İhlas Risalesine Dair

İhlas Risalesine Dair

İslam’ın en büyük esaslarından biri olan ihlâsı elde etmenin sırlarını beyan eden Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin, kardeşlere rehber edinmeleri için verdiği düsturların ikincisini bu sayımızda işleyeceğiz İnşaallah.

Allah’ın adıyla…

İslam’ın en büyük esaslarından biri olan ihlâsı elde etmenin sırlarını beyan eden Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin, kardeşlere rehber edinmeleri için verdiği düsturların ikincisini bu sayımızda işleyeceğiz İnşaallah.

İKİNCİ DÜSTURUNUZ
Bu (mücadelesini verdiğiniz) Kur’an hizmetinde bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstüne fazilet taslamak türünden gıpta damarını tahrik etmemektir.

Evvela burada hitabın ortak bir hedef ve ülkü yolunda bir araya gelmiş insan topluluğuna yöneltildiği görülmektedir. Yani Kur’an hizmetini icra eden Cemaat bünyesindeki bacı ve kardeşleredir. O halde yazımızı okuyan ve Kur’an hizmetine kendini adayan bacı ve kardeşlerin her biri Üstad’ın bu düsturunun birinci derecede muhatabı olarak kendini görmeli ve dikkatle dinleyip insaf sınırları içerisinde muhasebesini yaparak yanlış giden hususları düzeltme yoluna tevessül etmelidir ki, ihlâsı muhafaza edebilsin, işlerin bereketine vesile olsun.

Cemaat veya cemiyet; benimsediği ve özümsediği dünya görüşü çerçevesinde kural ve prensipleri olan topluluğun adıdır. Bu kural ve prensiplerin en kâmil şekilde icrası ise ahlaki ilkelere azami derecede riayet ile mümkün olur. Aynı zamanda bu ilkeler, cemaat içerisindeki kardeş ve bacıların olduğu gibi cemaatin de itibarına, vakarına ve ciddiyetine müspet veya menfi tesirde bulunacak bir ehemmiyete sahiptir. Bu nedenle kural ve kaidelere riayet gerektiği gibi ahlaki ilkelere de tam anlamıyla riayet etmek her zaman için istenen bir husustur. Aksi halde ferdi olarak işlerin bereketine bizzat etkide bulunan bir esas olan ihlâs zedeleneceği gibi, bünye içerisindeki bacı ve kardeşlere de zarar verecektir. Bu zarar sadece baskı, eziyetlere maruz kalma şeklinde düşünülmesin. Bundan ziyade yapının ahengini bozacak, kardeş ve bacılar arasında İslam’ın ahlaki ilkeleriyle bağdaşmayacak durumlara vesile olacak, dargınlık, kırgınlık veya birbirinden soğuma gibi ortaya çıkacak her şey bir zararın ifadesidir. Kuşkusuz cemaat çatısı altında en önemlileri ve aynı amaç doğrultusunda hareket edip faaliyet gösteren topluluklar içerisinde en çok görülen ve en çok zarar verenleri, bu iki sebeptir ki; Üstad da bilhassa bunları zikretmiştir. Bir hareket lideri olan  Üstad  Bediüzzaman Hazretlerinin bu tespiti hiç şüphesiz yaşanan ve müşahede edilen tecrübelerin ürünüdür. Tecrübelerin ise en doğru tespiti doğurduğu, bir gerçektir.

Kardeşlerin ihlâsını zedeleyecek en önemli nedenlerin ilki; “tenkit” yani eleştiridir. Cemiyet  içerisinde  hizmetin yürütülmesi için kardeşler arasında muhakkak surette olması gereken saygı ve sevgi çerçevesindeki ilişki düşünülecek olursa tenkit’in bu hizmete ne derece zarar vereceği idrak edilecektir. Zira tenkit, çalışmaların bereketine vesile olan ihlâsı zedelediği gibi, kardeşler arasındaki “innemel mü’minune ixvetun” (Ancak ve ancak mü’minler kardeştir) prensibini ve dolayısıyla da hizmeti verimsizleştirecek bir etkiye sahiptir. Üstad başka bir risalede bu tehlikeye dikkatleri çekip şöyle bir çözüm vermektedir:

“Sakın birbirinize tenkit kapısını açmayınız. Tenkit edilecek şeyler kardeşleriniz dışındaki dairelerde çok var. Ben nasıl sizin meziyetinizle iftihar ediyor ve o meziyetlerden ben mahrum kaldıkça, sizde bulunduğundan dolayı memnun oluyor ve kendimindir diye telakki ediyorsam, siz de Üstadınızın nazarıyla birbirinize bakmalısınız. Adeta her biriniz ötekinin faziletlerine naşir olunuz.” (Barla Lahikası)

Şu anda ifade ettiğimiz yıkıcı olan tenkit’in açılımıdır. Bununla birlikte yapıcı olan tenkit de söz konusudur. Bir tenkitin yapıcı veya yıkıcı oluşunu belirleyen, tenkitin dayandığı kaynaklardır ki; Üstad diğer bir risalede bunu şöyle izah eder:

“En müthiş bela ve musibetimiz, cerbeze (aldatıcı sözlerle hilekârlık) ve gurura dayanan tenkittir. Tenkidi eğer insaf işletirse; hakikati rendeçler. Eğer gurur istihdam etse, tahrip eder, parçalar.” (Hutbe-i Şamiye)

Diğer bir bölümde ise:

“Tenkidin sebebi ya nefretin rahatlatılması veya şefkatin tatminidir. (Dostun veya düşmanın ayıbını görmek gibi)

Sıhhat ve fesada ihtimali olan bir şeyde kabule meyil ve tercih şefkatten, red etmeye meyil ve tercih – vesvese olmazsa – nefretten geldiğine alamettir.

Rıza gözü, ayıplara karşı kördür. Kem göz ise kusurları araştırır. Tenkidin sebebi, hak aşkı ve hakikati tenzih etme arzusu olmalı. Selef-i Salihinin tenkidi gibi.” (Tulûat)

O halde tenkit ya şefkat veya nefret kaynaklıdır. Bu da menfi veya müspet oluşunu belirler. Yani direkt olarak kardeşlerin niyetiyle birinci derecede ilişkilidir. Amele mana ve ruh veren de niyettir. Niyet şefkatten ve yapıcı olmaktan kaynaklı ise hakikate yardımcı olur. Ancak nefret veya gurur kaynaklı ise ki bunlar ihlâsı zedeleyici hususlardır dolayısıyla yıkıcı ve parçalayıcı olur. Zarar hem kendine, hem kardeşlere hem de o kutsal hizmete şamil olur. Şunu da belirtmekte fayda var ki; tenkit konusunun müspet veya menfi oluşu hassas bir konudur. Her an için şeytani vesveselerin tesiri ve fısıltıları niyeti bozup tahribat tarafına meylettirebilir. Bundan dolayı her kardeşin samimi olarak niyetini çok sıkı bir murakabe altında tutması elzemdir. Zira kaybı sadece bu dünyaya münhasır değildir; bilakis büyük bir vebale de sebebiyet verecektir. Bu vesile ile şu hususlara oldukça ehemmiyet verilmelidir:

Birincisi: Tenkit (eleştiri) makamında olan biri eleştirebilir. Yani ilim sahibi olmayan birinin, bir âlimi tenkidi abestir, cahilliktir. Yine çözüm mercii makamın eleştirisi ile çözüm mercii olmayan ferdin eleştirisi bir olamaz. Çünkü çözüm mercii olan kardeş yapıcı ve düzeltici bir rol oynamak için bunu yapıp hakikate yöneltirken; çözüm mercii olmayan ise, nizaa (çekişmeye) yönelecek ve düzeltme yerine bozucu olacaktır.

İkincisi: Yapılan eleştiri haklı temellere ve delillere dayanmalıdır. Öyle ki muhatap, bu deliller karşısında kusur söz konusu ise kusurunu görebilmelidir. Haklı temellere dayanmıyor ve delilleri yok ise zan ile hareket etmek olur ki –Allah muhafaza– “Zannın çoğu haramdır” fermanının muhatabı olma ihtimalini doğurur.

Üçüncüsü: Eleştiri, rıza-yı ilahi gözetilerek, muhatabın yanlışını, kusurunu veya hatasını düzeltmeye yönelik olmalıdır. Başka bir gaye şeytanın desiselerine kapılmayı ifade eder. Bundan dolayı daha önce de belirttiğimiz gibi kalbin en derin noktalarının dahi murakabe altına alınması elzemdir.

Dördüncüsü: Eleştirmede üsluba oldukça dikkat edilmelidir. Kırıcı ve bozucu üslup, haklı dahi olsa ters tepkiye yol açabilir. Yapıcı ve şefkatten kaynaklanan bir üslup muhatabı üzerinde olumlu tesir bırakır.

Beşincisi: İki taraf da hakkı gözetmelidir. Nefis ve şeytan kesinlikle hakkı görmeyi engellememelidir. Muhatabımız haklı ise rahatlıkla bunu ve dolayısıyla eleştirildiğimiz noktayı kabul edebilmeliyiz. Haklı olduğu halde kabul etmeme çok büyük bir afettir ve zemmedilmiştir. Bilinmelidir ki hatadan dönmek fazilettir.

Altıncısı: Muhatap haksız veya hatalı olduğu halde bunu kabul etmiyor ve ısrar ediyorsa, tartışma ve nizaa girmeden iki taraftan birinin fazilet ve fedakârlık gösterip feragat etmesi kardeşlik hukukundan ve ahlaki ilkelerdendir.

Yedincisi ve en önemlisi; haklı dahi olsa yine kardeşlik hukuku ve hizmetteki ahengin muhafazası adına ihlâsı zedelemeyen bu tür tenkitten de kaçınmak en güzelidir.

İşlediğimiz bölüme Allah’ın izniyle gelecek sayımızda devam ederiz. Davamızın sonu alemlerin rabbi olan Allah’a hamdetmektir.

İnzar Dergisi

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.