Fatih AKMAN
Hicret bir kaçış değil direniştir
Günler günleri kovalıyordu. İslam davası her gün bir önceki günden daha gürbüz bir hale geliyordu. Salallahu aleyhi vesellem’in davasını açıkladığı ilk günden ona tereddütsüz inanmış, yanında bulunmuş olan Hz. Ebu Bekir radiyallahu anh’ın bağlılığı, teslimiyeti, fedakârlık ve özverili çabasıyla Salallahu aleyhi vesellem’in yanında “insanların en sevgilisi” olmuştu. Peygamberlik öncesi sık görüşen iki arkadaş İslam güneşinin doğuşuyla daha sık bir görüşür olmuşlardı. Aralarındaki muhabbet ve samimiyet arkadaşlıktan öte onları iki beden bir ruha dönüştürmüştü. Bundan dolayı Salallahu aleyhi vesellem kadim arkadaşının sık sık evine gider, görüş alış verişinde bulunur, İslam’ı tebliğ ve davet hizmetlerinde onunla istişare ederdi. Bu durum İslam’ın ilk günlerinden Salallahu aleyhi vesellem’in dünyaya vedasına kadar sürmüştür. Öyle ki gizli davet döneminde, tebliğ ve davet çalışmalarında, hicrette, harp meydanlarında daima gözlerinden aziz bildiği davasının önderi, Rabbinin elçisi Salallahu aleyhi vesellem’in yanı başından ayrılmamıştır.
Mekke, iman saflarına her gün yenilerinin dahil olduğu haberleriyle çalkalanıyordu. Kalpleri İslam güneşiyle aydınlananların sayısının artması mü’minleri sevindiriyorken, müşrikleri çılgına döndürüyordu. Baskı, zulüm, işkence başını almış gidiyordu. Müşriklerin bitmeyen işkence seansları, dinmeyen öfke tufanları ve katmerleşen düşmanlıkları ormanlardaki yırtıcı hayvanlara rahmet okutuyordu. Kimsesiz, sahipsiz görülen mü’minler artık inançlarını, ibadetlerini rahatlıkla yaşayamıyordu. İnandıkları davaya bağlılıklarını sürdürebilmek, ibadetlerini yapabilmek ve hayatlarını kurtarabilmek için Mü’minlerden bir grup, Salallahu aleyhi vesellem’in izniyle Habeşistan’a hicret etti.
Daha sonraları geri kalanlar için de İlahî izin gelince, Müslümanlar kafile kafile Medine’ye hicret etmeye başladılar. Fakat hicrete imkânı olmayan kimi mü’minlerle beraber Hz. Ebu Bekir radiyallahu anh, Hz. Ali radiyallahu anh ve Salallahu aleyhi vesellem daha Mekke’deydiler. Âlemlerin Rabbi, habibine daha hicret izni vermemişti. Artık, Hz. Ali radiyallahu anh, Hz. Ebû Bekir radiyallahu anh ve Salallahu aleyhi vesellem’den başka Mekke’de kimse kalmamıştı. Bir ara arkadaşından bir an bile ayrılmamış olan Hz. Ebû Bekir radiyallahu anh, kendisinin durumunu sorunca, Salallahu aleyhi vesellem, “Acele etme, ey Ebû Bekir. Belki Allah sana da bir hicret arkadaşı verir.” buyurdu. Hz. Ebû Bekir radiyallahu anh da Salallahu aleyhi vesellem’e hicret izni verilince kendisiyle beraber hicret edeceğini anlamıştı. Bunun için o gün için hazırlıklarını yapmaya başlamıştı.
Müslümanların kimi gizli hicret etmiş, kimi gün ortasında müşriklere meydan okuyarak hicret etmişti. Müşrikler, mü’minlerin ellerinden kurtulup gitmiş olmaları karşısında şimdiden büyük bir pişmanlık içerisine girmişlerdi. Dolayısıyla hala hicret etmemiş olan Salallahu aleyhi vesellem’i kaçırmak istemiyorlardı. Bu konuyu konuşmak üzere toplandılar. Bu sefer Salallahu aleyhi vesellem’in canına kast etmeye kararlıydılar. Fakat müşriklerin bu kötü niyetlerini alemlerin Rabbi, peygamberi Salallahu aleyhi vesellem’e Cebrail vasıtasıyla bildirdi. Bunun yanında bu gece yatağında yatmayıp Hz. Ebu Bekir radiyallahu anh’la hicret etmesini emir buyurdu.
Hissemize Düşen
Birincisi: Hz. Ebu Bekir radiyallahu anh başta olmak üzere tüm ashab-ı kiram efendilerimiz eşsiz bir samimiyetle ve derin bir muhabbetle Salallahu aleyhi vesellem’e bağlıydılar. Allah’ın davasına ve Allah’a ibadete fazlasıyla düşkündüler. Allah’ın davası ve Allah’ın elçisi Salallahu aleyhi vesellem söz konusu olduğu zaman uğruna üstünü çizemeyecekleri hiçbir şey yoktu. Bu anlamda dava edindikleri inançlarını muhafaza etmek, küfre ve zulme boyun eğmemek için yardan, diyardan geçip gurbet ellere hicret etmeyi onur bilmişlerdir. Bu çerçevede o gün de bu gün de hicret bir kaçış değil, davada gevşeklik göstermek değil; korkmak, çekilmek değil; imanı muhafaza etme, güçlenme bu vesileyle de davayı farklı diyarlara taşıma mücadelesidir.
İkincisi: Salalallahu aleyhi vesellem’in dizinin dibinde yetişen ashab-ı kiram efendilerimizdeki edep dikkatimizi çekmektedir. İmanı muhafaza etme, küfre ve zulme direnişin diğer bir adı olan hicret söz konusu olduğu imtihanın çetin olduğu o günlerde bile Salallahu aleyhi vesellem’in izni olmadan bir adım öteye gitmiyorlar. Bundan bu hassasiyetin çağın ehli şuur Müslümanlarında da olmazsa olmaz ilke ve esaslarından olması fazlasıyla ehemmiyet arz etmektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.