Murat SADAK
İç Güvenlik Yasası geriye gidiş mi?
Son günlerde tartışılan ve kamuoyunda İç Güvenlik Yasası olarak bilinen yasa paketi TBMM komisyonunda kabul edildi. Şimdi de Genel Kurul'a gelmesi bekleniyor.
Hükümet önceki paketler gibi birbiriyle alakasız birçok yasayı aynı pakete koyarak torba yasa şeklinde bunu çıkarmak istiyor. Oysaki daha geçen günlerde hükümet yetkilileri, demokrasi ve hukuk devletine aykırı olan bu tür torba yasaların artık çıkarılmayacağı şeklinde açıklamalar yapmıştı.
Ancak söylenenler yine sözde kaldı.
Paketteki, özellikle Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'nda temel hakların kullanımına getirilen sınırlamalarla ilgili değişiklik, tartışma konusu yapılarak faşizan ve otoriter rejime dönüş olduğu ve demokrasi, hukuk adına yapılan kazanımların geri alınacağı şeklinde eleştiriler yapılmakta.
Öncelikle ve açıkça geriye bir gidişin olmadığını açık yüreklilikle söylemek mümkün. Geriye gidişin olması için öncelikle ileri doğru bir gidişin olması lazımdı. Oysaki hukuk devleti açısından kayda değer bir ileri gidiş olmadı. Konjonktürel bazı değişimler ileriye gidişi göstermez. Hukuk devleti bazı temel ilkelere bağlı olmayı zorunlu kılmaktadır. Türkiye'de hiçbir zaman ilkeler üzerine kurulu bir hukuk söz konusu olmadı. Aksine kanunlara bağlı değişik ilkeler (uygulamada) hep yerleşik olmuştur.
Buna karşılık hükümet kanadı ise son zamanlarda artan terör olaylarına bağlı olarak güvenlik ve asayiş olaylarındaki artış sebebiyle mevcut yasa tasarısını savunmakta.
Hükümetin 6-7 Ekim olaylarını bahane ederek terör örgütüyle ya da sokakta eylem yapan teröristlerle ya da Vandallarla mücadele etme gerekçesi hiç de inandırıcı değil. Bir taraftan çözüm süreci adı altında bölge PKK'ya emanet edilirken diğer taraftan İç Güvenlik Yasası adı altında tüm ülkeyi polis devletine çevirecek yasal düzenlemeler yapılmakta.
Türkiye'de terörle mücadele etmek için, kamu düzenini sağlamak için mevcut düzenlemeler yeterli. 6-7 Ekim olaylarında da Cizre olaylarında da polisin müdahale etmemesinin gerekçesi mevcut yasal düzenlemelerin yetersizliği değildi.
Hükümetin gerekçesi çerçevesinde Türkiye'nin bir hukuk devleti olmadığı hususu, torba yasalarla ve özellikle de bu iç güvenlik yasasıyla bir kez daha tescillenmiş oldu. Güzel bir söz olmaktan öteye gidilemeyen hukuk devleti, devletin adil olmasını ve temel hak ve özgürlüklere saygılı olmasını zorunlu kılmaktadır. Bu hukuk, insanın insan olmasından kaynaklı olarak dokunulamaz bazı temel haklarına kısıtlama getirilmemesini zorunlu kılmakta. Bununla birlikte suçu önlemek için kullanılacak enstrümanlar da hukuka uygun olmalıdır.
Tasarı sadece suçluyu hedef almamakta tüm toplumu potansiyel olarak suçlu muamelesine tabi kılmakta, ucu açık kavramlarla güvenlik lehine orantısız bir yetki genişletilmesine yol açmakta. Mevcut yasal düzenlemeler dahilinde dahi polisin birçok masum insanın ölümüne ve temel haklara ilişkin insan hakları ihlalleri karnesi çok zayıf iken yeni düzenlemeler getirilmesi şüphesiz ki polisin keyfiyetini artıracaktır. Aslında önceden polisin temel hak ve özgürlüklere yönelik ihlallerinin üstü kapatılmaya çalışılmakta.
Yapılacak değişikliklerin kapsamına bakıldığında asıl hedefin, devletin güvenlik hakkını sağlama dönük olduğu görülüyor. Özgürlük ve güvenlik arasında bir seçim yoktur, biri bir diğerinin olmazsa olmazıdır. Hatta güvenlik kaygısı ileri götürüldüğünde sadece özgürlüğümüzü değil aynı zamanda güvenliğimizi de yitiririz.
Güvenlik ile özgürlük arasında bir denge vardır ve olması gerekir. Güvenlik ancak özgürlük pahasına ve özgürlük de güvenlik pahasına elde edilebilir. İnsanlar ancak güvenli bir ortamda kendini özgür hissedebilir ve özgürce hareket edebilirler. Güvenliği özgürlük pahasına elde etmek durumunda değiliz. Güvenlik, özgürlük feda edilmeden de artırılabilir. Kaldı ki, özgürlük feda edildiği halde daha fazla güvenlik elde edilemeyebilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.