Haram'a Götüren Yollar da Haramdır

Haram'a Götüren Yollar da Haramdır

Sedd: Se-de-de kökünden mastar olup lügatte: tıkamak, kapamak, mani olmak, baraj, perde, mânia, rıhtım, set, doldurmak, doğru olan şey, tıkaç, dolgu ve tümsek manalarına gelir.

Sedd-i zerai kısaca; taşan bir şeyin önündeki seti genişletmektir.

Sedd: Se-de-de kökünden mastar olup lügatte: tıkamak, kapamak, mani olmak, baraj, perde, mânia, rıhtım, set, doldurmak, doğru olan şey, tıkaç, dolgu ve tümsek manalarına gelir.

Zerai ise; Ze-re-e kökünden gelen ismi mensuptur. Lügatte; bir şeyi kollamak, genişletmek, hızlandırmak, yaymak, ölçmek, ölçüyü ziyadeleştirmek ve süratlendirmek, tampon, barikat ve perde gibi manalara gelir.

Bu itibarla sedd-i zerai; şer’an memnu (yasak) olan bir şeyin meydana gelişine vesile teşkil eden bütün yolları tıkamak -velev ki bu yasağa götüren yollar ibtidaen mübah bile olsun-tır. Çünkü “def-i mefasid, celb-i menafi’den evladır” kaidesinde olduğu gibi mefsedetin (zararların) def edilmesinin önceliği ve ehemmiyeti toplumların içtimai hayatının selameti için zaruridir. Binaen aleyh insanın, şer’an memnu (yasak) olan herhangi bir şeye saik olacak şeylerden sakınması icap eder. Haddi zatında o şeyler doğrudan yasaklanmış olmasa da bilahare yasakların işlenmesine yol açacağından (vesile olacağından) dolayı onların önüne de bir barikatın kurulması gerekir.

Bu kaide Maliki Mezhebinde şer’i delillerden olarak kabul edilmektedir. Sair bazı mezahib uleması tarafından fıkhi kaidelerden külli bir kaide olarak kabul edilmiştir.

Şer’an sarih nass ile yasaklanmış olan bir şeyi yapmak haramdır. Onu yapmamak ise farzdır. Yine yasaklanmış olan bir şeyin işlenmesine vesile olan amel dahi haramdır. Dolaylı olarak vesile olan amel-mübah dahi olsa- tahrimen mekruhtur, bu ameli terk etmek suretiyle asıl haram olan şeyden kaçınmak ise vaciptir. Zira harama-doğrudan veya dolaylı- vasıta olan şeylerden kaçınmamak haram işlemeyi kaçınılmaz kılar.

İslam toplumunun haramlardan salim yaşayabilmesi için bütün fertleri sadece haramı işlememek değil, harama vesile olacak olan tüm yollardan ve amellerden uzaklaşmak zorundadır. Toplumun ıslahı ve selameti de ancak bu şekilde mümkün olur.

Bundan dolayıdır ki, İslam haram (ve kötü) olan şeyleri belirtip onların işlenmemesini emrederken aynı zamanda onlardan uzaklaşmayı da emretmektedir. Kur’an-ı Kerim’de Allah(cc): “Ey iman edenler! İçki, kumar, (tazime mahsus) dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun için bunlardan kaçının ki kurtuluşa (muradınıza) eresiniz “ [1] diye buyurmaktadır.

Ayet-i kerimede geçen “fectenibu” lafzı işlemekten ibaret olan emir değil, çekinmek, sakınmak, uzaklaşmak ve uzak durmak manalarını kapsamaktadır. Ayrıca haramların işlenmemesi için onların yapılmaması ile beraber daha önceden o haramlara yaklaşılmaması emir olunmaktadır. Zinayı yasaklayan ayetlerin birinde zikrolunduğu gibi.

Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: “Zinaya yaklaşmayın, çünkü o, şüphesiz bir hayâsızlıktır, kötü bir yoldur” [2] diye buyrulmaktadır.

İslam nizamı, insanlık âleminin itikadi, ameli, siyasi, hukuki, içtimai ve sair bütün hayati sahalarda saadet ve selametinin sağlanmasını hedefler. Bütün özellikler ve mevcudiyeti ile insanı yaratıp ona hayat bahşeden Allah(cc)’ı insanlığın dünya ve ahiret hayatını saadet veya şekavete sürükleyecek olan her şeyi bilip belirlemiş ve kurtuluş yolunu vahiy edip peygamberleri vasıtasıyla insanlığa tebliğ ve ilan etmiştir. İnsanın maddi ve manevi hastalıklarını, zaafiyetini, aceleciliğini, hırsını, nefis ve şeytan karşısındaki durumunu bilip kurtuluş reçetelerini sunmuştur. İnsanda mevcut olan behimi nefsin (nefsi emmarenin) kötülüğe meyyal olup onu emrettiği Allah(cc) tarafından bildirilmektedir.

Yusuf (as)’un dilinden Kur’an-ı Kerim’de bu ilahi hakikat:

“(Bununla beraber) ben nefsimi tebrie etmek (temize çıkarmak) istemem (hiç günaha meyil etmez diye iddia etmem). Çünkü nefis, olanca şiddetiyle kötülüğü emredendir. Muhakkak, meğer ki Rabbimin esirgemiş bulunduğu (bir nefis) ola. Zira Rabbim çok yarlıgayıcı, çok esirgeyicidir” [3] diye buyrulmaktadır.

Her günah bir hastalık mikrobudur. Alenen işlenmeğe başlandığında ise, bulaşıcı virüs halini alır ki bu hal devam ederse toplumların ifsadına ve helakine sebebiyet verir. Bu nedenle günahların meydana gelmesinden önce önleyici tedbirlerin alınması vaciptir. Mesela zinanın toplumsal tefessüh ve uhrevi haserata sebep olduğuna inanılmasının şart olduğu gibi, ona sebebiyet veren kadın ve erkek arasındaki laubalilikten, halvetten, mahrem azaların teşhirinden, müstehcen sözlerden, göz zinasından, bunlara vesile olan her türlü basın-yayın organlarının etkisinden, haremlik-selamlığa riayetsizlikten, zaruret haricindeki muhataplaşmalardan ve namahremlerin birbirlerine karşı her türlü cazibelerden gözünü, kulağını, dilini ve kıyafetini dahi nefsi yakınlığa götürecek olan temayüllerden sakınması vaciptir. İşte zinaya karşı sedd-i zerai bu gibi tedbirleri zorunlu kılmak demektir.

Allah(cc)’ın bütün emirlerine itaat ve bütün yasaklarından içtinap bunu gerekli kılar. Bu duruma riayet etmeyen fert ve toplumlar dünya ve ahirette hüsrana uğrarlar.

Allah(cc) Kur’an-ı Kerim’de bu hakikati beyanla;

“Artık onun emrinden uzaklaşıp gidenler kendilerini (dünyada) bir fitne (ve bela)ya çarpmasından yahut (ahirette) onlara pek acıklı bir azap (gelip) çatmasından çekinsinler”[4] diye buyurmaktadır.

İbadetlerin ifası için basamak olan gerekli vasıtalar ibadet hükmünde vacip olduğu gibi haramların işlenmesine basamak olan vasıtalar da haramdır. Hatta “def’i mefasid, celb-i menafiden evladır” kaidesine göre önce harama götüren sebeplerin terki gerekir. Yukarda izahına çalıştığımız, zinadan kaçınma meselesinde Allah Resulü(sav)’nün bir hadis-i şerifi bu hususa daha da bir açıklık getirecektir. Okuyalım:

“Ebu Hureyre(ra)’den merfuan yapılan rivayette; “Hz. Peygamber(sav) efendimiz buyurdular ki: ‘Âdemoğlunun zinadan (şu hususlardan da) nasibi yazılmıştır. Ona ulaşır. Gözlerin zinası bakmaktır. Kulakların zinası dinlemektir. Dilin zinası konuşmaktır. Ellerin zinası (uzanıp) tutmaktır. Ayakların zinası adım atmaktır. Kalp ise bu gibi (kötü) şeyleri sever ve temenni eder”[5] diye buyurmuşlardır.

Harama götüren sebepler terk edilmeden ve önceden tedbir alınmadan haramlardan kurtulmak imkânsız denecek kadar zordur. Mesela; şarap, alkollü içkiler ve uyuşturucu gibi sarhoşluk veya bağımlılık yapan maddelerin üretimi, taşınması ve ticaretinin serbest olduğu bir toplumda, fertlerin bu gibi zararlı maddelerden korunmasını ve bunlara alışmamasını beklemek akıl kârı değildir.

Haramın sadece fiilen işlenmesi değil ona bakmak dahi kalpte haramlara karşı bir aşinalık, sevgi ve alışkanlık vücuda getirdiğinden, Allah(cc) harama bakmayı da yasaklamıştır. Nitekim bir ayet-i kerimede Allah(cc);

“Mümin erkeklere söyle: gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu kendileri için çok temiz(bir hareket)’dir. Şüphesiz ki Allah, (kullarının ne) yapacaklarından hakkıyla haberdardır. Mümin kadınlara da söyle: gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, ziynetlerini açmasınlar”[6] diye buyurmaktadır.

Okumuş olduğumuz bu ayetlerde meselenin ehemmiyetine binaen Mü’min erkek ve Mü’min kadınlara ayrı ayrı uyarıda bulunulması emrolunmuştur. Harama göz ile bakmak ve ziynetlerinin (ziynet yerlerinin) açılması da kalpleri harama teşvik etmek durumunda olduğu için mezkûr görüş ve gösterişler dahi haram kılınmıştır. Toplumda ahlaki temizlik ancak harama temayüllerden uzak durmakla mümkün olur. Aksi takdirde haramlardan böylece sakınmamakla içtimai mefsedet ve toplumsal tefessüh (kokuşmuşluk) meydana gelir. Böyle bir toplumda ise huzur, saadet ve şeref olmaz. Bu kokuşmuşluğa müsaade ve müsamaha gösteren, hatta teşvik eden sistemler de mel’un ve merdut sistemler olur.

Sedd-i zerainin vücubunun bir yönü de fert ve toplum olarak amel, ef’al ve ahvallerde şüpheli şeylerden kaçınmaktır. Çünkü şüpheli şeyler de harama davetiye çıkaran ve haramın işlenmesine vesile olan amellerdendir.

Bu hususta Hz. Peygamber(sav) efendimiz bir hadis-i şeriflerinde:

“Numan b. Bişr(ra)’den mervidir. Dedi ki; ‘Resulullah(sav)’tan işittim (şöyle) diyordu; ‘muhakkak ki helal apaçıktır ve muhakkak haram da apaçıktır(açıklanmıştır). Ve (bu) ikisi arasında şüpheler (şüpheli şeyler) vardır ki, insanlardan çoğu onları bilmez. Her kim şüpheli şeylerden sakınır(kaçınır)sa dinini ve ırzını temize (selamete) çıkarmış olur. Her kim de şüphelilere girerse (şüpheli şeyleri işlerse) haramın içine düşmüş olur”[7] diye buyurmuşlardır.

Şüpheli şeyler insanı iki şekilde harama sürükler. Birincisi, nefis ve şeytan; şüphelerle insanı günaha yöneltir. Hakkında kat’i delilin bulunmamasından dolayı heva-i nefsi galeyana getirip insanı aldatma yoluna giderek harama sürükler. İkincisi de; şüphelilerle su-i zannın yolunu açıp günaha sevk eder ve insanı aldatır. Zaten onun görevi bu gibi zaaflardan istifade ederek insanın ahvalini ifsad etmektir. Çünkü zannın çoğu günahtır.

Sedd-i Zerai’den en önemli husus insanın zulme meyil etmemesidir. Zulüm geniş bir kavram olup, hududullahı aşmanın her türlüsüne denir. İçtimai ve siyasi olarak umum-u ümmeti ilgilendiren bir husus olarak da “Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir”[8] diye buyrulan kavli ilahide ifade olunan mana; Allah(cc)’ın hükümleri mahz-ı adalettir. Bu hükümleri terk etmek fısk, başka (beşeri) hükümler küfür olduğu cihetiyle hükmetmek ise zulmün ta kendisidir. Bu durumdaki zalimlerden adalet beklemek onları alkışlamak, onlara yardımcı olmak ve itaat etmek ise zalimlere meyletmek olur ki, bu durum Allah(cc) tarafından yasaklanmıştır.

Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de;

“Bir de zulmedenlere meyletmeyin. Sonra size ateş çarpar. Zaten sizin Allah’tan başka yardımcılarınız yoktur. Sonra (Ondan da) yardım göremezsiniz”[9] diye buyrulmaktadır.

İnsanın maddi ve manevi mevcudiyetini bütün zerratıyla bilip onların bütün hayat ve istikametinden ve de ahval ve ef’alinden hatta kalplerinden geçen her şeyden haberdar olan yüce Allah, insanlığa faydalı ve zararlı olan her şeyin yolunu bildirmiş, zararlardan arınmanın ve faydalardan istifade etmenin yol işaretlerini ve haritalarını telkinle eşsiz hidayet nizamını nazil kılmıştır. Bunun dışında insanları, dünyevi ve uhrevi saadete ve selamete erdirebilecek hiçbir nizam ve alternatif sistem yoktur.

Genel bir kaide olarak, sedd-i zerai vaciptir. Özellikle tağuti sistemlerin hâkimiyeti, toplumun cehaleti ve batıl kültürlerin istilası ile şeytan ve nefsi emmarenin güç birliği yaptığı bir zamanda ve mekânda sedd-i zerainin ikamesi bütün Müslümanlar üzerinde büyük bir mesuliyet ve zorunlulukla gereklidir. Çünkü sedd-i zerai, İslam ahkâmının hâkimiyet kapsamındadır. Bu itibarla sedd-i zerai, sadece hukuki değil, bütün Müslümanların ferdi ve içtimai hayatlarındaki karşılaşacakları tüm menhiyatın önüne konulması gereken engellerdir. Tıpkı sel taşkınlarının çok yoğun olduğu mevsim ve yerlerde barajların kat kat tahkim ve takviye edilmesi gerektiği gibi. Zira haram selleri, isyan derelerinden günah fosillerini götürüp cehennem çukurlarına dökerler. Buna karşı tedbir elbette ki vaciptir.

İnzar Dergisi

İslam Kuran Haberleri

[1] Maide:90

[2] İsra:32

[3] Yusuf: 53

[4] Nur: 63

[5] Buhari

[6] Nur: 30-31

[7] Buhari; 52, Müslim; 1599 Riyazüssalihin Syf; 201, had. No: 588

[8] Maide: 47

[9] Hud: 113

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.