Mehmet ŞENLİK
İman-amel ilişkisi
Kur'an-ı Kerim'de, “iman-amel” kelimeleri çoğunlukla bir arada ya da ardı sıra zikredilmektedir. Bu iki kelime birbirlerinin lazım ve melzumu gibi birinden bahsediliyorsa mutlaka diğerinden de bahsedilmektedir. Şu var ki, “onlar ki, iman eder, güzel amel işlerler” şeklinde önce iman, sonra amelden bahsedilerek bir tertip ile gelmektedirler.
Kelamcıların cumhuruna göre her ne kadar amel, imandan bir cüz ve rükün değil ise de ikisi arasında sıkı bir münasebet vardır. Çünkü imansız bir amel sahih olmadığı gibi, ibadetsiz bir iman da her an sönmeye mahkûmdur. İmanı besleyip kuvvetlendiren, imana hareket ve dinamizm kazandıran ibadettir, salih ameldir. İman, amelle ancak artar ve olgunlaşır.
O halde, kalpte bulunan iman nurunu parlatmak ve onu kuvvetlendirerek kemale erdirmek için salih amele ihtiyaç vardır. Hayatın içinde eseri görülmeyen bir iman, meyve vermeyen ağaç gibidir. Dinin de dinin temeli olan imanın da bir hedefi, bir gayesi vardır. Bu gaye ve bu hedef, sadık bir kul olarak Allah'ın rızasını kazanmak ve onun rızasına uygun amel işlemektir. Allah'ın rızası, yalnız iman ile değil; imanın meyvesi olan salih amelle yani inanılan şeyleri hayata geçirmek ve icabını bilfiil yapmakla elde edilir.
Gönül sahasından açığa çıkmayan, amele dönüşmeyen bir imanın, hayati bir değeri yoktur. Böyle bir davranış, imanı kalpte hapsetmekten ve ondan yararlanmamaktan başka bir şey değildir. Hakiki iman, insanı harekete sevk eden, sahibini iyiye, doğruya, salih amele götüren bir muharrik, bir aksiyondur. Eseri hayatta bilfiil olarak görünen ve çevresini aydınlatan bir ışık ve bir rehberdir.
İmansız olarak yapılan ibadet ve amel makbul olmadığı gibi, amele ve ibadete sevk etmeyen, kalpte saklı kalan iman da sahibini kurtarmak için yeterli değildir. Öyle ise, imanı kemâle erdirmek ve olgun hale getirmek için, Allah'ın emirlerine sımsıkı sarılmak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle salih amele sarılmak gerekir. Amel imanın gıdası ve cilasıdır.
Daima iman ile amel arasında sıkı bir münasebet vardır. İmansız amel makbul olmadığı gibi amelsiz iman da kâmil bir iman değildir. İman, amel ile beslenir kuvvet kazanır ve olgunlaşır. Amel olmayınca zayıflar, cılız ve korumasız kalır. Bu itibarladır ki, kelamcılar, imanın muhafazasını, kazanılmasından daha güç saymışlardır.
Amel, iman ağacının meyvesidir. Amel, mümin olma iddiasının ispatı, vahyin hayata dönüşmesidir. Amel, imanın zihinde hapsolunan soyut bir düşünce, kalpte mahkûm olan zavallı bir akide, dilde alelade söylenilen kuru bir iddia değildir. Bilakis imanın beden ülkesinde şeytanın ve nefsin iktidarını yıkarak fetih gerçekleştirmesinin zaferidir.
“Bizim ayetlerimize ancak o kimseler inanır ki, onlar kendilerine hatırlatıldığı zaman hemen secdeye kapanırlar. Rablerini överek tesbih ederler, büyüklük taslamazlar.” (Secde:15)
“Müminler ancak o kimselerdir ki, Allah'a ve Peygamberine inanırlar, toplumsal bir iş üzere onunla buluştukları zaman ondan izin almadan gitmezler.” (Nur: 62)
İman, hem amel, hem marifet, hem tasdik hem de ikrardır. Bunların her biri farklı ağırlıklarla imanı oluşturan boyutlardır. Bunlardan birini, kaybeden kimse, imani dengesini kaybeder. Yapması gereken işlevi yitirir. İşlevini ifa edemeyen iman da iman olmaktan çıkar.
İmanın vicdanlara hapsedildiği bir çağda, bundan zarar gören sadece müminler değil, bütün insanlıktır. Çünkü imanın hâkim olduğu toplumda ahlak, adalet, fazilet, muhabbet, mu'avenet, sadakat ve iffet gibi yüce değerler baş tacı olarak yerini alır. İmanın hâkim olmadığı toplumda ise kin, nefret,‘adavet, rezalet, sefalet, sefahat, atalet, ihanet, bencillik gibi kötü ahlaklar ortalıkta kol gezer ve toplumu kasıp kavururken herkes ondan payını alır.
Hiçbir zaman unutulmaması gereken bir gerçek vardır: İman, atom ve nötron bombasını yapan “insan” adlı muazzam silahın emniyet anahtarıdır. Onun olmadığı bir yerde her an herkesin ‘kazaya kurban gitme ihtimali yüksektir. Bu silah, kontrolsüz kullanıldığı zaman hem sahibini hem de başkalarını helak eder.
Bütün bunlar imanın dünyevî kazancıdır. Bir de onun uhrevi kazancı vardır ki o, başka hiçbir şeyle elde edilemeyen nihayetsiz mutluluğun ta kendisidir. İman-amel bütünlüğü herkes için gereklidir. İmam Ebu Hanife'nin şu sözleri çok yerinde bir tespittir: “Allah'u Teâlâ mümine ameli, kâfire imanı, münafığa da ihlası farz kılmıştır.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.