Yusuf ARİFOĞLU
Her şeyden önce aile
Bu haftaki yazım için kafamda bir konu şekillenmişti. Yazımı yazacağım esnada gelen bir paylaşım üzerine kararım değişti. Bu paylaşım bir ‘imza kampanyası çağrı’sıydı. “Âile Yıkan Yasalar Kalksın, İstanbul sözleşmesi ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği İptal Olsun!” başlıklı bu çağrı neredeyse toplumun tamamını özellikle Müslüman birey ve aileleri ilgilendiren bir çağrıydı; çünkü 6284 nolu yasanın aile yapımıza yerleştirilmiş bir dinamitten farkı yok!
Türkiye Aile Meclisi’nin 12 Mart 2019 tarihli beyanatını da içeren bu çağrı ile şu gerçeği bir kez daha idrak ediyoruz ki;
Dağılan aileler, yıkılan yuvalar, nikâhlı ama yaşı küçük diye zani suçlamasıyla cezaevine atılanlar, kadının ifadesini esas alan düzenlemeden sonra şiddet iftirasına uğrayan eşler, ötelenen evlilikler ve boşanan eşlerin nafaka üzerinde yaşadıkları problemler bu yasanın vahim sonuçlarıdır. Bunu bilmeyenimiz de yok! Bu konu birkaç yıldan bu yana önemli bir gündem ve çözüm bekleyen bir sorun yumağı olarak önümüzde duruyor.
Türkiye’nin Mayıs 2011’de imzaladığı ve Ağustos 2014’ten bu yana yürürlüğe koyduğu İstanbul Sözleşmesi bize 6284 gibi yasal bazı düzenlemeler ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği gibi projelerle dayatılıyor. Uygulamaları yönüyle insana, insanlığa, İslam’a ve geleceğimize düşman konumu üstlenen bu proje, kadına yönelik şiddet meselesinden, yeni bir tür “kadın sömürüsü” üretmektedir.
Timsah gözyaşları tarzında olan bu sömürü yakın zamanda şiddeti erkeğe, çocuğa, aileye ve tüm topluma yöneltecek bir tarzdadır. İstanbul sözleşmesi olarak bilinen meşum sözleşmeyle “kadınlara eşitlik” sloganı altında yaratılıştan gelen biyolojik kadınlık ve erkeklik gibi cinsiyetleri kabul etmemek; lezbiyenlik, gaylik, biseksüellik ve translık gibi sapkın eğilimleri Toplumsal Cinsiyet Eşitliği adı altında meşrulaştırmak amaçlanmaktadır.
Erkek olmak, aile ve çocuk merkezli beraberlik bu yaklaşım içinde patolojik, hastalıklı bir hal olarak görülmekte ve “erkeğe karşı ayrımcılık, ayrımcılık olarak değerlendirilmemektedir. Aslında bu projeye emperyalizmin “Ailesiz Bir Toplum Oluşturma Projesi” de diyebiliriz; Çünkü bu çerçeve ‘erkeğe zulmederek onu kadından uzak durmaya, erkek kadın arasında rekabet ilişkisi yaratarak aile içi huzursuzluğa ve boşanmaları körüklemeye, toplumu sapkın ve çocuksuz ilişki modellerine’ yönlendirmektedir. Sonuç olarak da bir nüfus kontrol mekanizması inşa etmeye çalışmaktadır. Yakın zamanda onlarca örneğine şahit olduğumuz gibi nikâh, aile kurma ve çocuk yapma niyeti taşıyan erkekler çok ağır cezalara çarptırılmakta ve böylece toplum evlilikten uzak durmaya zorlanmaktadır.
Macaristan, Bulgaristan ve Rusya gibi Müslüman olmayan ülkeler dahi “İnsanlar ya erkek ya da dişi olarak doğarlar; toplumsal olarak kurgulanmış cinsiyetten söz etmeyi uygun bulmuyoruz. Her ülke kendi geleneksel aile modelini ve her çocuğun bir anne ile bir babaya sahip olma hakkını savunma hakkına sahiptir.”, “Bu sözleşme zehirli meyve içeren güzel bir şeker gibi; içinde tehlikeli metinler var.” ve “Bizim için aileyi korumak önemlidir. Birkaç psikolojisi bozuk hanımefendiyi tatmin etmek için aile kurumunu yıkamayız. Henüz çocuk yetiştirmek için aileden daha uygun bir ortam bulabilmiş değiliz.” Gibi yaklaşım ve tespitlerle bu sözleşmeyi kabul etmediler ve reddettiler.
Bir yönüyle ensest, pedofili ve akla hayale gelmeyen bambaşka sapkınlıklara kadar varan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikalarının, Türkiye gibi Müslüman bir toplumda hayata geçirilmesi çok manidar değil mi?
Aslında bu proje, 12 Eylül, Gezi olayları ve 15 Temmuz gibi somut olaylarla ilintili arka planlı ve sinsice işleyen bir operasyondur. Bu operasyon Türkiye üzerinden İslam dünyasına, Müslüman toplumlara ve mazlum halklara karşı topyekûn bir tehdit ve saldırıdır. Her ne kadar kadın hakları savunulur gibi gözükse de kadına, iffete, ahlaka ve kutsallara karşı bir saldırıdır. Lilith’in kızları üzerinden âdemoğluna karşı şeytanca olan bu saldırının arkasında emperyalizm ve siyonizm vardır.
Mart ayında yayımlanan TÜİK resmî raporları boşanma oranının sadece son 1 yılda %11 arttığını gösteriyor. Bu, şu demektir: Türkiye’de aile üzerinde 50 senede yapılabilecek bir tahribat bu projeyle son dört yılda gerçekleşmiştir. Peki, İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı yasa ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi reel uygulamalarda neyi amaçlar?
*Serbest cinselliği yani zinayı yasak saymaz aksine teşvik eder; ama gayet iyi ve samimi niyetle 18 yaşın altında evlenmeye kalkan erkeği 8-10 yıl tecavüzcüler koğuşuna, eşini ve çocuklarını cezaevi kapılarına mahkûm eder.
*Kadın kadına, erkek erkeğe ilişkiyi kabul eder ve meşrulaştırır; ama sadece birkaç gün evli kalan erkekleri boşandığı takdirde eşi talep ederse ömür boyu nafaka cezası ile cezalandırır.
*Aile gibi önemli bir kurumdaki problemlerin çözümünde arabuluculuğu ve uzlaşmayı yasaklar. Boşanan babalara kendi çocuklarını haczettirir, defalarca kendi çocuğunu görmek için harç ödetir ve “ebeveyn yabancılaştırmaları” ile çocukları babalarına düşman ettirir.
*Her türlü nikâhsız beraberliği, “normal birliktelik” olarak tanımlar, anlayışla karşılar; ancak evli erkeği tehlikeli ve kötülüğe meyilli biri olarak görür. Kadının beyanını her hâlükârda doğru kabul eden bu çerçeve “Suç ispat edilene kadar, masumiyet” kaidesini kabul etmez.
Bunlar gibi daha birçok vahim ve onulmaz sonuçlar içeren bu sözleşme, yasa ve projeyi reddedelim. Müslüman bir nesil, sağlıklı bireyler, huzurlu aileler, çocuk ve torunlarımız, huzur evlerinde ölüme terk edilmiş ana babalar, psikolojisi bozulup intihar eşiğine gelmiş eşler ve yalnızlar, sokaklara terk edilmiş çocuklar ve insanlık adına duyarlı olalım. Bu ve benzeri toplumsal ifsat ve yıkım projelerine karşı en güçlü bir şekilde tepki verelim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.