Abdulhakim SONKAYA
İkametgâhı olmayan şehirler
Bu aralar şehirleşme gündemdedir. Şehirleşmeyle inşaatla ilgili yazılacak çok çok fazla şey vardır. Biz burada konuyla alakalı olarak ikametgâhın mana ve sırları hakkında fazla değil biraz bahsetmek istiyoruz
Mevcut mevzuata göre kişinin sabit olarak yaşadığı adrese ikametgâh denir ki bu fevkalade yerinde bir tanımdır. İkametgâh çok harika bir kavramdır.
Buna neden “oturma adresi” denilmiyor da “ikametgâh adresi” deniliyor. Çünkü sahip olduğu geniş ve derin manalar sebebiyle ikametgâh insana büyük roller pek mühim görevler veriyor. Buna göre ikamet-gah şu anlamlara geliyor:
Bir şeyi ayağa kaldırmak, eğriyi doğrultmak, istikametli olmak, takvim sahibi olmak, yıkılmış olanı inşa etmek, bozulanı ıslah etmek, doğru olmak, her şeyi kıvamına göre ayarlamak, kıymet vermek, bulunduğu yerde kötülüğe karşı mukavemet göstermek, bulunduğu yeri sorumluluk makamı bilerek orada kaymakam olmak… Bunlar sadece karnı deniz kadar geniş ve derin olan bu kavramın içinden çıkan incilerin bir kısmıdır.
Bir yeri ikametgâh edinmek için orada oturmak şart değildir. Sırf bir yerde oturuyor olmak da orayı ikametgâh edinmiş olmak anlamına gelmiyor. Bulunduğu yerde bir şeyler ikame eden, doğrultan, ayağa kaldıran kimse oranın mukimidir. Orada ikametgâh sahibidir.
Bazıları ömür boyu bir yerde oturur; ama orada bir şey ikame etmezler. Bazıları da bir defa bir yere gider orada bir şeyler ikame ederek orada ikametgâh sahibi olurlar. “…Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Hızır hemen onu ikame etti, onu doğrulttu. Musa: İsteseydin buna karşı bir ücret alabilirdin" dedi. (Kehf:77). Burada Hızır ile Hz. Musa bir köye gidiyor. İkisi de orada mukim değildir. İkisinin de orada ikametgâhı yoktur. Ama Hızır orada eğrilmiş olanı, yıkılmaya yüz tutanı ikame ediyor. Böylece orayı kendisine ikametgâh ediniyor. Bunun için ücret almasını isteyen Hz. Musa'ya: "İşte bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. (Kehf:78) diyor. Neden böyle dedi? Neden “Bu ayrılma vaktidir?” dedi. Çünkü Hz. Musa ikametgâh nazarıyla meseleye bakmadı. İş görme nazarıyla baktı. Oysa Kur'an insanın dünyada amele-işçi değil asıl olarak amil-faktör olmasını istiyor. İkamet etmesini, ikametgâh sahibi olmasını istiyor. Fatiha'daki “Bizi sıratı müstakime ilet “ ayetinin başka bir meali de “bizi ikametgâha götürecek yola ilet” şeklindedir. Çünkü bir yerde tekaüt etmek, bir yerde oturmak, pasif ve işlevsiz olmaktır.
Bugün şehirlerde oturanların büyük kısmının ikametgâhı yoktur. Bunlar ya iş yapmak ya da oturmak için şehirlerdedir. Bu da şehri Medine olmaktan, medeniyet mekânı olmaktan alıkoyuyor. İnsanlar haftada bir gün evde oturmak için haftanın altı günü amelelik yapıyor. Yani ikamet yok ikametgâh yok.
Medine'nin ruhu, şehrin güzelliği, medeniyetin sırrı insanların hakiki manada ikametgâh sahibi olmalarıdır. Bir yerde sadece oturan, sadece amele olan, bir gün oturmak için altı gün çalışan kimse gerçekte ikametgâh sahibi değildir.
İnsanların oturduğu yere ikametgâh isminin verilmesi çok isabetlidir. Lakin mevcut durum bunun tam tersidir. İnsanlar ikametgâh sahibi değildir. Çünkü genel olarak insanlar bulundukları yerde bir şey doğrultma orada makam edinme düşüncesinde değildir. Bu düşüncede olanlar da bu imkâna sahip değildir. Zira mevcut yaşam standartları buna imkân vermiyor. O halde evvela ve mutlaka insanlar hakiki manada bir ikametgâha sahip olmalıdır. Kendileri bu ruh ve anlayışta olmalı, devlet de insanların hakiki manada bir ikametgâha sahip olmaları için her şeyi seferber etmelidir. O zaman şehir ayağa kalkar. Medeniyet oluşur. Yoksa şehirler mevcut halde oturumluk mekânlardır. Bir tür lokantadır, oteldir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.