Sait ŞAHİN
İnandırılmış doğrularla(!) yaşayan acınası entelektüeller!
Hizbullah Cemaati hakkında kitap yazan ve onları Haricilikle suçlayan bir yazarla oturmuştuk bir ara. Konu Hizbullah Cemaati’nden açıldı. Ben de Hizbullah’ın PKK ile başlayan çatışma süreçlerini anlattım.
Savaşın, güç sarhoşluğu yaşayan PKK’nin dayatmasıyla yaşandığını ve çatışmanın bitmesi, akan kanın bir an önce durması adına Hizbullah’ın rastgele değil, kilit noktalardaki PKK’lileri hedef aldığını ve bundan dolayı da PKK’nin saldırılara son vermek zorunda kaldığını anlattım. Hizbullah, PKK gibi rastgele saldırmadı, evlere bomba atmadı, kadın çocuk ve PKK’li bilinen sıradan insanları öldürmedi.
Kendisine yönelik saldırıların durması adına savunma amaçlı stratejik vuruşlar yaptı. Bu stratejiyle kısa sürede savaşı bitirdi. Bu stratejiyle hareket etmese ve PKK gibi rastgele saldırsaydı,PKK saldırıları bırakmayacak ve belki savaş halen devam ediyor olacaktı. Çünkü halkın çocuklarının canının yanması onların umurunda değildi, halen de değil. Ancak kendi canları yanınca saldırıları kestiler. Onlar saldırmayı bırakınca Hizbullah da üstün olmasına rağmen saldırmayı bıraktı.
Devlet panzerlerinin sokak aralarına giremediği yılların güç sarhoşluğunu yaşayan PKK, yanlış bir hesap yaptı; kendince birkaç sofi (hakaret olarak da ‘sofik’ dedikleri) olarak gördüğü Müslümanları öldürmekle yok edeceğini düşündü.
Hizbullah’ın silaha dair bir hesabı olmadığı için ilk zamanlar elinde silahı yoktu. Ne zamanki saldırılara karşılık verme kararı alındı ve çatışma başladı, kimi elindeki parasıyla kimi de ineğini satıp silah aldı. PKK, karşısındaki gücün şehadete âşık olağan üstü direnişi karşısında şaşırdı;önemli adamlarını kaybettiğini,şehir içlerinde durumun gittikçe aleyhine döndüğünü görünce Hizbullah’ı devletin kurup kullandığına dair kara propagandayla Hizbullah’ı yıpratmaya çalıştı. Çünkü devlet zulmü görmüş Kürt halkı nezdinde devletle ilişkilendirilmek, kabul görmemektir. Bu kara propagandanın etkileri halen dedevam ediyor.
Hâlbuki herkes de biliyor ki en zayıf ve yardıma en çok muhtaç olduğu dönemde Hizbullah, PKK’ye karşı ilk eylemini gerçekleştirirken polis,PKK’nin bölge sorumlusu Mihail Bayro’yu öldüren ve eylem yerinden uzaklaşmaya çalışan iki Hizbullah mensubundan birini öldürmüş, diğerini ise yaralamıştı. Yine çatışmanın ilk yıllarından itibaren tutuklanan onlarca Hizbullah mensubu 22 yıldır cezaevindeler. Aklı olan sorgular: Bu nasıl devlet yardımıdır?!
İşin acı tarafı,PKK’nin yıpratma amaçlı kullandığı bu kara propagandayı bugüne kadar bir kısım İslamcı yazar ve cemaatler de dillendirdiler. Liderliğe oynayan, İslami fikriyatta kalem oynatanların PKK’nin bu propagandasına inanmış olması ve delilsiz, araştırmadan bunu dillendirmeleri, soyundukları iş ve konumlandıkları pozisyon itibarıyla gerçekten içler acısı. Bunlardan bir tanesi de yukarıda değindiğim yazar. Bu yazara Hizbullah’ın tarihi sürecini anlatırken söz, Menzil’e geldi. Biliyor musunuz, konu Menzil’e gelince ne dedi?“Şu Adıyaman’daki Menzil mi?” Ben başlangıçta espri yapıyor zannettim.“Hocam, Hizbullah’la çatışan Menzil’den haberiniz yok mu?” dedim. “Hayır” dedi. Bu yazar Hizbullah hakkında kitap yazmış. Yorum ve takdir sizin ama bugüne kadar hiçbir Hizbullah mensubunu da görmemiş. Zahmet etse Hizbullah’tan suçlanarak cezaevi yatıp çıkan yüzlercesi ile oturup konuşabilirdi.
Süreç içinde benzer yüzlerce örnekle karşılaştım. Daha bu hafta içinde batı illerinden birinde,oturduğu masa başından entelektüel kimliği ile ülke içi ve dışının, tarihin dünü ve bugününün İslami hareketleri hakkında ahkâm kesen ve onlara yön tayin etmeye çalışan birini ziyaret ettim.
Partimiz kurulduğunda kaleme almış olduğu bir yazıyı cesurca(!) bizimle de paylaştı, yazının bizimle ilgili bir bölümünde şunu diyor: “...2000’lere doğru gelişen süreçte yaşanan ‘Kullanılma Basiretsizliği’ni Yeni Süreçler’de tekrarlatmayacağı güvenini veremiyor...”
Keşke diyalogumuzu, daha doğrusu diyalogsuzluğumuzu bir görseydiniz! Çünkü izah etmeye çalıştım, ama bu konu hakkında konuşturmadı ve dinleme cesareti gösteremedi. Çünkü doğru bildiği ve yıllarca çevresine anlatıp durdukları inandıklarının yanlış olduğu hakikatiyle yüzleşemedi. Sonra o üstün aklı ve basireti ne durumlara düşer, ya çevresindekilere ne der korkusu yaşadı herhalde. En iyisi, inandırılmış doğrularla(!) yaşamak.
Ayetler araştırın diyor, ama en çok araştırması gereken İslamcı yazarların kapılarına kadar gelenleri dinlemeye bile cesaretleri yok. Yazık, hem de çok yazık! Mevlana’ya kulak verip kitaplarını ve yazılarını okuyacaklarınızın önce kendilerini okuyun derim:
“Zamanımızın âlimleri her şeyi biliyorlar, bir şeyi bilmiyorlar: O da kendilerini bilmiyorlar.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.