İçi boş dindarlık

İçi boş dindarlık

Batı’da ve İslam dünyasında sıkça rastlanan bireysel ihtida olaylarını istisna ederek şu hususun altını çizebiliriz: Postmodern dünyanın “din arayışı” sahici değildir.

Batı’da ve İslam dünyasında sıkça rastlanan bireysel ihtida olaylarını istisna ederek şu hususun altını çizebiliriz: Postmodern dünyanın “din arayışı” sahici değildir. Sosyal bilimcilerin geliyor dedikleri din, İslam dini değildir. Postmodern hayatın içinde kendisine yer açılmaya çalışılan din zafileşmiş, marjinalleşmiş ve özel hayata indirgenmiş bir din olup dindarlaşmayı bir supap olarak görmektedir. Çünkü küresel müesses nizam bu kadarına izin vermezse, toplumda bir patlamanın meydana geleceğinin farkındadır. Nihayetinde böyle bir din, postmodern toplumun, özellikle de tüketim toplumunun ve küreselleşmenin, gösteriye dönüştürdüğü, içi boşaltılmış bir din olma niteliğine bürünmeyi kabul ettikçe tüketime maruz kitleler onu da kabullenir. Hayat tarzlarını kökten değiştirmeye matuf söylem ürettiğinde ondan uzaklışılır. Medya vaizlerine ve reformcu ilahiyatçıların genel kabul görmelerinin sebebi budur: Onlar hiçbir şekilde modern veya postmodern hayatı sorgulamıyorlar, aksine bu hayat tarzının geleneksel müslümanın ruhunda meydana getirdiği meşruiyet kirizini yok ediyorlar. Onların söylemi dindarlmığın ne olsa gider formülüne dönüktür. Bu yüzden kişi hem laik yaşayibleceğini hem din içinde kalabileceğini düşünür; hem plaja bikiniyle gider hem kutsal gecelerde dua eder.

Dindarlaşma katsayısı artıyor, fakat bu dindarlaşma neticesinde ortaya çıkan dini gösterilere ve tezahürlere baktığımızda içinin boş olduğunu görüyoruz. Buna en çarpıcı örnek, “sema” gösterileridir. Geleneksel Mevleviler semaı, bir huşu, bir ibadet, bir vecd ve istiğrak hali; Allah’a yakınlaşmanın ve zikir yapmanın bir metodu, yolu olarak görüyorlardı. Oysa şimdi folkloriktir ve gösteriye dönüşmüştür. Ülkeden ülkeye dolaşan, beş yıldızlı otellerin lobilerinde sema gösterileri yapan profesyonel semazenler vardır; her sene Konya’da devlet resmi sema gösterileri düzenler. Bu çereçevede “inanç turizmi”nde bir artış söz konusu olur, ama bunun da, semah gösterileri gibi içi boşaltılmıştır. Keza kutsal ve özel günlerin dindarlığı da vardır. Örneğin Türkiye’de, Kutlu Doğum Haftası, kandiller ve kutsal geceler gibi özel günlere yoğun bir ilgi gösterilmektedir. Ancak bu ilgi, sadece o kutsal gecelere indirgenmiştir ve bir başka kutsal gece gelinceye kadar rafa kaldırılmıştır. Medya sahte kutsallıklar üreterek içi boşaltılmış dindarlığı kitlelere yaymakta en etkili enstrüman olarak rol oynamaktadır.

Gerçek şu ki bu din, hayatın dokusunda tabii haliyle yaşanan bir din değildir. Tüketim toplumunda, yani magazin ve medyanın ürettiği kültüre ayak uyduran dini söylemler, vaazlar ve masallardan ibarettir. Sonuç olarak günümüzde, ABD’den gelip Batı’ya yayılan ve maalesef Türkiye’yi de içine alan böyle bir dindarlık gelişmektedir.

Adına ”yeni dindarlık” diyebaliceğimiz söz konusu olgu üç özelliğiyle öne çıkmaktadır.
a) Şeriata dayalı bir dindarlık değil aksine şeriatı reddeden dindarlıktır. Sadece Müslüman şeriatını değil aynı zamanda Musa şeriatını ve Hıristiyan şeriatını da reddetmektedir. Aslında Hıristiyanlık kurumsallaştıktan sonra üzerine boşanma ve faiz yasağını ilave ederek Roma hukukunu olduğu gibi kabul ettiği, dolayısıyla toplumsal hayatta kilisenin yürüklükte tuttuğu hukuk sistemini reddettiği için artık bir şeriata sahip değildir.
b) Dinde otorite fikrini reddeder. Her dinde otoriteyi temsil eden; dini anlatan, tarif edip dinin sınırlarını tayin eden profiller vardır. Bu otorite Hıristiyanlıkta ve Yahudilikte bir zümredir. Hıristiyanlıkta ruhban sınıfıdır, başında papa bulunmaktadır. Yahudilikte hahamlardır. İslam’da ise peygamberin varisi olan âlimlerdir, yani ulemadır.
c) Dini hayatı, dinin kendisini gösteriye ve şova dönüştermekte, tüketimin metaı haline getirmektedir. Bu, aşağı yukarı, küreselleşmeyle beraber son 20 senede bütün dünyayı içine alan bir süreçtir.

ABD’de Tanrıya inanan ve dinin kendi hayatında önemli olduğunu belirten insanların sayısı % 80 oranlarında olmasına rağmen anlattığımız bu çerçevede dini hayat problemlidir. ABD Yüksek Mahkemeleri Yargıcı ve Birleşik Devletler Başsavcısı Robert Bork, bu konuda “Sodom’a Yönelme/Liberalizm ve Amerika’nın Çöküşü” isimli bir kitap yazdı. Robert Bork kitabında Amerikan toplumunun dindar bir toplum olduğu iddiasını ele alıyor ve 11 madde sayıp aslında bu dindarlığın hayatın pratiğini ve dokusunu değiştirmeye, dönüştürmeye dönük olmadığını anlatmaya çalışıyor. Diyor ki: “Şu anda Amerika’yı barbarlığa gömülen bir popüler kültür esir almış durumda; bu, insan ilişkilerinde bir bayağılığı da beraberinde getiriyor. Liberalizmin gelişmesine paralel olarak popüler eğlence ve kültür, insan egosunu yüceltiyor, kutsuyor ve egoyu/insan nefsini kısıtlayan her şeye vahşice saldırıyor. Modern liberalizmin ethosu nefsin arzularını körüklüyor. Nefsin istek ve tutkuları üzerine oturmuş sistemde şiddet ve cinsellik kontrolden çıkmış durumda. Amerikan toplumunda ve dünyada din ve ahlak öylesine zayıfladı ki, birey serbest kalıp kurtulunca, radikal ve tahrip edici hale geliyor. Din ve ahlakın zayıflaması bilimde, teknolojide, askeriyede, siyasette, ekonomide ve insan ilişkilerinin her alanında bireyin kontrol dışına çıkmasına sebep oluyor. Tarihte, beşeriyetin örfünde insanı kontrol altında tutan, sınırlandıran din ve ahlaktır; bunlar zayıflayınca insan kontrolden çıkmış bulunuyor. Liberalizmin aşırı taraftarları Hıristiyanlığın her mezhebine düşmandır. Aslında dini hayata, dini toleransa, dinin kendini ifade etmesine ve görünür kılmasına komünizm ve faşizmle mukayese edildiğinde destek veriyorlar, zira din ve vicdan özgürlüğünü en çok savunan liberalizmdir. Hakikatte ise, Hıristiyanlığın, aynı zamanda diğer dinlerin, her mezhebine düşmandırlar. Şayet yapabilirlerse dini kurum ve gelenekleri tahrip etmekten çekinmezler. Batı’da din sona erdiğinde böyle bir toplum ahlaki değerlerini devam ettiremez; ahlaki değerlerini kaybetmiş bir toplum da kendini devam ettiremez. Çünkü beşeriyetin tarihinde insanları ayakta tutan bu değerlerdir. İlk defa insanoğlu modern tarihinde bizzat bu değerlerin kendisine yönelip onları tahrip ediyor. Liberal elitlerin sebep olduğu, kamudan din ve ahlakın kaldırılmasıyla ikiye katlanan din ve ahlakın tedrici gerilemesi, toplumun edep, terbiye ve nefsi hâkimiyetin ölçülerini toptan terk etmesine sebep oluyor. Din, ahlaki farzıyetin, yani insanı yapmak zorunda bırakan davranışların, fiillerin temelinden, arkasından çekilince, ahlak da parçalandı. Çünkü kim ne iddia ederse etsin, sosyal bilimciler ne derse desin, seküler ahlak mümkün değildir; ahlakın ruhunu din meydana getirir. Bu bir iddia, seküler bir ahlak teorik çerçevede durduğu müddetçe akla yatkın gelebilir, fakat toplumsal hayattaki sonuçlara baktığımız zaman bunun mümkün olmadığını görürüz. Mümkün olmadığı içinde yaşadığımız dünyanın tablosundan anlaşılıyor. Felsefe, ahlaki kodları inceleyebilir; sosyal bilimler, ahlakla ve dinle ilgilenebilir, ama onları vazedemez; bu onların işi değildir. Gelişen kültürel eğilimler, büyük felsefeler, seküler rasyonalizmi, entelektüel ve ahlaki görecelik ve nihilizm lehinde kabul etmemeye başladılar. İçinde gömüldüğümüz bu rasyonalizm, ahlaki göreceliği ve nihilizmi getirdi. Din insana hayatın amacının ne olduğunu öğretir, ahlak da sağlam bir temele oturtur.”

Pratik hayatı düzenleyen bir şeriatı olmayan din, otorite kabul etmeyen bir dindarlık ve gösteriye dönüşmüş tüketim toplumunun işine gelen bir dindarlık çerçevesinden bakıldığında, Amerikan toplumunun % 90’ının dindar olmasının anlamı üzerinde yeniden düşünmek gerekir.

dünyabülteni

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.