Hüseyin Velioğlu'nun Hayatı ve Mücadelesi- 33
Hizbullah Cemaati kurucu lideri merhum Hüseyin Velioğlu'nun hayatı ve mücadelesini konu alan yazı dizisinin 33. bölümü yayınlandı.
Huseynisevda.biz sitesinde yayımlanan Hüseyin Velioğlu'nun hayatı ve mücadelesini konu alan yazı dizisinin tamamını sizlerle paylaşıyoruz.
AHLAKİ YAPISI VE SOSYAL İLİŞKİLERİ
Bir cümleyle özetlemek gerekirse Şehid Rehber, Hizbullahi davanın mücessem haliydi.
İlişkilerinde oldukça tabii ve muhatabına da olabildiğince saygılıydı. İnsanları çok kısa zamanda tanır ve onlarla durumlarına göre muamele ederdi. Bulunduğu ortamda tabii olarak öne çıkar, cezbeden karizması hemen ortaya çıkardı. Görüşmelerinde muhakkak kağıt kalem bulundurur, konuşmalardan notlar alırdı. İlk tanıştığı insanların davranışlarına, kalkıp oturmalarına dikkat eder, bundan sonuçlar çıkarırdı. Yine muhatabına değer verip, sorumluluk yükler, en alttaki birisi bile, onunla görüştükten sonra davaya bağlılık ve sorumluluk duyguları gelişmiş bir şekilde yanından ayrılırdı.
Şehid Rehber, Cemaatin tüm fertlerini sever, sorunlarıyla ilgilenir, hatta gönderilen kapalı notlar kendisine okunduğunda ve notta geçen ‘Cemaate selam’ ibaresine gelindiğinde, her defasında bıkmadan elini göğsüne koyar ve hafif kalkarak ‘Ve aleykümüsselam’ diye cevap verirdi. Özellikle muhacir olanlara ve Şehid–tutuklu ailelerine özel bir düşkünlüğü vardı. Ancak buna rağmen Cemaat mensupları arasında ayrım yapmazdı.
B. V. adlı Cemaat mensubu şunları söylemektedir: “Bir avam köylü ile rahatlıkla arkadaşlık edebiliyordu. Onların seviyelerine inebiliyor, onların dilini konuşuyor, yöresel adetlerini dikkate alıyordu. Onlarla ilgileniyor, davaya kazandırmak için samimi arkadaşlık yapıp, onlarla geziyor ve haşir neşir oluyordu. Evlerine misafir olup sofralarına oturuyor, sıkıntılarını paylaşıyordu. Onun için köylülerden ve kırsaldan çok dostu vardı.
Hiç kimseyi küçümsemediği gibi makamı, tahsili ve mevkii ne olursa olsun hiçbir insanı büyüterek ona ayrıcalık tanımazdı. İnsanlarla, seviyelerine göre konuşur ve muamele ederdi. Aydınlarla aydın, siyasilerle siyasi, bilginlerle bilgin, köylülerle köylü, öğrencilerle öğrenci olurdu. Hiç kimseye karşı kendini küçük görüp eziklik hissetmediği gibi, büyüklük taslayıp gururlanmazdı da.
Ücra bir köyde bulunan bir insan için kilometrelerce yol yürürdü. Kış, yaz, soğuk, sıcak, kar veya yağmur dinlemezdi. Dost ve arkadaşlarını sürekli ziyaret edip onları görürdü. Onları unutmazdı ve imkan dahilinde sorardı. Nereye, hangi şehre gitse yol üzerinde veya yola yakın bulunan dost ve arkadaşlarını mutlaka ziyaret ederdi. Evden çıktığında bazen günlerce, haftalarca ve hatta aylarca eve dönmediği olurdu. Düzenli bir aile hayatı yoktu, fakat düzenli bir dava hayatı vardı.
Bir insana, ilahi davaya sadık ve ihlaslı olduğu derecede önem verir ve onu severdi. Onun ölçüsü davaya sadakat ve ihlastı. Sürekli ilahi davayı düşünür ve davetçi yetiştirmeye çok önem verirdi. Bir insanda davaya hizmet noktasında kabiliyet sezmiş olsaydı, onun peşine takılır ve davaya kazandırmak için yoğun emek sarf ederdi. Bir mensupta cevher ve kabiliyet sezerse onu kendine yakınlaştırır, onunla haşir neşir olur ve istifade etmeye çalışırdı.
Seksenli yılların sonuna kadar davet ve tebliğ faaliyetlerinin bilfiil içindeydi. Çoğu arkadaşların derslerine bizzat katılıyordu. İlim Kitapevinde oturup gelen gidenlerle ilgileniyordu. Mütevazıydı ve evinde misafirlere hizmet ederdi. Vasat bir seviyede ikramlarda bulunurdu. Çocuklarına, “Gelin amcalarınızın elini öpün size dua etsinler” diyerek çocuklarını mütevazılığa alıştırıp misafirin dualarını aldırırdı. Evi mütevazı ve çok sadeydi. Lüks ve şatafata önem vermezdi. Dünya metaına hiç önem vermezdi. Ruhu ve kalbi dünyadan azade idi. Hediyeleşmeyi severdi. Arkadaşların dert ve sıkıntılarıyla ilgilenir, imkân dâhilinde çözmeden durmazdı. İlk tanıştığı, görüştüğü dostlarını hediye ile uğurlardı.
Gözlerden uzak, sessiz ve gürültüsüz iş yapmayı severdi. Çünkü sözden değil, amelden, konuşmaktan değil, yapmaktan hoşlanırdı. Reklamdan ve kendini öne çıkarmaktan hiç hoşlanmazdı.
Hiçbir zaman bir insanın hatasını yüzüne vurmazdı. Genellikle bir hikaye anlatarak veya isim vermeden: “Biri vardı şöyle yapardı, böyle yapardı” deyip bu şekilde menfilikleri söyleyerek kişinin dikkatini hatasına çekerdi. Bazen de: “Bazı insanlar niye böyle veya şöyle yapıyorlar. Böyle yapmamaları lazımdır. Şöyle yapmaları gerekir” derdi.
S. V. adlı Cemaat mensubu şöyle söylemektedir: “Şehid Rehber çok vefakardı, eskiden gördüğü insanları sürekli sorardı. Anılarını yad ederdi. Ailelerimizi, çocuklarımızı sorup iltifat ederdi. Çok tabii ve içten bizi sevdiğini hissederdik. Sağlığımızı ciddiye alıp yakından ilgilenirdi. Bir tehlike ile karşılaşsak veya bir kaza geçirsek kurban keserdi. Bir baba şefkatiyle yaklaşırdı.”
D. Y. adlı Cemaat mensubu şunları ifade etmektedir: “Şehid Rehber üsluba çok önem verir, çok vurgulardı. İnsani ilişkilerde tutarlı ve uygun üslubu adeta bir ilke gibi ön plana çıkarırdı. Şahıslardaki hata, kusur ve pürüzleri direk yüzlerine vurmaz, ancak göz ardı da etmezdi. Uygun bir üslupla düzeltme yoluna giderdi. Hatta bu konuda şöyle tavsiyede bulunurdu. “Pürüzler; hikmet ile ikna ile izah ile ve yanlış anlaşılmalar giderilerek halledilir.” Yalnız şunu da ilave etmeden geçemeyeceğim; hatasında ısrar edeni, hele bir de hatasını savunmaya kalkışanı hoş görmezdi. Eğer olumlu üslup karşılık bulmamış ve çözüm olmamışsa üslubu da değiştirirdi. “Hata yapanların akıllıları, ikaz edildiklerinde hemen kendilerine gelirler. Akılsızlar ise hatalarını savunurlar” derdi. İnsanın edep ve adabı gözetmesini önemserdi. Sohbetlerinde kendi üslubu ve el hareketleri ile: “Kişi hadd–ı hududunu iyi bilmelidir” derdi.”
Muhterem İ. Bagasi şöyle diyor: “Şehid Rehber, takriben 1991’den sonra ta şehadetine kadar sürekli arkadaşlar arasında kaldı, onlarla birlikte yaşadı. Sürekli ev ortamındaydı. Dışarı çıkmıyordu. Yanına gelen arkadaşlar bazen beraberlerinde ona elbise getiriyorlardı. Ancak o çoğunu diğer arkadaşlara veriyordu. Bazılarını da çok az giyer ve diğer arkadaşlara verirdi. O elbiseleri bir kardeşe vermek istediği zaman ona seslenir, al bu sana iyi yakışır diyerek ona verirdi.
Kaldığı yerlerde ortamın düzenli olmasına önem verirdi. Çok düzenliydi. Kalınan evin çalışma ortamına uygun hareket edilmesini isterdi. Sabah uyandığında sanki başka bir yere işe gidecekmiş gibi elbiselerini giyer, saatini takar ve arkadaşların da böyle olmasını isterdi. ”
H. H. adlı Cemaat mensubu şunları aktarmaktadır: “Uykudan uyandığında abdest alır, saç ve sakalını tarar, sanki dışarı çıkacak gibi üstünü başını düzeltirdi. Halbuki bir yere gittiği yoktu sürekli evin içindeydi.”
Yine H. H. adlı Cemaat mensubu şunları ifade etmektedir: “Hata ve yanlışlarımız olduğu zaman, taalluk ettiği şeye göre ya sohbet eder ve hikmetle buna dikkat çekip düzeltmeye çalışırdı veya görmezden gelir, bizi kırmamak için bir şey demezdi. En küçük sorunlarımızla ilgilenirdi. Çocuklarımızın durumunu, hatta okuldaki başarı durumlarını sorardı. Bize babamız gibi davranırdı. Çalışma esnasında, aniden yerinden kalkar ve mutfağa gidip su içer, gelirdi. Bunu yapmamasını, bizden istemesini, bu durumun bizi rahatsız ettiğini her defasında söylediğimiz halde “önemli değil” derdi ve aynı şeyi tekrar yapardı. Canı çay istediği zaman: “Canınız çay istemiyor mu?” ya da “Bu havada çay iyi gitmez mi?” gibi ifadelerle çay isteğini belli ederdi.” (Hürseda Haber)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.