Hayırlı bir evlat mıyız?
Ailenin en sağlam, kurucu ve kollayıcı unsurlarının başında evin reisi olan baba gelir. Onun üzerinde bulunduğu hal ailenin diğer fertlerine de yansır.
Ailenin en sağlam, kurucu ve kollayıcı unsurlarının başında evin reisi olan baba gelir. Onun üzerinde bulunduğu hal ailenin diğer fertlerine de yansır. Eş ona göre şekil alır, çocuklar onu taklit eder. Onun sağlıklı bir kişilik ve yapıya sahip olması demek eşin ve çocukların da sağlıklı bir yapıya bürünmesi manasına gelir. O halde iyi bir baba nasıl olmalı sorusuna cevap bulmamız gerekiyor. Bir aile reisi olarak babanın eşine ve çocuklarına karşı olan sorumluluklarını irdelemeden önce, baba olan oğulun öncelikle anne ve babasına karşı olan sorumluluklarına değinmek isteriz. Öyle ya Rabbimiz Lokman Suresi 14. Ayeti Kerimede kendisinden sonra anne ve babaya teşekkür edilmesi gerektiğini açıkça beyan ediyor: “Bana, anne ve babana şükret...”
Niye şükredelim? Önce anneden başlayalım. O değil mi ki, bizi karnında dokuz ay taşıdı. Bizi taşıdığı için türlü türlü sıkıntılar çekti. Kimi zaman yemekten oldu. Kimi zaman dayanılmaz ağrılar onu bezgin hale getirdi. O bu haldeyken de evin içinde gerektiği gibi hizmet etmeyi ihmal etmedi. Şimdilerde işler daha teknik hal edilse bile, o her türlü sıkıntıyla ailenin sıcaklığını muhafazaya çalıştı. Sonra biz geldik dünyaya, bin bir türlü zorluk ve meşakkatle, geceler uykusuz geçmeye başladı. Süt ver, altını değiştir, karın ağrısını gider, aşısını yaptır, uyut vs. vs. Gün geçtikçe büyüdük. Bize nazlı bir çiçek gibi baktı. Elimize diken battığında kahrolur, gözlerimizden akan birkaç damla yaş onun yüreğine kor olarak inerdi. Bizim annelerimiz inancı uğruna da zorluklara katlandı. Kimi zaman vefat eden evladını toprağın bağrına gönderdi. Kimi zaman da Yusuf’un hasret yüklü duvarlarına uğurladı. Onlar inançlıydı. ‘Oğlum namazını kıl, orucunu tut. Cehennem var, azap var, kendine yazık etme’ der durur, bizleri ahiretin varlığıyla kuşatıcı bir yolculuğa hazırlardı. Büyüdük serpildik, evlenme yaşına geldik. Başka bir telaş sardı annemizi. Evladını gelin verecek veya gelin sahibi olacak. Artık gözler münasip bir eş aramada. Hayırlı bir gelin veya hayırlı bir damat. Annenin sorumluluğu büyük çapta bu hayırlı işle son bulmuştu. Özetle anne işte budur.
Peki babamız? Gece gündüz, sırtında dünyanın yükü ile evine helal bir lokma kazandırmaya çalışmadı mı? Eşi ve evlatları için onun bunun kahrını çekmedi mi? En zorlu karlı-kışlı günlerde çarşı pazarlarda akşam evine sorumluluğunu yerine getirmiş bir baba olarak dönmedi mi? O kimi zaman evladını tıpkı annesi gibi toprağa hediye etti. Kimi zaman da uzun yıllar sürecek ayrılık hasret nağmelerini içine döktü. Anne gibi duygularını açmadı, ama o yüreğini hasret darağaçlarında sessizce mahkum etti. O kimi zaman okumasını bilmese de evlatlarının Rabbinin kitabını tanıması için, ‘Eti senin kemiği benim’ deyip hocanın dizinin dibine oturttu evladını. O da hayır kapısı kapanmayacak üç güzel hasletten biri olan salih evlat bırakma bahtiyarlığını yakalamış oluyordu. İşte kimi istisnalar olsa da bizim anne ve babalarımız özetle böyle idiler.
O halde böyle zorluk ve meşakkatlerle bizi dünyada büyütüp ahiretimizi de kazanmaya vesile olan anne ve babalarımıza karşı bizim de sorumluluklarımız vardır. O sorumluluklarımızın çerçevesini de şüphesiz ki en güzel bir şekilde Rabbimiz ve Onun Sevgili Peygamberi (sav) çizmektedir:
“Rabb’in, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.” (Lokman: 23-24) İbn Ömer (ra) bu ayet-i kerimeyi şöyle tefsir etmiştir: “Anne ve babaya hitap ederken, ‘babacığım, anneciğim’ denilmelidir.” Ata b. Ebu Rebah (ra) ise; ‘Onların yanında konuşurken, gözü onlara doğru çevirmeden, kendilerine dik dik bakmadan konuşmalıdır, “ demiştir. Mücahid (ra) de şöyle demiştir: “Anne babanızı isimleri ile çağırmayınız. Onları yalanlamayınız. Onlarla yumuşak konuşunuz. Onlara boş söz söylemeyiniz.” Hasan-ı Basri (ra) “... ‘öf’ bile deme...” ayeti hakkında ‘Annen ve baban senin yanında iyice ihtiyarlayıp lazımlık tutunurlarsa ‘öf’ deme, kendilerini azarlama ve def-i hacette bulunduklarında burnunu tutma! Çünkü sen küçükken onlar senden iğrenmiyorlar ve burunlarını tutmuyorlardı...’ Son olarak Süfyan b. Uyeyne “Bana ve anne babana şükret...” ayeti hakkında: “Kim beş vakit namazı kılarsa yüce Allah’a şükretmiş olur. Kim de beş vakit namazın peşinden anne babasının affı için dua ederse onlara teşekkürü yerine getirmiş olur.”
Peygamber Efendimiz (sav): ‘Allah Tealanın rızası, anne ve babanın rızasındadır. Allah Tealanın gazabı, anne ve babanın gazabındadır” buyurmuştur. (Buhari, Edebü’l-Müfred: 2, Tirmizi, Birr, 3.)
Daha bir çok Ayet-i Kerime, Hadis-i Şerif ve alimlerimizin görüşlerinde anne babaya karşı olan sorumluluklarımız en güzel bir şekilde izah edilmiştir. Yeri geldikçe onlara da yer vereceğiz inşallah. Onları Allah rızası için, bize harcadıkları emeğin hakkı için sevecek, sayacağız. Onlara şefkat ve merhamet kollarımızı sonuna kadar açacağız. Evimizde çocuklarımızla beraber anne ve babamızla kalıyorsak onların hakkını ihlal etmemeli, eşlerimizin de onlara karşı şefkat ve merhametle davranmaları hususunda hassas davranmalıyız. Onları kendi anne ve babaları gibi kabul etmeleri ve öylece davranmaları Allah’ın rızası muvafık olacaktır inşaallah.
Selam ve dua ile
İnzar Dergisi
Kaynaklar:
İbn-i Kesir, Tefsir, 5/2082
Kurtubi, el-Cami’, cüz 24, s.61.
Aile Saadeti-M.S.Erol
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.