Hayâ (utanma)
Hayâ etmeyen ve utanmayan kimse, hayâ sahibi bir kişinin emsalinden sakındığı tüm çirkinliklerden dilediğini yapar, fuhuş ve kötülüklere dalıverir.
Ebu Mes’ud Ukbe b. Amir el-ensari (ra)’den Allah Resulü aleyhisselatu vesselam’in şöyle dediği rivayet edilmiştir.
“Önceki geçmiş peygamberlik sözlerinden insanlara ulaşmış olanlardan birisi de “Hayâ etmediğin zaman dilediğini yap” sözüdür. (Buhari)
Ebu Ubeyd Kasım b. Selam ve İbni Kuteybe (ra) gibi âlimler bu sözün manası için şöyle demişler: “Yani hayâ etmeyen ve utanmayan kimse, hayâ sahibi bir kişinin emsalinden sakındığı tüm çirkinliklerden dilediğini yapar, fuhuş ve kötülüklere dalıverir. Zira kötülüklerden alıkoyan “Hayâ”dır.”
Ebu-l Abbas’ın da içinde bulunduğu bir cemaatte: “Utanmıyorsan dilediğini yap. Allah (cc) mutlaka yaptıklarının cezasını verecektir” demişler.
Ebu İshak el-Mervezi eş Şafii’nin içinde bulunduğu bir cemaat ise şöyle demişler: “Yapmak istediğin şey ibadet, güzel ahlak veya edep ve terbiye sınırları dâhilinde olup Allahu Teala’ya ve insanlara karşı mahcubiyeti gerektirmeyen şeylerden ise o zaman dilediğini yapabilirsin.” (Zira İslam’ın da insanlardan istediği budur.) (Camiul Ulum vel hikem)
Hadis-i Şerifimiz, yukarıda birbirini destekleyip tamamlayan üç görüşle açıklanan sözün peygamberlik mirası olduğunu beyan ederek önemine işaret etmiştir.
Yani bu söz öyle mübarek, öyle büyük ve önemli bir sözdür ki Resulullah aleyhisselatu vesselam’den önce gelip geçmiş Peygamberler bu sözü ümmetlerine miras bırakmışlar ve bu ümmetin ilk nesline ulaşıncaya kadar insanlar bu sözü dilden dile, nesilden nesile ve asırdan asra peygamberlerinin mirası olarak birbirlerine devredip emanet etmişler. Çünkü bu söz, insanı insan eden hayânın önemini, insanı hayvandan aşağı düşüren hayâsızlığın vahametini ve hayâsız insanın ne derece muzır ve tehlikeli olduğunu beyan eder.
O halde bu denli önem arz eden hayânın ne olduğuna bakalım. Sözlükte utanma ve sıkılma duygusu anlamına gelen hayâ, İslam’da dinen çirkin ve kötü olan şeylerden sakınmaya ve hak sahibinin hakkında kusur etmemeye sevk eden bir seciye, bir ahlaktır. (D.Falihin)
Hayâ iki kısımdır:
1-Psikolojik yani yaratılıştan gelen hayâdır. Bu kısım hayâ cibillidir. Allah Teala’nın kuluna bahş ettiği ve onu üzerinde yarattığı en yüce ahlaktandır. Zira bu ahlak çirkinlikleri işlemekten, kötü ahlaktan alıkoyduğu gibi güzel ve yüksek ahlaka da teşvik eder. İşte bunun için Allah Resulü aleyhisselatu vesselam : “Hayâ ancak iyilik getirir” (Buhari) ve “Hayâ tamamen hayırdır. Veya Hayâ hayrın tamamıdır” (Müslim) diye buyurmuştur.
2-İmanın vermiş olduğu günahlara karşı çekingenlik duygusu olan hayâdır. Yani Allah Teala’yı hakkıyla tanımak, onun azametini, kullarına yakın olduğunu, tüm yönleriyle onlardan haberdar olduğunu, hal ve hareketlerini görüp gözettiğini, hain gözleri ve kalplerin gizlediklerini bildiğini inanmak vesilesiyle kazanılmış olan hayâ… Bu kısım hayâ kesbidir. (çalışma yoluyla elde edilmiştir.) İmanın en yüksek hasletlerinden hatta “ihsan makamı”nın en yüksek derecelerindendir. Bu kısım hayâya dair Resulullah aleyhisselatu vesselam şöyle buyurmuştur:
“Hayâ imandandır, iman da cennette götürür, hayâsızlık ise cefadandır, cefa da cehenneme götürür.” (İ. Ahmet, Tirmizi)
“Her dinin bir tabiatı vardır. İslam dininin tabiatı da hayâdır” (İmam Malik, İbni Mace)
“Hayâ ile iman arkadaştır biri ortadan çekilince diğeri de çekilmiş olur.” (Hakim, Taberani)
“İman altmış kusur şubedir, hayâ da imanın bir şubesidir.” (Buhari)
Evet, hayâ imanın diğer şubelerini de tekeffül ettiği için imanın büyük bir şubesidir. Zira hayâ sahibi bir insan her iki dünyada ayıpların ortaya çıkmasından korktuğu için tüm masiyetlerden sakınır ve tüm emir ve ibadetleri imtisal eder. İman da (bir yönüyle) emirleri yerine getirmek ve yasaklardan uzak durmaktan ibarettir. İşte bunun için hadis-i şerifte imanın şubelerinden sadece hayâ zikredilmiştir. (D. Falihin)
Hayânın en yüksek mertebesi Allah Teala’dan hayâ etmektir. Bu da Allah Teala’nın kişiyi nehyettiği, bir durumda görmemesidir.
Abdullah b. Mes’ud (ra) Resulullah aleyhisselatu vesselam’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Allah (cc)’dan hakkıyla hayâ ediniz.” Bunun üzerine biz dedik ki: “Ey Allah’ın Nebisi! Allah’a hamd olsun- biz zaten Allah'tan hayâ ediyoruz” buyurdu ki “Böyle değil. Allah’tan hakkıyla hayâ etmek, kafayı ve kafanın kapsadıklarını, karnı ve karnın ihtiva ettiklerini korumandır, ölüm ve çürümeyi hatırlamadır. Ahireti dileyen dünya süsünü terk eder. İşte bunu yapan Allah'tan hakkıyla hayâ etmiştir.” (Tirmizi)
Bazen de hayâ, Allah-u Teala’nın nimetlerini düşünürken karşılığında gereken şükrün yapılmadığını görmekten doğar. Kısacası; kişi hayâ duygusundan yoksun olunca günahlara karşı çekingen değil cesaretli olur. Artık onu çirkinlikleri yapmaktan ve kötü huylara bulaşıp dalmaktan alıkoyacak bir şey kalmaz. Böylece imanı yokmuş gibi bir duruma girer. (Cami’ül Ulum vel hikem)
Hayâ ise peygamberlik mirasıdır, imanın belirtisidir, insanları kötülükten alıkor. Bu nedenle sağlıklı bir toplum için utanma duygusuna sahip insanlar yetiştirme gereği vardır. (Tec. Sarih. Muh. Tercemesi)
Efendimiz aleyhisselatu vesselam bu konuda şöyle buyuruyor: “Hayâsı olmayanın imanı da yoktur.” (İbni Hiban)
“İman bir şeye girdimi mutlaka onu güzelleştirir, fuhuş da bir şeye girdi mi mutlaka onu çirkinleştirir.” (İbnu Mace-Tirmizi)
“Ya Aişe! Şayet hayâ insan olsaydı salih bir insan olurdu. Fuhuş da insan olsaydı kötü bir insan olurdu” (Taberani)
Hayatın tüm safhalarında örnek olan Efendimiz aleyhisselatu vesselam elbette ki hayâ konusunda da bize en güzel örnektir. Mübarek sözleriyle ‘hayâ’yı tarif edip önemini beyan ettiği gibi davranışlarıyla da en güzel şekilde bunu bilfiil bize göstermiştir.
Ebu Said el Hudri (ra) anlatıyor:
“Resulullah aleyhisselatu vesselam perdesinin arkasına çekilen bakire kızdan daha utangaç idi. Hoşlanmadığı bir şeyle karşılaşınca (hayâsından ötürü bunu dile getirmezdi) biz ancak bunu onun yüz (renginin değişmesinden) tanırdık”. (Buhari-Müslim)
Buraya kadar anlatılanlardan da anlaşıldığı gibi:
Ferdin ve toplumun dünya ve ahiret huzurunu hedefleyen İslam dini, huzurun temel taşlarından olan ‘hayâ’ya gereği gibi önem vermiş ve tüm Müslümanları bu konuda teşvik etmiştir. Ta ki İslam toplumunda bulunan her ferd birer hayâ timsali olmakla hem Allah (cc), hem de kulları nezdinde yüksek seviyeli ve gerçekten medeni olan bir toplum meydana gelsin. Zira ‘Hayâ’ medeniyetin ta kendisidir. Hayânın yer edinmediği toplumda medeniyetten söz edilemez. Hayânın bulunmadığı toplumda huzur yok, mal, can ve namus emniyeti yoktur. Böylesi toplumlarda kargaşa vardır, korku ve endişe vardır.
Aynı şeyleri aile için de söyleyebiliriz. ‘Hayâ’nın hâkim olduğu ailede huzur ve düzen vardır. Hayâsızlığın hüküm sürdüğü ailede ise huzursuzluk ve düzensizlik hâkimdir. Bunun aksi pek nadirdir.
İşte bu nedenle insanlığın dostu olan peygamberler (aleyhümüsselam) ve gerçek insanlık olan İslamiyet ‘hayâ’yı teşvik edip hayata tatbik etmek istemişler, buna karşı insanlığın ilk düşmanı olan Şeytan, şeytanın dostları ve insanı canavarlaştıran küfür de hayâsızlığı son derece teşvik ederek yaymaya gayret etmişlerdir.
Ve tarih boyunca bu devam edegelmiştir. Zira şeytanın Rabbine başkaldırması ilk ve en çirkin hayâsızlık örneğidir. Kabil’in bir peygamber olan babasına dolayısıyla Allah'a karşı çıkması ve kardeşini öldürmesi hayâsızlıktır ve hayâsızlığı sürdürme ve yayma gayretidir. Ve hakeza…
Günümüzde şeytanlaşmış kâfirler, özellikle İslam âleminde hayâsızlığı yaymak için oldukça gayret sarf ediyorlar. Öyle ki hayâsızlığı bir ‘Deccal sofrası’ gibi sermişler. Türlü oyun ve hilelerle Müslümanları davet ediyorlar. Bazen de oyuna getiremediklerine fırsat buldukça bilfiil müdahale edip saldırıyorlar.
O halde Müslüman’ın görevi, İslam’ın öğretisi olan ‘hayâ’ya sımsıkı sarılıp hayatının tüm safhalarına yerleştirmek, çevresindeki insanlara ve sonraki nesillere gayret ve şevkle aktarmak, öğreterek sahip çıkmak ve küfrün oyunlarına karşı uyanık olmaktır.
Bu nedenle her Müslüman:
-Allah-u Teala’nın tüm emir ve yasaklarına harfiyen uymak,
-Yalandan, hile ve sahtekârlıktan uzak durmak,
-Sözlerine dikkat ederek ve nerede, kime karşı, neyi nasıl söyleyeceğini iyice hesap ederek konuşmak,
-Büyüklerine karşı saygı ve hürmette kusur etmemek,
-Kılık kıyafetinin, hal ve hareketlerinin İslam’a uygun olduğuna dikkat etmek vs gibi durumların, hususiyetlerin imanın bir şubesi olan hayânın tezahürlerinden olduğunu bilmeli ve hayatını ona göre yönlendirmelidir.
Aynı şekilde hayânın kendisine daha çok yakıştığı her Müslüman kadın da:
-Kâfirlerin şiddetle nefret edip karşı oldukları tesettüre sımsıkı sarılmayı,
-Yetiştirdiği kız çocuklarını da bu şekilde giydirip terbiye etmeyi,
-Ulaşabildiği her yerde bunu dile getirmeyi,
-Sesine dikkat ederek ihtiyaç olmadığı sürece yabancı erkeklere sesini işittirmemeyi ve buna benzer davranışları birer meziyet bilip iffetin ve hayânın gereklerinden olduğuna inanarak hayatında uygulamalıdır. Şunu da iyi bilmeli ki, “Kadınlardan hayânın kalkması kıyametin alametlerindendir.” Ve hayâyı yaşayarak yaşatarak hep beraber “Tükürelim küfrün o hayâsız yüzüne”…
‘Hayâ süsü’yle süslenenlere selam olsun. Büyük Çeçen komutan Şamil Basayev’i katleden hayasızlara Yüce Allah (cc) lanet etsin. “Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin; hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz.” (Bakara: 154)
Rabbim bizi gerçek hayâ sahiplerinden kılsın. (Âmin)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.