Mehmet Ali GÖNÜL
İBNU’L ESED (ASLANIN OĞLU)
Kısaca İbnu’l Esed/Aslanın oğlu derlerdi kendisine Araplar… Çölde aslan avına giderdi babası gibi. Aslan avcısı “Aslan”dılar ikisi de… Mertlikleri, yiğitlikleri anlatılırdı tüm aşiretlerde… Araplar, yerini tutabilecek bir evlat bırakarak ölenlere “ölmedi” derler. Nam, şöhret devam ettikten sonra ölüm ne gam?...
İbnu’l Esed daha gencecik bir delikanlı iken kaybetti babasını. Can düşmanları kalleşçe vurdular arkasından… Yılmadı, şaşırmadı. Aşiretini topladı, divan kurdu aksaçlılardan. “Kanı yerde kalanın sözü kaale alınmaz” dediler. Sözlerine kulak verdi. “Büyük sözü dinlemeyenin akıbeti hayır olmaz.” derdi babası.
Önce babasının intikamını aldı. Mertçe, yiğitçe, alenen, gün ortasında. Ve her şeyi zapt-u rapt’a aldı. Kanuna, hukuka, örfe bağladı. Tüyü bitmemiş yetimlerle, bilekleri bükülmez yiğitler bir oldular divanında. Misafir eksik olmadı sofrasından. Tek bir öğün yemeği yemedi yalnız başına. Açları açıktakileri barındırdı.
Allah bir adama nimet verdiği zaman onu kim engelleyebilir ki?... Hikmetine akıl sır ermez. Dilediğini hesapsız rızıklandırır Rabbü’l Alemin. Ona da hesapsız verdi. Sürülerinin sayısını, tarlalarının miktarını, servetinin hesabını bilmez oldu. Ne işe el attıysa Mevla muvaffak etti. “Toprağı tuttu altın oldu.” Azmadı, sapıtmadı, şükürde kusur etmedi Yaradan’a…
Aslan avında güvercinler gelirdi kendisine. Özel boranhanelerde beslerdi güvercinlerini… Cins güvercinler yetiştirmekten büyük zevk alırdı. Yine bir seher vakti aslan avına çıktı arkadaşlarıyla. Aslanlar Ceylanların, onlar da aslanların peşinden koştular günlerce. Kaç gün kaç gece gittiler, kaç konak yol uzaklaştılar memleketlerinden unuttular. Bir sabah çölde aniden sıçradı yattığı yerden. Arkadaşlarına:
-Eyvah, eyvah! Güvercinlerin tam yumurtlama mevsimi, boranhanelerin pencerelerini açmayı unuttuk. Güvercinler yumurtalarını bırakmak üzere döndüklerinde içeriye giremez, kuluçkaya yatamazlar. Bu seneki bütün yavrular heba olacak, kalkın davranın, dörtnala dönüyoruz, diye seslendi.
Telaşla yola koyuldular. Nasıl gittiler ne kadar zamanda yetiştiler bilmediler. Boranhanelere geldiklerinde bir de ne görsünler. Güvercinler boranhanelerin etrafında bekliyorlar. Bahçe çeperlerinin kazık gibi uçlarından birer güvercin yumurtası… Üstüne üstlük hepsi sağlam, tek bir tanesi bile kırılmamış. Aman Allah’ım! Bu kadar da olur mu, hiç kazığın üzerinde yumurta durur mu demeyin.
Allah dilediğine hesapsız rızık verir demiştik. Kudretinden sual sorulmaz. Nimete şükür etmek lazım.
İbnu’l Esed de sevinçle secdeye kapandı ve şair o anı zamana yazdı:
“İza ca’el akbelet
Baz el hamame alel veded”
(Dualar kabul olunduğunda,
Güvercinler kazıkların üzerine yumurtlar.)
Şiirin ikinci kıtasının yıllar sonra köhne bir hanın ahırında söyleneceğini kim bilebilirdi ki?...
Yıllar yılları kovaladı. Her yıl bir öncekinden daha bereketli geçti. İbnu’l Esed’in namı dört bir yana yayıldı. Boyun eğmeyen düşman, biat etmeyen aşiret kalmadı.
Her kemalin bir zevali vardır. Hiçbir nimet devamlı değildir ilelebet. Yaşayan başa neler gelir bilinmez. Mevla birisine lütfettiğinde nasıl tüm yollar açılırsa, aldığında da akıl sır ermez. Ne yana dönerse çıkmaz sokakla karşılaşır. İnsanın devranı dönmeye görsün. Tüm yollar kapanır, her şey ters gitmeye başlar.
İbnu’l Esed’in de devranı ters döndü. Önce peşpeşe yedi yıl kuraklık oldu. Ambarlar boşaldı. Bir ölçek buğday bir altına çıktı. Sürülere kıran girdi. Öyle bir salgın hastalık yayıldı ki, süt sağılacak tek bir inek, yumurta yumurtlayacak tek bir tavuk kalmadı. Bindikleri atları bile kesip yemek zorunda kaldılar.
Aşirete nifak girdi. İttifak bozuldu. Çocuklarının annesi, sevgili karısını ecel aldı. Günlerce, aylarca yas tuttu, gizli gizli içine akıttı gözyaşlarını. Çocuklarıyla avutmaya çalıştı kendini. Keşke bu kadarıyla kalsaydı. Allah beterinden saklasın. Beterin beteri vardır derler. Daha da beteri oldu.
(Devam edecek)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.