Hoca Efendi gerçekten de her gün Peygamber Efendimiz (sav) ile görüşüyor mu?

Hoca Efendi gerçekten de her gün Peygamber Efendimiz (sav) ile görüşüyor mu?

“Şimdi asıl meseleye gelelim ve şöyle bir düşünelim, Hoca Efendi gerçekten de her gün Peygamber Efendimiz (sav) ile görüşüyor mu? Yürekleri hoplatan bir soru!”

Ne demiştik en son: “Şimdi asıl meseleye gelelim ve şöyle bir düşünelim,  Hoca Efendi gerçekten de her gün Peygamber Efendimiz (sav) ile görüşüyor mu? Yürekleri hoplatan bir soru!”

Bu bilgi doğru ise de yanlış ise de söyleyeceklerimiz var.

Eğer doğru ise bunu kim söylüyor? Bu haber kimden yayıldı? Eğer bu bir keramet olarak yaşandı ve kimilerince de muttali olundu ise, onlara bunu hocalarının bir sırrı olarak saklamaları, gizlemeleri gerekmez miydi? İhlas bunu gerektirmez miydi?

Malum, kendilerinden keramet sadır olan veliler bu kerametleri “hayız bezi gibi” titizlikle gizler, mecbur kalmadıkça asla ifşa etmezler. Buna muttali olan başkalarına da bu sırrı en azından yaşadıkları sürece saklamalarını söyler. Buna rağmen bu sır nasıl yayıldı? 

Ehl-i sünnet “evliyanın kerameti haktır” diye kaideyi koymuştur. Bu yüzden kerameti inkar, nass ile sabit bir hakikati inkar olduğundan bid’at ve cehalettir.  Bu yüzden, “Sevgili Peygamberimiz (sav)  vefat etmiştir, onunla bir şekilde görüşmek mümkün değildir” denemez. Peygamberler ve şehitler, “bel hum ahyaun velakin la teş’urun” (Allah yolunda öldürülenlere de ölü demeyin. Onlar diridir ama siz anlamazsınız.” Bakara 154 ) ayetince hayat mertebelerinden bir mertebede diridirler. Bazı işarî tefsir kitaplarında “bir ömür cihad-ı ekber yapıp sonunda şehit olmuş evliyaullah da bunlara dahildir” diye yazılıdır.

Böyle olunca bir şekilde Peygamberimizle görüşülebilir. İmam Suyutî için defalarca Resulullah (sas) Efendimiz ile görüşmüştür” diye kitaplarda yazılıdır. İlmimizin, müşahedemizin ve aklımızın yetmediği her şeyi bir materyalist, bir pozitivist gibi inkar etmemiz gerekmez. Sükût etme hakkını kullananlar, “men samata neca” hadisi gereğince çok vartalardan kurtulurlar.

Benim yakından bildiğim ve çok sevdiğim bir velinin oğlu, babasının vefatına yakın kendisine anlattığını bir münasebetle bana da anlatmıştı. Özeti şöyle: “Yakın bir zaman önce Sevgili Peygamberimiz (sav)  ile görüşme arzusu içini yakmış ve bu arzuyu bastıramamış. Bunun için talebi olmuş. Bunun üzerine davet çıkmış ve görüştürülmüş. Ama sonraları bu talepten dolayı çok utanmış. ‘Keşke sabretseydim, kısmet ise talep etmeden bu görüşme zaten olurdu, kimseyi rahatsız etmeseydim’ dermiş.”

“Talepte zillet vardır” derler ya, maneviyatta da istememek önemlidir. Koca Pîr ne demiş: 
“Bir işi murat etme, 
Olduysa inat etme,
Haktandır ol reddetme
Görelim Mevla neyler, 
Neylerse güzel eyler. 

Peki ama ya bu yalansa?  Hoca Efendi her gün Peygamber Efendimiz (sav) ile görüşmüyor ise, bu yalan haberi nereye koyacağız? Kimler niçin uydurup yayarlar bu yalanları? Buna inanan aşırı muhabbet ehli acaba nasıl zaptedilir?

Her ne ise, Hoca Efendi büyük insandır, tamam ama yine de hatadan, kusurdan, yanlış yapmaktan “ma’sum” değildir ki. Peygamberler hariç hiç kimse “ma’sum” değil, belki “mahfuz”dur. En azından ilke bazında bu böyledir ve bunun pratiğe yansıması da ihtimal dâhilindedir. 

En azından yapanın nazarında haklı olan bir eleştiriyi Hoca Efendi’ye yönlendirmeye tahammül edemeyenler, yoksa onu “ma’sum” mu sanıyorlar?

Hoca Efendi için “la yuhtî vela yüs’el / hata işlemekten münezzeh ve yaptığından sorumsuz ve dokunulmaz” diye mi inanıyorlar? 

Söyler misiniz, şia’nın kendi imamları için söylediği bu hatalı sözleri her cemaat kendi alimi, imamı ve önderi için söylerse, Allah aşkına bu Müslümanların hali nice olur? Ehl-i sünnet itikadı nerde kalır?

Unutmayalım, Sevgili Peygamberimizin (sav) dahi “zelleleri” oldu da ayetler ile düzeltildi. Bu yüzden ayetler ona sık sık “ben de sizin gibi bir beşerim” dedirtti. O (sav) da Hıristiyan ve Yahudilerin düştüğü hataya düşmesinler diye ashabını kendisini övmede aşırı gitmemeleri için uyardı. Sadece sevgi, saygı, itaat ve destek istedi. Kendisi için ayağa kalkılmasını bile istemedi, bunu yasakladı. Oysa Sa’d b. Muaz (r.a.) örneğinde olduğu gibi ümmetin saygın kişilerine ayağa kalkmayı kendisi tavsiye etmişti. 

Buna rağmen vefatında nerde ise bu konuda ayaklar kayıyordu. Hz. Ömer (r.a.) bile akla mantığa sığmaz işler yapıyordu. Hz. Ebu Bekir’in (r.a.) dirayetli davranışıyla büyük bir tehlike atlatıldı. Biz bunu “İnançta Kirlenme” kitabımızda genişçe yazdık, bakılabilir.

Evet, konuyu toparlayalım, madem bu böyledir, neden muhterem M. Fethullah Gülen Hoca Efendinin bazı sevenleri, akla, mantığa ve ahlaka aykırı olan tenkitlere karşı haklı olsalar bile, acaba neden her yapıcı eleştiriye de şiddetle itiraz ediyor ve çoğu zaman kin, nefret ve hakaretle cevap veriyorlar? Bu halet-i ruhiye neyin alametidir? Başkalarına bu kadar uzak, mesafeli, ilgisiz, ürkek ve dışlayıcı olmak nedendir?  

Allah aşkına söyleyin, benim bu çok nazik ve kibarca anlattıklarımda ve sorduklarımda yanlış olan nedir? Hele hele kin, nefret ve hakaretle cevabı hak eden neresidir? “Böyle konulara haklı da olsa girmemek lazım” diyen kardeşlerimize soruyorum, biz Müslümanlar, kardeşlerimizle oturup nazik ve kibarca bir konuyu konuşamayacak mıyız? Bu “biz adam gibi oturup konuşmasını bilmiyoruz, edep ve terbiyemiz buna yetmiyor” anlamında kendimize hakaret değil midir? 

Devam edeceğiz inşallah.

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.