İhtişamın yıktığı adam: Şah Pehlevi
İran Şahı kurduğu Pehlevi Vakfı üzerinden milyarlarca dolara hükmederken İran’ı kendi çiftliği, ülkeyi de Tanrı tarafından kendisine bahşedilmiş bir ödül olarak görüyordu.
İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi, diğer tüm diktatörler gibi 1979 yılında İran İslam Devrimi’nden önce son derece özgüveni olan, ilelebet saltanat sürecek bir kral havasındaydı. Ortadoğu’nun en kuvvetli iktidarı görüntüsünü vermekte üstüne yoktu. Muhammed Hüseyin Heykel “Bir Devrim’in Anlatılmamış Öyküsü” adlı İran Devrimi'ni anlattığı kitabında kendisini “Oryantal Despot” gibi göstermeye çok hevesli olduğunu, kendisini Bizans, Sasani ve Mısır Firavunları gibi göstermekten zevk aldığını anlatır. (Bir Devrimin Anlatılmamış Öyküsü, s. 136). Pehlevi saltanatının 2500. yılı kutlamaları söz konusu debdebe ve ihtişamı yansıtmak için düzenlenmişti. Heykel, tören için şu ifadeleri kullanıyor: “Tören muhteşem bir törendi. Kraliyet hazinesindeki taçlardan hiç birini beğenmeyen Şah, Cartier firmasına yeni siparişleri vermişti. Tacın üzerinde 3389 adet pırlanta vardı ve çok muhteşemdi. Tören, Ekim 1972’de yapılmıştı. 2500 yıllık monarşist yönetimin kutlanması, törenleri Persepolis şehrinde alabildiğine gösterişli bir biçimde gerçekleştirilecekti. 68 kral, prens ve devlet başkanı kutlamalara katılıyordu.”
Heykel, bu törendeki şaşaayı anlatmakla bitiremez. Farklı ülkelerden gelen konuklar şayet kendilerine sunulan yemekleri beğenmezler de kendi ülkelerinin yemeklerini tercih edenlerse bu isteklerini hemen yerine getirecek aşçılar dillere destan törende hazır bulundurulmuşlardı. Konuklar arasında dünya çapında ünlü gazeteciler, yazarlar, televizyoncu ve radyocular davet edilmişti. Tabii silah tüccarlarından bankacılara kadar iş âleminin önde gelen isimleri de davetliler arasındaydı. Persepolis resmen bir çadırkente dönüştürülmüş, yüzlerce görevli konukları ağırlamak için istihdam edilmişti.
sah-reza-ve-oglu.20120608122025.jpg200 milyon dolara patlamıştı bu tören ama Şah amacına ulaşmıştı, kendince dosta düşmana gerçek gücünü göstermiş, kudretinin nelere güç yetirebileceğini ispatlamıştı. Bu kadar debdebe ve şaşaayı finanse etmek Şah için sorun değildi. Zira bütün bu müsrifçe harcamaları, ülkenin yer altı ve yer üstü kaynaklarını, kurduğu Pehlevi Vakfı ve yakınlarına havale ettiği ihalelerle karşılıyordu.
Süreyya’dan ayrıldıktan sonra evlendiği Kraliçe Farah Diba gayrı menkullerle ilgilenirken Şah’ın erkek kardeşi Prens Mahmut Rıza madencilik alanına eğilmişti. İkiz kardeşi Prenses Eşref, bankacılık, piyangolar ve tahvillerle ilgileniyordu. Washington’a atanan General Zahidi’nin oğlu Ardeşir, otomotiv sektörünü kontrolünde tutuyordu. Heykel, üst düzey yöneticiler ve bürokratların CIA’den referans getirmesi durumunda bu devasa ihale ve yatırımlar döngüsünden pay alabildiğini belirtiyor.
Pehlevi Vakfı’na geri dönersek, Şah buranın başına kendisine en sadık adamlarından Cafer Şerif İmami’yi getirmişti. Vakıf ilk yıllarda amacı doğrultusunda hizmet veriyor, yurt dışına öğrenci gönderiyor, hastane, okul ve yol yapımı gibi görevler üsleniyordu. Ancak yapılan yatırımların giderek artması, ülkenin her yerini saran devasa bir ahtapot gibi küçüklü büyüklü bütün ihaleleri alması sonucu kartopu gibi büyüyerek kontrol edilemez bir kuruluş haline gelmişti.
1979 yılında devrim olduğunda vakfın elindeki likiditenin yaklaşık olarak 3 milyar dolar olduğu belirtiliyor. Pehlevi Vakfı’nın çimento endüstrisinin %70’ini, sigorta sektörünün ise %40’ını denetiminde bulundurduğu kaydediliyor.
Şah, servetiyle ilgili olarak hesap verme baskısı altında kaldığında 1978 yılında bir karar alarak kraliyet ailesi üyelerinin devlete bağlı kuruluşlarla finansal ilişkiye girmesini yasakladı. Ancak bu çok küçük bir adım ve çok geç kalmış bir karardı. Dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter’ın güvenlik danışmanı ve ünlü stratejist Zbigniew Brezinski, anılarında şunları söyleyecekti: “Pehleviler bana Batı tipi yeni zenginleri hatırlatıyor. Onlar göstere göstere muazzam servetlerinin ve Batı tipi yaşam tarzının keyfini sürerken aynı zamanda doğulu bir despot olmaktan da son derece memnun görünüyordu. Reayasından sorgusuz sualsiz ve anında itaat bekliyordu. O daha çok iki dünya arasında kalmış birine benziyordu, ve hakkında garip bir belirsizlik duygusu hakimdi. (A King’s Exile: The Shah of Iran and moral considerations in US Foreign Policy, s.3, Institute fort he Study of the diplomacy, Washington.)
Herald Journal gazetesinde, İran Merkez Bankası Başkanı Ali Rıza Nobari ve Şah’ın servetiyle ilgili bir haber yer alıyor. Habere göre, İran İslam Cumhuriyeti’nin, ABD’den Şah’a ait olduğunu ileri sürdüğü 20 milyar dolarlık bir serveti geri almayı talep ettiği, ancak bu rakamın 10 milyar dolar civarında olduğu açıklanmıştı. Aynı haberde Nobari’nin birkaç gün sonra yaptığı uluslararası çağrıda biraz daha indirime gittiği ve Şah’ın 600 milyon dolarlık servetinin İran’a geri verilmesini istediği belirtiliyordu. Ancak Şah, kendi servetiyle ilgili ölümünden önce yaptığı açıklamada servetinin 50 ila 100 milyon dolar arasında olduğunu söylüyordu.
Devrimden hemen sonraki süreçte İran Devleti’nin ABD’deki avukatları ise 20 milyar dolarlık rakamın Şah’ın son 20 yılda petrol gelirden elde ettiği rakamın tamamı olabileceğini belirtiyorlar. Şah’ın muazzam servetinin büyük ölçüde kendisine bağlı Pahlavi Foundation adlı vakıf üzerinde bulunduğu belirtiliyor. Vakıf devrim öncesi dönemde İran’ın en büyük beşinci bankasını, üçüncü büyük sigorta şirketini, düzinelerce otel, eğlence yerleri, turistik kompleksler, devasa konutlar, siteler ve alışveriş merkezlerini elinde tutuyordu. Bunların yanı sıra otomobil fabrikaları, yayın evleri ve zirai kuruluşlar ile komplekslerin mülkiyetine de sahipti.
Şah’ın kendi açıklamalarına göre 1960 yılı başlarında Pahlavi Foundation’a transfer edilen rakam 135 milyon dolar civarındaydı. 1970’lerin sonunda ise bu rakamın en iyimser tahminle 3 milyar doları bulduğu tahmin ediliyor.
1979’ta devrimin ayak sesleri yaklaşınca Şah’ın yaptığı ilk iş bazı resmi kuruluşlara bir takım mülklerini satarak onları nakde çevirmek olmuş. Örneğin İran Havayolları ve Milli Petrol Şirketi’ni Kish Adası'nda bulunan turistik kompleksi 100 milyon dolara satın almaya zorlamış. İran Merkez Bankası Başkanı Nobari ise paraların büyük bir bölümünün İsviçre bankalarına gittiğini söylüyor. Şah’ın servetiyle ilgili İran’da yapılan duruşmalarda Şah’ın ikiz kızkardeşi Eşref üzerinden 21 milyar doları İsviçre’ye transfer ettiği açıklığa kavuşmuştu. Ancak İsviçre hükümeti yetkilileri bu iddiaları reddederek İranlıların İsviçre bankalarındaki hesaplarının toplamının 1978 yılı itibariyle 1.2 milyar dolar olduğunu belirterek bu iddiaların doğru olma ihtimalinin imkansız olduğunu kaydediyor.
Şah’ın yurt dışındaki varlıkları
• İsviçre St. Moriz’de 1 milyon dolar civarında ettiği düşünülen villa ve Fransa’ın Evian bölgesinde küçük bir aile evi.
• Fransa’da madencilik, otel ve turizm alanında yaptığı, ancak tam olarak ne kadar ettiğinin bilinmediği yatırımları.
• İngiltere’de 166 dönümlük at çiftliği, gazetede çıkan haberlere göre bu çiftliğin 1.75 milyon dolara satıldığı biliniyor.
• Prenses Eşref’in 1980 yılında ABD’deki yazlık evini satarak Manhattan’da triplex bir apartman dairesi satın aldığı belirtiliyor. Eşref’in ayrıca Paris, Cenova ve İsviçre’de evlerinin bulunduğu biliniyor.
İslam Devrimi’nden sonra İran bütün girişimlerine rağmen Şah’ın halkından çaldığı paraları geri alamazken, ABD, kişisel olarak Şah’la bir ilgisi olmayan doğrudan İran devletine ait olan serveti İran’a geri vermeyi reddederek dondurdu.
Birleşikbasın
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.