Hz. Muhammed (sav), Muhammed’dir (övülmüştür) ve Ebediyyen Muhammed (Övülmüş) Kalacaktır
Efendimiz, Peygamberimiz ve gözlerimizin Nuru Muhammed’e şu vaadlerde bulunan ve va’dinde asla hilaf etmeyen Allah Tebareke ve Tealaya layıkıyla hamd u senalar olsun. “Asıl soyu kesik olan, sana kin besleyendir
Bismihi subhanehu
Efendimiz, Peygamberimiz ve gözlerimizin Nuru Muhammed’e şu vaadlerde bulunan ve va’dinde asla hilaf etmeyen Allah Tebareke ve Tealaya layıkıyla hamd u senalar olsun. “Asıl soyu kesik olan, sana kin besleyendir”[1],
“Allah seni insanlardan korur”[2],
“O (Allah), müşrikler hoşlanmasa da, Resulünü hidayet ve hak din ile onu dinlerin hepsine üstün kılsın diye gönderendir”[3] Allah Tebareke ve Teala’nın, hakkında “Hiç şüphesiz sen pek büyük bir ahlak üzerindesin”[4], “Seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik”[5] diye ferman buyurduğu ve kendisi de: “Beni evladınızdan, ana-babanızdan ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe iman etmezsiniz”[6] diye buyuran Allah’ın Resulü’ne, sünnetine sahip çıkan pak aline, canlarıyla, mallarıyla cihad ederek zamanlarındaki küfrün süper güçlerini dize getiren kahraman ashabına ve onların yolundan şaşmayan her dönemdeki İslam fedailerine salat ve selam olsun.
Haçlılar kudurmuş hayvanlar gibi yeniden saldırıya geçmiş bulunmaktadırlar. Önceden uşaklarıyla bütün İslam diyarını işgal etmelerini yeterli görmeyerek, bizzat kendileri fiilen İslam memleketlerini tek tek işgal etmeye başladılar. Yaptıkları katliam ve soykırımları, mukaddesatımızı çiğnemeyi, camilerimizi yıkmayı, namusumuzu kirletmeyi ve Kur’an’ımızı yırtmayı yetersiz gördüler. Bunca zulüm ve düşmanlıklarına karşı direnişimizi zayıf gördüler ki, şimdi de Peygamber Efendimiz (sav)’e saldırmaya başladılar. Zulümle sağladıkları hâkimiyetlerinin ömrünü uzatmak ve bizi de kendileri gibi dalalete sürüklemek için hidayet ve özgürlük meş’alesinin sahibi olan Resulullah (sav)’ı bizim ve bütün dünya mazlumlarının gözünden düşürmek ve insaniyeti rehbersiz bırakmak istiyorlar.
Tüm imkânlarla; tankları, topları, savaş füzeleri, uçakları ve kimyasal silahlarıyla bizimle savaştıkları gibi dinsizlikle, ahlaksızlıkla ve vahşiliğiyle övündükleri medyayla, yayınladıkları filmlerle ve bütün eğitim araçları ve merkezleriyle Allah-u Teala’nın, Resulullah (sav)’ın, İslam dininin ve insaniyetin aleyhinde gece gündüz çalışıyorlar. Onları tabir etmede ‘Canavar, vahşi ve ahlaksız’ ifadeleri eksik kalan bu kâfirleri durdurmak için hangi Müslüman’ın elinden ne gelirse ortaya koymalı ve kullanmalıdır: Beddua, nefret, ekonomik ambargo, maddi güç, askeri güç, ilmi güç, yayın ve basın gücü ve sair… Bu güçlerden kim neye sahipse, onlara karşı kullanması farz-ı ayndır. “Allah (cc) benim Rabbimdir, Hz. Muhammed (sav) benim peygamberimdir, Kur’an benim imamımdır, İslam benim dinimdir ve insaniyette benim de nasibim vardır” diyen her insan bu farizayı yerine getirmelidir.
Ancak bununla beraber ve bunların hepsinden daha tesirli olan bir şey vardır ki, ona çok önem vermeliyiz. O da Efendimiz Hz. Muhammed’i, Resulullah (sav)’ı iyice tanımak ve sünnetini öğrenip ona uymaktır. Bu şekilde hareket etmek, ahlaksız canavarlar için en dehşetli ölüm olur. O halde biz de kadın-erkek, genç-ihtiyar demeden hepimiz bu konuda seferber olmalıyız.
Bu münasebetle Hz. Resulullah (sav)’ın milyonlarca âşıklarından biri olan Bediüzzaman Said Nursi’nin, Efendimiz’in zat-ı âlisi ve sünneti seniyyesi hakkındaki birkaç beyanatını size aktaracağız.
“Rabbimizi bize tarif eden üç büyük, küllî muarrif var: Birisi şu kitab-ı kâinattır ki, bir nebze şehadetini on üç Lem'a ile Arabî Nur Risalesinden On Üçüncü Dersten işittik. Birisi şu kitab-ı kebîrin âyet-i kübrâsı olan Hâtemü'l-Enbiyâ Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Birisi de Kur'ân-ı Azîmüşşandır. Şimdi, şu ikinci burhan-ı nâtıkı olan Hâtemü'l-Enbiyâ Aleyhissalâtü Vesselâmı tanımalıyız, dinlemeliyiz.
Evet, o burhanın şahs-ı mânevîsine bak:
Sath-ı arz bir mescid, Mekke bir mihrap, Medine bir minber; o burhan-ı bâhir olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara hatip, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkep bir halka-i zikrin serzâkiri; bütün enbiya hayattar kökleri, bütün evliya tarâvettar semereleri bir şecere-i nuraniyedir ki, herbir dâvâsını, mucizatlarına istinat eden bütün enbiya ve kerametlerine itimat eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar.
Zira, o Lâ ilâhe illâllah der, dâvâ eder. Bütün sağ ve sol, yani mazi ve müstakbel taraflarında saf tutan o nuranî zâkirler, aynı kelimeyi tekrar ederek, icmâ ile, mânen Sadakte ve bilhakkı natakte derler.
Hangi vehmin haddi var ki, böyle hesapsız imzalarla teyid edilen bir müddeâya parmak karıştırsın?”[7]
“Avucunda küçük taşların zikir ve tesbih etmesi, وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ sırrıyla, aynı avucunda, küçücük taş ve toprak, düşmana top ve gülle hükmünde, onları inhizâma sevk etmesi, وَانْشَقَّ الْقَمَرُ nassı ile, aynı avucunun parmağıyla kameri iki parça etmesi ve aynı el, çeşme gibi on parmağından suyun akması ve bir orduya içirmesi ve aynı el, hastalara ve yaralılara şifa olması elbette o mübarek el, ne kadar harika bir mucize-i kudret-i İlâhiye olduğunu gösterir.
Güya, ahbap içinde o elin avucu küçük bir zikirhane-i Sübhânîdir ki, küçücük taşlar dahi içine girse zikir ve tesbih ederler.
Ve a'dâya karşı küçücük bir cephane-i Rabbânîdir ki, içine taş ve toprak girse, gülle ve bomba olur.
Ve yaralılar ve hastalara karşı küçücük bir eczahane-i Rahmânîdir ki, hangi derde temas etse, derman olur.
Ve celâl ile kalktığı vakit, kameri parçalayıp, Kab-ı Kavseyn şeklini verir.
Ve cemâl ile döndüğü vakit, âb-ı kevser akıtan on musluklu bir çeşme-i rahmet hükmüne girer.
Acaba böyle bir zâtın birtek eli böyle acip mucizâta mazhar ve medar olsa, o zâtın, Hâlık-ı Kâinat yanında ne kadar makbul olduğu ve dâvâsında ne kadar sadık bulunduğu ve o el ile biat edenler ne kadar bahtiyar olacakları, bedâhet derecesinde anlaşılmaz mı?”[8]
On birinci Lem’a
“Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O'nun gücüne giden, size pek düşkün, Mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir.”[9]
Şu ayetin birinci makamı Minhacus-Sünnet, ikinci makamı Mirkatus sünnettir.
“Eğer onlar yüz çevirirlerse, de ki: "Bana Allah yeter. O'ndan başka ilah yoktur. Ben O'na tevekkül ettim ve büyük arşın Rabbi O'dur."[10]
“De ki: "Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir."[11]
Bu iki âyet-i azîmenin yüzer nüktesinden on bir nüktesi icmâlen beyan edilecek.
Birinci Nükte
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:
“Fesâd-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir.”
Evet, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ, mutlaka gayet kıymettardır. Hususan bid'aların istilâsı zamanında Sünnet-i Seniyyeye ittibâ etmek daha ziyade kıymettardır. Hususan fesâd-ı ümmet zamanında Sünnet-i Seniyyenin küçük bir âdâbına mürâât etmek, ehemmiyetli bir takvâyı ve kuvvetli bir imanı ihsas ediyor. Doğrudan doğruya Sünnete ittibâ etmek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı hatıra getiriyor. O ihtardan, o hâtıra, bir huzur-u İlâhi hâtırasına inkilâp eder. Hattâ en küçük bir muamelede, hattâ yemek, içmek ve yatmak âdâbında Sünnet-i Seniyyeyi mürâât ettiği dakikada, o âdi muamele ve o fıtrî amel, sevaplı bir ibadet ve şer'î bir hareket oluyor. Çünkü o âdi hareketiyle Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ittibâını düşünüyor ve şeriatın bir edebi olduğunu tasavvur eder. Ve şeriat sahibi o olduğu hatırına gelir. Ve ondan, Şâri-i Hakikî olan Cenâb-ı Hakka kalbi müteveccih olur. Bir nevi huzur ve ibadet kazanır.
İşte, bu sırra binaen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâı kendine âdet eden, âdâtını ibadete çevirir, bütün ömrünü semeredar ve sevabdar yapabilir.
İkinci Nükte
İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî (r.a.) demiş ki: "Ben seyr-i ruhanîde kat-ı merâtip ederken, tabakat-ı evliyâ içinde en parlak, en haşmetli, en letâfetli, en emniyetli, Sünnet-i Seniyyeye ittibâı esas-ı tarikat ittihaz edenleri gördüm. Hattâ o tabakanın âmi evliyaları, sair tabakâtın has velîlerinden daha muhteşem görünüyordu."
Evet, Müceddid-i Elf-i Sâni İmam-ı Rabbânî (r.a.) hak söylüyor. Sünnet-i Seniyyeyi esas tutan, Habibullahın zılli altında makam-ı mahbubiyete mazhardır.
Üçüncü Nükte
Bu fakir Said, Eski Said'den çıkmaya çalıştığı bir zamanda, rehbersizlikten ve nefs-i emmârenin gururundan gayet müthiş ve mânevî bir fırtına içinde akıl ve kalbim hakaik içerisinde yuvarlandılar. Kâh Süreyya'dan serâya, kâh serâdan Süreyya'ya kadar bir sukut ve suud içerisinde çalkanıyorlardı.
İşte, o zaman müşahede ettim ki, Sünnet-i Seniyyenin meseleleri, hattâ küçük âdâbları, gemilerde hatt-ı hareketi gösteren kıblenâmeli birer pusula gibi, hadsiz zararlı, zulümatlı yollar içinde birer düğme hükmünde görüyordum. Hem o seyahat-i ruhiyede, çok tazyikat altında, gayet ağır yükler yüklenmiş bir vaziyette kendimi gördüğüm zamanda, Sünnet-i Seniyyenin o vaziyete temas eden meselelerine ittibâ ettikçe, benim bütün ağırlıklarımı alıyor gibi bir hiffet buluyordum. Bir teslimiyetle, tereddütlerden ve vesveselerden, yani, "Acaba böyle hareket hak mıdır, maslahat mıdır?" diye endişelerden kurtuluyordum. Ne vakit elimi çektiysem, bakıyordum, tazyikat çok. Nereye gittikleri anlaşılmayan çok yollar var. Yük ağır, ben de gayet âcizim. Nazarım da kısa, yol da zulümatlı. Ne vakit Sünnete yapışsam yol aydınlaşıyor, selâmetli yol görünüyor, yük hafifleşiyor, tazyikat kalkıyor gibi bir hâlet hissediyordum. İşte o zamanlarımda İmam-ı Rabbânînin hükmünü bilmüşahede tasdik ettim.
Elhasıl: Muhabbetullah, Sünnet-i Seniyyenin ittibâını istilzam edip intaç ediyor. Ne mutlu o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeye ittibâından hissesi ziyade ola.
Salâvat
Rahmanü’r Rahimden, Arş-ı Azamdan gelen Furkan-ı Hâkimin kendisine indiği Efendimiz Muhammed’e ümmetinin hasenatı adedince milyonlar salavat ve milyonlar selam olsun. Risalet-i Tevrat, İncil ve Zebur’da müjdelenen; nubuvveti irhasatla, cinlerin hafifleriyle, insanlık âleminin evliyalarıyla, beşerin kahinleriyle müjdelenen; bir işaretiyle ay parçalanan Efendimiz Muhammed’e, ümmetinin hasenatı adedince milyonlar salat ve selam olsun.
Davetine ağaçların koşup geldiği, duasıyla yağmurun hemen iniverdiği, sıcaktan korumak için bulutların ona gölge yaptığı, bir ölçek yemeğiyle yüzlerce insanın doyduğu, parmaklarının arasından üç defa Kevser gibi suların çağladığı, O’nun hürmetine Allah’ın kertenkeleyi, ceylanı, ağaç kütüğünü, zehirli keçinin budunu, deveyi, dağı, taşı ve toprağı konuşturduğu, miracın sahibi ve gözünün asla şaşmadığı o mu’cize-i Kübrada Ruyetullah’a mazhar olan Efendimiz ve Şefimiz Muhammed’e Kur’an’ın ilk indiği zamanın sonuna kadar onu okuyan her bir okuyucunun okuduğu her bir kelimenin hava dalgalarının aynalarına Rahman’ın izniyle yansıyan bütün kelimelerinin bütün harfleri adedince, milyonlar salat ve selam olsun. Bütün bu salavatlardan her biri hürmetine bizi bağışla, ey ilahımız, bize merhamet et. Amin![12]
İnzar Dergisi
[1] Kevser Suresi: 1-3
[2] Maide Suresi: 67
[3] Saff Suresi: 9
[4] Kalem Suresi: 4
[5] Enbiya Suresi: 107
[6] Camiussağir
[7] Sözler, 19. Söz Birinci Reşha
[8] 19. Mektup
[9] Tevbe Suresi: 128
[10] Tevbe Suresi: 129
[11] Al-i İmran: 31
[12] 19. Söz (Arapça’dan tercüme)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.