ın şeriat taraftarı olduğunu nasıl söylerim” der.
Mazlumca katledilen Dr. Fuat, şeriat taraftarı değildir ve madem değildir; Salih Bey’in anlatımıyla “Bizim mülhakatta Doktor Fuat gibi eşhasın zerre kadar tesiri olmaz.”
Sonraki dönemde büyük bir gayretle Kürt muhalefetini laikleştirenler hep bu gerçekle hareket ettiler, onların asla halk üzerinde etkili olmayacağını düşünerek onlara destek verdiler, bununla birlikte İslami hizmetlerin önünü kestiler. Ardından, geçmişte kendi inancına uzak olana uzak duran bir halk yerine kendi inancına uzak durana da yakın duran bir halk zihniyeti oluşturdular, kolay mücadele etmek için kendilerine benzer bir muhalefet meydana getirdiler. Bugün kendi ürettikleri muhalefeti “Kürt siyasi hareketi” diye niteliyor, onunla oturup onunla kalkıyorlar.
ULEMA VE SULEHA
Şeyh Said Hazretleri, halkın önde gelen kesimlerini “ulema, fudala ve ukalâ” diye üç sınıfa ayırıyor: Alimler, fazilet sahipleri ve akiller…Salih Bey de bunu iki sınıfta ifade ediyor: Ulema ve sulahe (Alimler ve Salihler)…
Salih Bey, şekle değil, öze bakıyor. Ona göre bir kişi molla olduğu halde boşboğaz olabilir, sefih olabilir, şayan-i itimat olmayabilir. Kendisine Molla Yusuf adlı kişi sorulduğunda “Boşboğaz bir serseri, hiçbir zaman şayan-ı itimat (güvenilebilecek sıfatlara sahip) değil” cevaplarını veriyor. (4)
Buna karşılık Diyarbakır’dan Nakıp Bekir Bey “Ulema kıyafetinde ve oldukça sulehadır.” Diyarbakır’ın etkin ailesi ve sonraki dönemde olumlu bir çizgi edinmediği ortaya çıkan aristokrat Cemilpaşazade ailesi için ise heyetin ısrarına rağmen Salih Bey “sulaha” yani “salih insanlar” nitelemesi yapmıyor, bundan özenle kaçınıyor. Üstelik Nakıp Bekir Bey’den aldıkları onların Şeriata meyyal oldukları bilgisine rağmen (5) Salih Bey, onları sulehadan saymıyor. Onun için “salih olmak” özel bir konumdur, şeriat yanlısı olmakla insanlar salihlerden olmuş olmuyorlar. Salih olmak, bundan başka şeyler de istiyor.
Salih Bey, halkın önderleri olarak alimleri ve salihleri görüyor. Halkın bir kısmının kültür değişimine uğrayarak üst bir konuma çıkması konusunda ise ne yazık ki umutlu değildir. Bu umutsuzluğu şu şiirine olduğu gibi yansımış:
"Eger çêkî ji bo cehşê kerê ra
Ji zêr afîr, li nêv eywanê kesra
Mu`ellîm be ji bona wî Felatûn
Bibe saqî ji bo wî îbnû Sîna
Tu wî av dî ji yenbû`a heyatê
Di şûna êm bidî wî lewz û xurma
Meke bawer ku dê sahibhuner be
Ewê dîsa wekî bavê xwe ker be
Dema tu wî ji eywanê derînê
Huner nayê ji wî xeynê zirrînê"
(Eşek sıpası için Kisra’nın saraylarında altından yemlik yapsan, ona öğretmen olarak Eflatun’u versen, İbn-i Sina onu sulasa, onu hayat sularından içirsen, yem yerine ona badem ve hurma yedirsen inanma ki eğitilip hüner sahibi olacak, yine babası gibi eşek kalacak, dışarı çıkardığında tek hüneri yine anırmak olacaktır.)
Son söz…Herhalde Üstad Bediüzzaman’ı Salih Bey’den farklı kılan Üstad’ın toplumun her kesiminin eğitilebileceğine inanması idi. Salih Bey, büyük biralim ve aydındır. Üstad ise bununla birlikte büyük bir öğretmendir. Salih Bey, toplumu ne karşılık verirse versin ona seslenmenin gereğine ve kendisini büyük hedefler uğruna feda etmesi gerektiğine inanıyor; bunun gereğini yerine getiriyor. (Belki de büyük bir fedakarlıkla toplumunu şok ederek sarsabileceğini ve değişim çizgisine getirebileceğini düşünüyor.)
Öğretmenliğin başı, toplumun değişebileceğine inanmaktır. Üstad Bediüzzaman, toplumun eğitimle değişebileceğine inanıyor; bütün varlığını feda ederek kendisini toplumu eğitmeye adıyor.
Allah Salih Bey’den, Üstad Bediüzzaman’dan, onları yetiştirenlerden ve onların yolunda gidenlerden razı olsun…
Kaynaklar:
1. Hanili Salih Bey’in mahkemedeki ifadesinden
2. Hanili Salih Bey’in mahkemedeki ifadesinden
3. Hanili Salih Bey’in mahkemedeki ifadesinden
4. Hanili Salih Bey’in mahkemedeki ifadesinden
5. Şeyh Said’in mahkemedeki ifadesinden
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.